Mesajı Okuyun
Old 10-03-2010, 15:45   #3
Av. Bülent Sabri Akpunar

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2009/4-273
K. 2009/314
T. 1.7.2009
• KIZLIK BOZMA ( Tarafların Bekar Oldukları da Gözetildiğinde Davacının Davalı Tarafından Evlenme Vaadi İle Kandırıldığı ve Bunun Etkisi Altında Gerek Fiziksel Gerek Ruhsal Anlamda Zarara Uğratıldığı - Manevi Tazminat İsteminin Kabulü Gereği )
• MANEVİ TAZMİNAT ( Kızlık Bozma - Tarafların Bekar Oldukları/Davacının Davalı Tarafından Evlenme Vaadi İle Kandırıldığı ve Bunun Etkisi Altında Gerek Fiziksel Gerek Ruhsal Anlamda Zarara Uğratıldığından Kabulü Gerektiği )
• EVLENME VAADİ İLE KIZLIK BOZMA ( Manevi Tazminat İsteminin Kabulü Gereği - Tarafların Bekar Oldukları/Davalı Tarafından Evlenme Vaadi İle Kandırıldığı ve Bunun Etkisi Altında Gerek Fiziksel Gerek Ruhsal Anlamda Zarara Uğratıldığı )
818/m.47
ÖZET : Dava, manevi tazminat istemine ilişkindir. Toplumumuzun geleneksel yapısı ve tarafların yaşadıkları sosyal çevre de gözetildiğinde; davalının davranışları ve iknası sonucunda, evlenecekleri inancına kapılan davacının, taraflar arasında meydana gelen yakınlaşma sonucunda cinsel ilişkiye girerek kızlığının bozulması olgusunun toplumda açığa çıkması halinde gelecekte onun yeni bir evliliğe adım atarken kendine olan güvenini sarsacağı, belki de evleneceği insan veya çevresindekiler tarafından böyle bir durumun varlığının aleyhine kullanılabileceği, kaçınılmaz bir gerçektir. Aynı sosyal çevreyi paylaşan davalının, davacının içine düşeceği bu durumu da gözeterek, daha hassas davranmasının, ondan beklenen ve olması gereken bir davranış modeli olduğu da unutulmamalıdır.

Tarafların bekar oldukları da gözetildiğinde, davacının, davalı tarafından evlenme vaadi ile kandırıldığı ve bunun etkisi altında gerek fiziksel gerek ruhsal anlamda zarara uğratıldığı ve bundan elem ve üzüntü duyduğunun kabulü gerekir. Diğer taraftan, davacılardan annenin de, aynı olaydan etkilenip, utanç duyduğu ve kızının her an intihara kalkışma olasılığı ile yanından ayrılamadığı, kızının geleceği hakkında kaygıya kapıldığı, dosya kapsamından anlaşılmakla; bu davacının manevi zarara uğradığı da kabul edilmelidir. O halde, yerel mahkemece davacılar lehine manevi tazminata hükmedilmiş olması, usul ve yasaya uygundur.

DAVA : Taraflar arasındaki "Manevi Tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda;Çerkezköy 2.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 18.7.2007 Tarih; 81-331 sayılı kararın incelenmesi,davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin 27.10.2008 Tarih ve 2147-12840 sayılı ilamı ile;

( ... dava manevi tazminat istemine ilişkindir.Davacılardan Fatma, davalının, kendisi ile evlenme vaadi ile cinsel ilişkiye girip kızlığını bozduğunu, bir hafta sonra kendisini terk ettiğini, bu sebeple sağlığının bozulduğunu, halen tedavi altında olduğunu beyan ederek, diğer davacı ise kızının sağlığının bozulması ve intihar tehlikesi nedeni ile hastanede sürekli yanında kaldığını, bu durumdan fazlası ile üzüntü duyduğu gibi toplumun ahlak anlayışı nedeni ile küçük düştüğünü beyan ederek ayrı ayı manevi tazminat isteminde bulunmuşlardır. Mahkemece davacıların manevi tazminat istemlerinin kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Davacı, dava konusu olayın meydana geldiği 2004 yılında reşit ve mümeyyizdir. Resmi nikah olmaksızın kendi iradesi ile ilişkiye girmeyi kabul etmiştir. Buna rağmen evlilik vaadi ile kandırılıp kızlığının bozulduğu iddiası ile manevi tazminat isteminde bulunamaz. Kaldı ki 5237 sayılı Yeni TCK da ergin ve mümeyyiz kişiler arasında evlenme vaadi ile kızlık bozmak ta suç olmaktan çıkarılmıştır. Şu durumda manevi tazminat isteminin reddine karar vermek gerekirken, yazılı şekilde kısmen kabul edilmiş olması doğru görülmemiş, bu nedenle kararın bozulması gerekmiştir.

Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenle BOZULMASINA, bozma nedenine göre öteki yönlerin şimdilik incelenmesine yer olmadığı... ),

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, manevi tazminat istemine ilişkindir.

Davacılardan Fatma’nın, evlenme hazırlığında olduğu davalı ile zaman zaman buluştuğu, böyle bir buluşma sırasında 19.03.2004 tarihinde cinsel ilişkiye girmesi sonucu kızlığının bozulduğu; davalının evlenmekten vazgeçmesi üzerine depresyona girdiği ve hastanede tedavi gördüğü olguları; dosya kapsamı, toplanan deliller, dinlenen tanık beyanları, dosyaya sunulan ev eşyalarına ilişkin faturalar, 25.05.2004 tarihli cinsel saldırı raporu ve davalı tarafın temyiz dilekçesinde yer alan tevil yollu ifadelerden anlaşılmaktadır.

Ayrıca, bekar olan davalının gerek ilişki öncesinde gerekse ilişki sonrasında, ailesini de yanına alarak yine bekar olan davacının ailesi ile tanışmak, buluşmak, ev eşyalarını birlikte borçlanarak almak gibi tavır ve davranışlara girerek, davacıda evlenecekleri yönünde kuvvetli inanç oluşturduğu da belirgindir.

Davalının “evlenme vaadi ile kızlık bozma” eylemi, suç tarihi olan 19.03.2004 tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 423. maddesi gereğince suç teşkil etmektedir. Nitekim davalı hakkında davacı Fatma’nın evlenme vaadiyle kızlığını bozmak suçundan 765 Sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 423/1 maddesi uyarınca cezalandırılması istemi ile Çerkezköy Asliye Ceza Mahkemesine dava açılmıştır. Suç tarihinden sonra ve ceza davasının yargılaması devam ederken, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı yasa ile 765 sayılı yasa yürürlükten kaldırılmış; bu eylem ise suç olarak düzenlenmemiştir. Ceza Mahkemesi, 29.9.2005 tarihli kararı ile anılan yasal değişikliği esas alarak sanığın eyleminin suç olmaktan çıktığı gerekçesi ile davalı hakkında beraat kararı vermiştir.

Hemen belirtmelidir ki, ceza yasalarında suç olarak düzenlenmemesi olgusu, hukuk yargılaması açısından o eylemin haksız eylem olarak nitelendirilmesine engel oluşturmaz. Kaldı ki, somut olayda olduğu gibi, gerçekleştiği tarihte suç olan bir eylemin daha sonra suç olmaktan çıkarılması da varılacak sonuca etkili görülemez.

Toplumumuzun geleneksel yapısı ve tarafların yaşadıkları sosyal çevre de gözetildiğinde; davalının davranışları ve iknası sonucunda, evlenecekleri inancına kapılan davacının, taraflar arasında meydana gelen yakınlaşma sonucunda cinsel ilişkiye girerek kızlığının bozulması olgusunun toplumda açığa çıkması halinde gelecekte onun yeni bir evliliğe adım atarken kendine olan güvenini sarsacağı, belki de evleneceği insan veya çevresindekiler tarafından böyle bir durumun varlığının aleyhine kullanılabileceği, kaçınılmaz bir gerçektir. Aynı sosyal çevreyi paylaşan davalının, davacının içine düşeceği bu durumu da gözeterek, daha hassas davranmasının, ondan beklenen ve olması gereken bir davranış modeli olduğu da unutulmamalıdır.

Tüm bu olgular birlikte ele alındığında ve tarafların bekar oldukları da gözetildiğinde, davacının, davalı tarafından evlenme vaadi ile kandırıldığı ve bunun etkisi altında gerek fiziksel gerek ruhsal anlamda zarara uğratıldığı ve bundan elem ve üzüntü duyduğunun kabulü gerekir.
Diğer taraftan, davacılardan anne Boncuk Gümüş’ün de, aynı olaydan etkilenip, utanç duyduğu ve kızının her an intihara kalkışma olasılığı ile yanından ayrılamadığı, kızının geleceği hakkında kaygıya kapıldığı, dosya kapsamından anlaşılmakla; bu davacının manevi zarara uğradığı da kabul edilmelidir.

