Mesajı Okuyun
Old 23-11-2005, 19:43   #30
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

ÇOCUK HAKLARI ve TÜRKİYE

Prof. Dr. Oğuz POLAT






Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 20 Kasım 1989 yılında Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilmesinin üzerinden 15 yıl geçti. Geçtiğimiz 20 Kasımla birlikte bu hafta ülkemizdeki çocuk haklarının durumuna genel bir bakış atarak durumu irdelemenin yararlı olacağını düşünüyorum.



Türkiye, Sözleşme’nin ilan edildiği ilk oturumda merhum Cumhurbaşkanı Özal tarafından imzalanarak Sözleşme’ye ilk imzacı ülkelerden birisi olmasına karşın, ikinci aşaması olan meclisten geçme aşaması için 5 yıl beklemek zorunda kalmıştır. Çocuk Hakları Sözleşmesi ancak 27 Ocak 1995 tarihinde 22184 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak 4058 sayılı yasa ile iç hukuk kuralına dönüşmüştür. Üçüncü aşama olan iç hukuk maddelerinin Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne uygun olarak değiştirilmesi ise halen süren bir aşamadır. Bu konuda da daha çok yapılacak iş olduğunu söyleyerek durum saptaması yazısına devam edelim.



Haklar açısından irdelediğimizde çocukların; korunma, yaşatılma, geliştirilmesi ve katılımları için yeterli düzeye gelemediği ve çocukların yüksek yararı için olması gereken koşulların ülkemizde hala oluşmamış olduğu görülmektedir.



Her geçen gün hızla artan çocuğa yönelik fiziksel istismar olguları, cinsel istismar, çocukların sokağa düşmeleri, suça itilmeleri ve uyuşturucu kullanımları ciddi bir problem olarak karşımıza çıkmaktadır.



Gerekli sayısal verilerin yetersizliği bu konuda çalışanların en önemli problemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Örneğin çocuğa yönelik şiddet konusuna genel görüş, yoğun bir şiddetin olduğu şeklinde olmasına karşın buna ilişkin ülke genelinde gerçekleştirilmiş bir araştırmanın olmaması ve sadece kesitsel çalışmalarla fikir yürütüldüğünü belirtmek gerekmektedir. Ancak bu durumun olayı hafifletmediğini ve gerçekten yaşanan şiddetin yoğunluğunun günlük yaşama yansıdığını da belirtmek gerekir.



1993 yılında, Türkiye'de toplam nüfus içindeki korunmaya muhtaç çocukların (0-18 yaş) sayısının (yüzde 2'lik muhtaç oranına göre) 524.141 olduğu bulunmuştur. Ancak bu rakamların gerçek rakamlara göre çok düşük olduğu, gerçek rakamların çok daha yüksek olduğu düşünülmektedir. 2001-2005 Türkiye’de Çocuk ve Kadınların Durumu Raporunda yaklaşık 500.000 sayısından bahsedilmekte, kesin bir sayı verilememektedir. Nüfusun (yüzde 10 oranına göre) 2.710.000'inin ise özürlü olduğu varsayılmaktadır. Bu rakamların olanın ancak çok küçük bir yüzdesini yansıttığını belirtmek gerekmektedir. Çünkü bir çok olay ortaya çıkmadığı gibi, sayısal verilerin toplanamaması ya da kamunun kendinden var olan bu rakamları kamuoyunun bilgisine sunmaması gerçek tablonun ortaya çıkmasını engellemektedir..



Çocuk Hakları Sözleşmesi ile genel yönetimler çocuk istismar ve ihmalinin önlenmesi için öncelikle durum tespiti yapmalı ve ihtiyaçları, sorunları belirlemelidir. Şu anda resmi makamlarca bu yönde yürütülen yeterli çalışma bulunmamaktadır. Hastaneler ve adliyelere yansıyan olgulardan da gerçekçi bir sonuç elde etmek de mümkün değildir. Çünkü, çoğu kez buradaki kayıtların "kaza sonucu yaralanma veya ölme" şeklinde tutulduğu bilinmektedir.



