Mesajı Okuyun
Old 11-01-2009, 01:17   #522
Av. Şehper Ferda DEMİREL

 
Varsayılan :)

RET KULÜBÜ

Birsen Ferahlı

--------------------------------------------------------------------------------


Çok gürültülüydü. Mikrofondaki anlaşılması güç kadın sesi, dört bir yanda sıkış tepiş koşuşturan insanlara, dev panolar, ışıklar, kafeteryalardan tüten duman arasında tanıtım toplantılarını, edebiyat açık oturumlarını duyuruyordu. İmza günü olan yazarlar, gözalıcı ilan panolarının altında, üst üste dizilmiş yapıtlarının ardında oturuyorlardı. Kimi adların önünde uzun okur kuyrukları, kimisinde üç beş kişi birikmişti. Çok kitap vardı. Korkutucuydu. Aşamayacağım bir kale duvarı gibiydi. Bir insan yaşamı boyu en çok dört bin kitap okuyabilirmiş, süre hevese yetmeyecekti demek ki. Onca kitabı bir arada görüp yine de yazmaya kalkışmak ise, denize bir balık bırakmak olacaktı. Psikologların ‘agorafobi' dedikleri büyük alan korkusuyla sersemlemiş halde açık havaya çıktım. Doğru evin yolunu tuttum. Dağılmış düşüncelerimi toparlamak için gereksinim duyduğum kovuk, salt adı için aldığım bir kitabın sayfalarında çıktı karşıma: Bartleby Ve Şürekası (Doğan Kitap, Mart 2005). Yazarı, Enrique Vila - Matas.


‘Katip Bartleby', ünlü ‘Moby Dick'in yazarı Herman Merville'in 1853'te yazdığı bir öykü.



“Bartleby, bir paravanın ardındaki rengi atmış pencerede uzun uzun dikilerek, Wall Street'in bir tuğla duvarına bakar ve dışarıyı seyreder; asla diğerleri gibi çay kahve içmez; asla bir yere gitmemiştir, hep büroda yaşar, hatta Pazar günlerini bile orada geçirir; ne kim olduğunu söyler, ne nereden geldiğini, ne de bu dünyadaki akrabalarını; nerede doğduğu sorulduğunda ya da bir iş verildiğinde ya da kendisiyle ilgili bir şeyler anlatılması istendiğinde hep şöyle der:

-Yapmamayı yeğlerim.”



Bartlebyler, dünyaya karşı derin bir ret duygusu içinde olup, “yapmamayı yeğleyen”ler. Vila-Matas, edebiyat dünyasındaki Bartlebyler'in izini sürüyor. ‘Günlük ya da dipnotlar' diye nitelediği kitabı yazma nedenini şöyle açıklıyor: “okurda öyle sıcak bir duygu uyandırmak istiyorum ki, bu sayfaları okumak, Chesterton'ın ‘Garip Ticaretler Kulübü'ndeki kulüp tarzında bir kulübün üyesi olduğu hissini versin ona.”



Yazabileceklerini kanıtladıkları halde yazmamayı seçen, başarılı olacakları gün gibi açıkken, üne -diğer deyişle çoğunluğun beğenisine- arka dönen bu ret edebiyatçılarının “neden yazmıyorsunuz?” sorusu için türlü yazmama mazeretleri var. Kimisi “Celerino Amcam öldü” diyor: Başından geçenleri anlatarak yazarı besleyen Celerino Amca'nın uydurma mı, gerçek mi olduğunu bilmiyoruz. Kimisi anadili İspanyolca olan bir yazarın ingilizce öğrendiğinde kafasının karıştığını, latinlere özgü, ‘olayları olduğu gibi kabul etme' yetisini yitirerek felsefenin girdaplarında güvenini tükettiğini öne sürüyor. Bir diğeri, örneğin Rimbaud, iki kitabından sonra sanrıların envanterini tutmayı reddediyor. Socrates'in sonsuza dek süren yazamama hastalığı ile Rimbaud'nunkini ilintiliyor Vila-Matas.



“Ben hiç kimseyim”. Garcia Lorca, Bunuel, Dali gurubunun dördüncü üyesi ‘27 kuşağının beyni olarak kabul edilen Pepin Bello bu yanıtı veriyor soranlara ve ekliyor: “Ben asla yayımlama düşüncesiyle yazmadım. Yalnızca dostlarım için, gülmek için, ve şaka olsun diye yazdım.”

Marquerita Duras'nın “yazmak, aynı zamanda konuşmamaktır. Susmaktır. Sessizce ulumaktır.” sözleri, onun da Bartleby Sendromu'na yabancı olmadığını gösteriyor. Sayfalar ilerledikçe aklıma hep aynı soru takılıyor: Bizim yazarlarımız, sanatçılarımız arasındaki Bartlebyler'in izi sürülse, hangi isimlere, ne türlü vazgeçişlere ulaşılır? Bunları bilmeden edebiyatımızı, sanat ortamımızı kavramış sayılır mıyız? Selim İleri'nin Nisan 2005'te yayımlanan anıları ‘Kar Yağıyor Hayatıma' ‘Bizim Bartlebylerimiz' konusunda bir öncü sanırım.



Ret edebiyatçıları hiçbir şey yapmadan esin perisini beklenmek, bir dizede kullanacağı sıfatı çok uzun zamandır bulamamak, ne yaparsa yapsın hiçbir şey olamayacağına inanmak gibi bahanelere; ya da neden yazmadıklarına değin bir bahaneye gerek bırakmayacak biçimde, fiziksel olarak ortadan kaybolma yöntemine başvurmuşlar. Yakışmayan bir giysiyi giyer gibi, farklı renkteki yeteneğini moda olan edebi akımın kalıplarına uyma gayretiyle iğdiş eden retçilerden de söz ediliyor.