O halde, yerel mahkemece davacılar lehine manevi tazminata hükmedilmiş olması, usul ve yasaya uygun olup, direnme yerindedir.

Ne var ki, tazminatın miktarına ilişkin temyiz itirazları incelenmediğinden, dosyanın bu inceleme yapılmak üzere Özel Daireye gönderilmesi gerekir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle, tazminat miktarına ilişkin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 4.Hukuk Dairesine gönderilmesine, 01.07.2009 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY :

Dava, ayırt etme gücüne sahip ( eski tabirle farik ve mümeyyiz ) aynı zamanda reşit olan davacının evlenme vaadi ile kızlığının bozulması nedeniyle davalı hakkında açtığı manevi tazminat davasıdır.

Öncelikle, “evlenme vaadi ile kızlık bozma” ismi altında gerek hukuk ve gerekse ceza yasalarımızda herhangi müessese ve düzenleme yoktur. Zira Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra 5237 sayılı yasa gereğince evlenme vaadi ile kızlık bozma suçu suç olmaktan çıkarılmıştır.

Uyuşmazlık, reşit ve mümeyyiz olan bir kişinin ( kadının ) bir süre birlikte yaşama veya ileride evleneceğiz sözü nedeniyle kızlığının bozulmasından dolayı manevi tazminat isteyip istemeyeceğinden kaynaklanmaktadır.

Uyuşmazlıkla ilgili sonuca varabilmek için öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemelerden bahsetmek gerekir.

TMK’nun ( 8 ) nci maddesine göre, “Her insanın hak ehliyeti vardır. Buna göre bütün insanlar hukuk düzeninin sınırları içinde haklara ve borçlara ehil olmada eşittir.”

TMK’nun ( 9 ) ncu maddesine göre, “Fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleri ile hak edinebilir ve borç altına girebilir.”

TMK’nun ( 10 ) ncu maddesine göre, “Ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan her ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.

TMK’nun ( 11 ) nci maddesine göre, “Yaş küçüklüğü, akıl hastalığı sarhoşluk ve bunlara benzer sebeplerden biri ile akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.”

TMK’nun ( 3/2 ) maddesine göre, “Ancak, durumun gereklerine göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimse iyi niyet iddiasında bulunamaz.”

TMK’nun ( 2 ) nci maddesine göre, “Herkes, haklarını kullanırken borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.

Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.”

TMK’nun ( 24/1 ) maddesine göre, “Hukuka aykırı olarak kişilik haklarına saldırılan kimse hakimden saldırılara karşı korunmasını isteyebilir.”

BK’nun ( 23 ) ncü maddesine göre, “Akit yapılırken esaslı bir hataya duçar olan taraf o akit ile ilzam olunamaz.”

BK’nun ( 25 ) nci maddesine göre, “Hataya duçar olan taraf hüsnüniyet kaidelerine muhalif bir surette ona istinat edemez.”

BK’nun ( 28 ) nci maddesine göre, “Diğer tarafın hilesi ile akit icrasına mecbur olan tarafın hatası esaslı olmasa bile o akit ile ilzam olunmaz.”

BK’nun ( 29 ) ncu maddesine göre, “Eğer iki taraftan biri diğer tarafın yahut üçüncü bir şahsın ikrahiyle ( zoruyla ) bir akit yapmış olursa, kendi hakkında lüzum ifade etmez.

BK’nun ( 47 ) nci maddesine göre, “Hâkim hususi halleri nazara alarak cismani zarara düçar olan kimseye manevi zarar namı ile adalete muvafık tazminat verilmesine karar verebilir.”

BK’nun ( 49/1 ) maddesine göre, “Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namı ile bir miktar para ödenmesini dava edebilir.