Özellikle cinsel istismarın kayıt-dışı ve gizli kaldığı gözlenmektedir. Aile içinde ortaya çıkan ensest ilişkinin ancak hamilelik veya yıllar sonra ortaya çıkması bu olayların gizli kalmasına ve olaya maruz kalan çocuklara yardım edilememesine neden olmaktadır. Ülkemizde görülme sıklığı az olmayan, ancak kayda geçen olguların sayısının gerçekleri yansıtmadığı görülmektedir. Cinsel istismar olguları için başvuru merkezlerinin olmayışı bu olaylara eğilinmesini güçleştirmektedir.



İstismar olgularında istismarcının cezalandırılmasını öngören bazı düzenlemeler olmakla birlikte bunlar uygulamada caydırıcı nitelikte değildir. Zira, uygulamacılar bu eylemleri önemli suçlar olarak görmemekte ve failleri en hafif iddialar ile itham etmekte ve yargılamaktadırlar. Cinsel istismar olgularında fiziksel hasar (Kızlık zarının yırtılması, anüs de izler gibi) arandığı bu izler tespit edilse dahi kimin tarafından yapıldığına ilişkin delil (özellikle tanık) bulunması genellikle mümkün olmadığı ve psikolojik veriler delil olarak kullanılmadığı için çoğu kez tacize uğrayan çocuk yargılama sürecinde daha fazla zarar görmektedir. Bu tür çocukların mahkeme önünde dinlenmelerine ilişkin sosyal ve psikolojik destek verecek servisler bulunmadığından yargılama süreci bu çocuklar için istismarın izlerinin derinleştirildiği süreçler olmaktadır.



SHÇEK’in son 5 yılda haklarında koruma kararı alınan çocukların karar alınma nedenlerine göre dağılımına bakıldığında çocukların %18.6 sının anne veya babası çocuğu ihmal veya istismar ettiği veya böyle bir risk ortada olduğu için haklarında korunma kararı alınmıştır. 942 kız ve 1736 erkek olmak üzere 2678 çocuk hakkında alınan koruma kararı tümü 14398 olan son 5 yıldaki koruma kararlarında ekonomik nedenlerden sonra 2. en sıklıkla görülen olgudur.



Buna karşın çocuklara yönelik bu konuda alınan tedbirlere baktığımızda öncelikle çok büyük bir altyapı problemiyle karşı karşıya olduğumuz görülmektedir. "AB üyesi bir ülkede annesinden dayak yiyen bir çocuğun ailesinden alınması ilk koşuldur. Ama Türkiye'de böyle bir düzenlemeyi Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu'nun (SHÇEK) bugünkü yapısıyla uygulamaya geçirmenin mümkün olmadığı kamuoyu tarafından Malatya olayları örneğinde olduğu gibi açıkça gözükmektedir. Bunun gerçekleşebilmesi için çalışan elemanlarından başlayarak kurum hizmet alanına kadar çok büyük problemlerin aşılması gerekmektedir.



Sözleşme’nin imzalanmasından önce olduğu gibi, bugün de çocuk istismar ve ihmalinin önlenmesi konusunda ne genel ne de yerel yönetimlerin bir politikası bulunmamaktadır. Bu nedenle çok sayıda çocuk sokakta yaşamakta, ölmekte, tacize uğramaktadır. Bu konuda önleyici herhangi bir program geliştirilmediği gibi, koruyucu ve rehabilite edici programlar da bulunmamaktadır. Bu nitelikteki özel girişimler ise bu tür hizmetlerin sadece devlet eliyle verilebileceği gerekçesi ile engellenmektedir. Uzman derneklerin kurum bakımı için yerler açması devletin denetimi altında görev yapmasının önü açılmalıdır.