Basklı yazar Bernardo Atxaga, “bir arkadaşım bana günümüzde yazar olmak için hayal gücünden çok fiziksel güç gerektiğini söylemişti. ...Daha önce zararsızdı ama, günümüzde zorunlu. Havada bir değişiklik seziyorum. ...Ayrıca edebiyatı tanıtma biçimi de değişmekte.” diyor.
Atxaga gibi değişime uyum sağlamak istemeyenler, Bartlebyler'in suskun kulübüne yöneliyorlar çaresiz.


Kitabın ön ve arka kapağının iç yüzünde elli beş retçi yazarın fotoğrafları yer alıyor, Thomas De Quincey'den Robert Musil'e, Paul Valery'den Robert Walser'e yüzlerde ortak bir payda arıyorum. Gözler dikkatimi çekiyor, bilinenin ötesinde bir yere bakıyor gibiler. “Göz, beyin dokusunun devamıdır” diyen anatomi hocam aklıma geliyor.



Vila-Matas, ayrıntılı bir ret edebiyatı antolojisini, kuramsal bir edebiyat incelemesini, yazıp/yazmama sınırındaki bir yazarın güncesini, iyi öyküleri, ironilerle örülmüş eleştirel yaklaşımlarını tek satırı boşa harcamadan, 159 sayfaya sığdırmış. Kendisinin de Bartleby Kulübüne katılıp artık yazmama olasılığına karşı bir önlem belki de bu yoğun kitap



A.B.D. Burlington'da, gönderildikleri yayınevleri tarafından reddedilmiş ve hiç yayımlanmayan elyazmalarını toplayan ‘Brautigan Kütüphanesi' adlı bir kurum olduğunu da müjdeliyor yazar. Gönderilen hiçbir metnin reddedilmeyip, büyük bir saygı ile okunup, korunduğu bir yerin varlığını bilmek huzur veriyor insana.


‘Koşulsuz kabul' tüm kişilik gelişim süreçlerinin ortak hedefi değil mi? Sayısız benzerimiz arasından sıyrılıp fark edilmek, farklılığın sağladığı ayrıcalıkları feda etmeksizin yine de kabul görmek. Sevimli çocukluk halleri, karnede iyi notlar, başarılı ilişkiler, toplumda saygınlık getiren işler ya da tam tersi: uç yaşamlar, marjinalite, anarşi...



Bartleby sendromuna tutulan yazarların kendini yaşamdan yalıtma, susma, yapabileceklerini yapmama, içe kapanma seçimlerine günümüz psikiyatrisi ‘depresyon' diyor. Bu belirtiler üç haftadan uzun sürdüyse, 20-30 mg.lık bir tabletle tedaviye başlanıyor. İlacın prospektüsüne “mizaç değişikliği yapar” diye not düşülmüş. Gerçekten de iman tahtasına çöreklenmiş müzmin ağırlık iki hafta içinde azalıyor, sonra garip bir cesaret beliriyor: Sokakta rastlanılan yabancılarla kaldırım sohbetleri... Yıllardır aranmayan arkadaşlara nasılsın telefonları... Kırmızı ya da pembe giysiler... Hezeyan ve karamsarlıkla dolu günlüklerin yerini alan komedi filmleri...



Günde bir kez alınan haplarla mizaç değişiyor. Peki, gerçek hangisi?

Vila-Matas, çok yerinde bir yaklaşımla Katip Bartleby'i Kafka'nın ‘Günceler'indeki ‘Bekar'ın öncüsü olarak yorumluyor.


Ret Kulübü'nün onur üyelerinden olan Kafka -ki ona günde bir yetmeyebilirdi-, günde iki kez o haplardan içse, neye dönüşürdü?


Yaratıcı zihin yoğun algılarını harmanlayıp, saptanmış kalıpların dışında yeni varoluşlar kurgulayarak, gerçeği hiçleştirme yeteneğindedir. Haplarla oluşabilecek değişimlerin bin türlüsünü kendi içinde yapabilmektedir zaten. Teşhisler ve tabletlerin kapsama alanı dışındadır. Hiçliğe bir anlam bulabilmek ya da onu teşhir etmek için yazma çabasını sürdürür; ya da sözcüklerin, dahası, kendi varlığının bile kanıt oluşturamayacağı hiçlikte erimeyi seçer. Görünürdeki bu teslimiyet, kopuşun ta kendisidir aslında.


Yakından bakıldığında yazma ve yazmama nedenlerinin birbirinden çok da farklı olmadığı ortaya çıkıyor. Yapmamayı yeğlemek ve yapmayı denemek karşıt duruşlar gibi görünse de, ‘hayır' ve ‘evet' arasındaki gerilim, sanatın dinamiğini oluşturuyor.


Evdeki kanepenin köşesine çekilip Bartleby ve Şürekası'nın dahiyane yalnızlıklarını, trajik suskunluklarını, sevdiği için canına kıyan tutkulu bir aşığınkini andıran vazgeçişlerini okuyunca, kitap fuarında karşıma dikilen binlerce ciltten duyduğum korku azaldı, edebiyatın her zaman var olacağına dair inancım güçlendi.


Enrique Vila-Matas'ın Del Giudice'ten alıntıladığı tümcenin altını mavi keçeli kalemle çizdim: “Eğer bir metin değer kazanmak istiyorsa, yeni yollar açmak ve henüz söylenmemiş olanı söylemeye çalışmak zorundadır.”


Ret labirentlerinde geleceğin edebiyatına dair akıl ve umut dolu kapılar var, aralayıp bakmamız için.