Yukarıda belirttiğim yasal düzenlemelerden yola çıkarak,

Kadın ile erkek arasında birinin diğerine karşı hak ve borçlar yönünden eksiklik ve üstünlüğü yoktur. Erkek ve kadın haklara ve borçlara ehil olmada, şehirli, taşralı, doğulu, batılı ayırımı yapılmaksızın yasalar önünde eşittir. On sekiz yaşını bitirip ergin olan akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan dolayısıyla ayırt etme gücüne sahip olan her kadın ve erkek eşit olarak fiil ehliyetine sahiptir. Fiil ehliyetine sahip ve eşit olan her kadın ve erkek kendi fiilleri ile hak edinebilir ve borç altına girebilir. İradeyi fesat’a uğratan hata, hile ve ikrah sonucu eylemde bulunmak zorunda kalan kadın ve erkek bu eylemlerinden sorumlu olmazlar. Ancak, durumun gereklerine göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kadın ve erkek iyi niyet iddiasında bulunamaz. Kötü niyetli kadın veya erkeği hukuk düzeni korumaz. Kadın olsun erkek olsun kendisine karşı bir eylem yapılması nedeniyle manevi tazminat isteyebilmesi için ya cismani zarara uğradığını ya da hukuka aykırı bir şekilde kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu kanıtlaması gerekir tespitleri sonucuna varılır.

Bu tespitlerden sonra somut olayımıza döndüğümüzde olayımız, reşit ve mümeyyiz olan kadın ve erkek kendi rızaları ile sonuçlarını da bilerek ve düşünerek arkadaşlık kurmuşlar ( evlilik düşüncesi ile de olabilir ) bir kadının rızası ile kızlığı bozulmuş ama ne var ki bu birliktelik evlilikle sonuçlanmadan ayrılma ile son bulma şeklinde gerçekleşmiştir.

Anlatılan olayımız nedeniyle davacı kadın tarafından manevi tazminat istenebilmesi için yukarıda tek tek yazdığım düzenlemelerden TMK’nun 24/1, BK’nun 47 ve 49 ncu maddelerindeki koşulların oluşması gerekir.

Olayımızda, davacı kadın cismani zarara uğramadığı gibi ve bu konuda iddiada olmadığından BK’nun 47 nci maddesinin uygulanmasının koşulları yoktur.

TMK’nun 24/1 maddesi ile BK’nun 49 ncu maddesinin uygulanarak tazminata karar verilebilmesi için davacının kişilik haklarına HUKUKA AYKIRI bir şekilde saldırıldığının kesinleşmesi gerekir. Olayla ilgili davalının eylemi ceza kanunlarına göre suç değildir. Erkeklerle eşit haklara sahip, onsekiz yaşını bitirip ergin ve ayırt etme gücüne sahip olan davacı kadın kendisine zor ( cebir-şiddet ) kullanıldığını, hile yapıldığını da iddia ve ispat etmediğine, hatalı davrandı ise, TMK’nun ( 3/2 ) maddesine göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimse iyi niyetli sayılamayacağına göre, ortada davalının eyleminin hukuka aykırı olduğunu söylemek mümkün değildir. Ortada hukuka aykırı bir eylem yoksa TMK’nun 24/1 ve BK’nun 49 ncu maddelerinin uygulanma koşulları da dolayısıyla tazminat verilmesi koşullarıda gerçekleşmemiştir.

Ergin ve ayırt etme gücüne sahip kadınların erkeklerle eşit olduğunu, seçimlerde iktidarları belirleyecek oy verme hakkının bulunduğunu, evlenme veya evlenmeme veya evlilik harici moda tabirle düzeyli ( seviyeli ) birlikte yaşama kararını verme hakkının bulunduğunu kabul ettiğimiz kadının somut olayımızda olduğu gibi, cinsel ilişkiye girerken karar vermekten aciz, kandırılmış olabileceğini kabul etmek, yukarıda belirttiğim yasal düzenlemelere aykırı olduğu gibi, kendi içinde çelişkili olan tazminat verilmesine ilişkin gerekçeleri de anlayabilmiş değilim.

Her şey bir tarafa ortada hatalı kabul edilebilecek bir davranış varsa bu hata, tamamen erkeklerle eşit olan reşit ayırt etme ve karar verme güç ve yetkisine sahip olan iradesinin hile ve zorla değiştirildiğini iddia ve ispat etmeyen davacı kadına aittir. Ve yukarıda belirttiğim gibi, TMK’nun ( 3/2 ) maddesine göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimse iyi niyet iddiasında bulunamayacağı gibi, TMK’nun ( 2/2 ) maddesine göre de böyle bir kimseyi hukuk düzeni korumaz.

Bu nedenlerle evlenme vaadi ile kızlık bozulduğu iddiası ile davacı kadın lehine manevi tazminata karar verilmesinin yasal dayanağı ve koşulları bulunmadığından sayın çoğunluğun görüşlerine katılmıyorum.

Üye

Kamil Kancabaş

yarx