İstismarla birlikte sokağa düşen çocukların sayısının artması da bir başka göz ardı edilmemesi gereken boyuttur.



Çarpık kentleşme, düşük sosyo-ekonomik düzey, göç ve beraberinde getirdiği sağlıksız yerleşim bölgeleri, parçalanmış aile, aile içinde şiddet, değişik eşler ve onların çocukları, cinsel ve duygusal istismar eğitimsizlik ve her türlü istismar ve ihmal çocukları ailenin dışına, başıboşluğa ve sonuçta sokağa itmektedir. Bu kentleşmenin sonucu olarak sokak çocuklarının sayısındaki artış endişe verici boyutlara doğru yükselmektedir. Sanayileşmiş bölgelerde diğer bölgelere göre daha fazla gelir kazanma olanakları ve sosyal sorunlar nedeniyle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan büyük kentlere göç akımı meydana gelmektedir. Gidilen yerlerde sosyal desteğin yetersizliği ile entegrasyon eksikliğinin sokakta bulunan çocukların sayısını arttırmaktadır.



Türkiye’nin üçüncü büyük kenti olan İzmir’de okul çağındaki sokak çocuklarının sayısı 2-3 yıl gibi kısa sürede iki katına çıkmıştır. İstanbul, Ankara, Antalya, Mersin, Diyarbakır ve Van‘da da siyasal huzursuzluğun etkilediği kırsal alanlardan sürekli göç gelmesi nedeniyle sokak çocuklarının sayısının arttığı bildirilmektedir.



Özellikle çocuklara yönelik kurulması gereken mekanizmaların kurulması konusundaki yetersizlikler ön plana çıkmakta. Buna en büyük örnek; çocuk mahkemeleridir. Bugüne kadar tüm merkezlerde kurulması gereken çocuk mahkemelerinin sadece 11 adet olması hayal kırıklığı yaratmanın da ötesinde çok vahim bir boyuttur. Adalet Bakanlığı’nın öncelikleri içinde bunun yer almaması Bakanlığın çocuğa bakış açısını da yansıtan bir durumdur.



Bu konuda çalışanların karşısına çıkan en büyük pratik problem çocuklarla sadece Sosyal Hizmetler Kurumu’nun ilgilenmesine izin veren kanun ve yönetmeliklerdir. Bugün de çözülemeyen bir problem olarak duran; “çocuklarla ilgili tüm girişimleri sadece Sosyal Hizmetler Kurumu yapar” yaklaşımının ağır aksak yürüyen hizmetleri durma noktasına getirmektedir. Yetersizliklerin yanı sıra SHÇEK çalışanlarının kendileri dışındakilerle girdikleri çatışma, dışlama ya da özellikle STK ları sadece onlara bağış yapacak kişiler olarak görmeleri problemi büyütmektedir. Halbuki SHÇEK dışında özellikle sivil toplum kuruluşları ve yerel yönetimlerin dünyada olduğu gibi başrolü üstlenmesi çok önemlidir.



Bunu söyleyince de sosyal hizmet uzmanlarının ve diğer meslek elemanlarının kalite ve sayısal problemini gündeme getirmek gerekmektedir. Bu kadar çok sayıda üniversitenin bir gecede kuruluverdiği ve her yerde idari bilimler fakültelerinin açıldığı ortamda halen tek bir okulun sosyal hizmet uzmanı yetiştirmesi gerçekten aymazlık denilecek bir durumdur. Sadece tek bir okulun yıllık 30’a yakın uzman mezun ettiği bir ortamda bu sistemi oturtabilmenin olası olmadığı açıktır. Okulların artık açılması ve sosyal hizmetler konusunda çalışanların sayısının ve kalitesinin arttırılmasıdır.



Halen SHÇEK bünyesinde 83 çocuk yuvası, 97 yetiştirme yurdu, 6 sı sokakta çalışan çocuklara, 2 si sokakta yaşayan ve çalışan çocuklara hizmet vermek üzere toplam 10 çocuk ve gençlik merkezi, 22 rehabilitasyon merkezi,10 toplum merkezi ve 1 ergen danışma merkezi bulunmaktadır.



Devletin her geçen yıl genel ülke bütçesinden azalan oranlarda Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’na pay ayırdığı görülmektedir. Bu senenin bütçesinde her yıldan daha az olarak ancak genel bütçenin %0.17 gibi bir oranın ayrılmış olması bu konudaki en çarpıcı görünüm olarak ortaya çıkmaktadır.


Son Türk Ceza Kanunu (TCK) değişiklikleri de somut bir örnektir. Burada çocuk, suçlu olarak nitelenmektedir. Aynı temel felsefede yanlışlık bulunmaktadır. Bu haliyle yeni Ceza Kanununda çocuk, kanun karşısında eskisinden de korumasız durumdadır. Bu durumda çocuğu topluma kazandırmak yerine toplum dışına itilmesi söz konusudur.


Kanunla itilafa giren çocuklara uygulanacak hükümlerin T.C.K'.dan çıkarılması ilk adımdır. Bunun yerine, çocuklara özel bir kanun hazırlanması gerekmektedir. Ceza sorumluluğu yaşı, çocuklara öncelikle koruyucu tedbirlerin uygulanmaması ve ceza öngörülmesi; mahkemelerin tüm olaylarda sosyal inceleme yapması gerekliliği ve çok iyi yapılandırılmış bir çocuk koruma mevzuatı ile sisteminin hayata geçirilmesi öncelikler olarak ön plana çıkmaktadır.



Kanunla ihtilaf halindeki çocuklara uygulanacak esaslar TCK kapsamından çıkarılmalı, özel bir kanun ile düzenlenmelidir. Çocuklara özel bir kanun hazırlanarak derhal yürürlüğe konulmalıdır.



Türkiye'de Çocuğun Durumu başlığı altında ana başlıklar halinde konuya baktığımızda çocuğun durumunun çok da parlak olduğunu söylemek güçtür. Özellikle çocuğun tek başına birey olarak değerlendirilebilmesine yönelik temel bakış açısının noksanlığı dikkati çekmektedir. Bununla ilgili en iyi gösterge çocuğun katılım hakkının olmamasıdır. Çocuk kendisiyle ilgili hiçbir kararı alma ve bu karara katılma hakkına sahip değildir. Çünkü çocuk ile ana babası arasındaki durum bir velayet ilişkisine değil velayet hakkına dayanmaktadır. Türkiye'de velayet hala yetişkinlere çocuklar üzerinde hak veren bir statüdür. Başka bir deyişle çocuklarla ilgili kararları anne-baba çocuğa danışmadan, kendi başlarına verirler. Çocuğun toplumsal yaşamda da katılım eksikliğine en iyi örnek çocuğun sendika üyesi olabilmesi için 16, dernek üyesi olabilmesi için ise 18 yaşına gelmesi gerekmektedir. Çocukların okul yönetimine katılımları da özel konumları bakımından yeterli değildir. Tüm bunlar çocuğun bir birey olarak kabul edilmediği ve onun yetiştirilmesine yönelik yeterli yatırım ve girişimin olmadığı sonucunu getirmektedir.



Türkiye’nin en büyük problemi bir çocuk politikası geliştirmemiş olması sadece günlük tedbirlerle durumu idare etmeye çalışmasıdır. Çocuk politikasının oluşturularak en azından kısa ve orta dönemli stratejilerin oluşturulması gerekmektedir. Çocuk politikasının olmaması en büyük handikaplardan birisi olarak dikkati çekmektedir.



2005 yılında çocuk haklarının Türkiye’de yaşama geçmemiş olduğunun saptamasını yaparak gelecekte çocuğun birey olarak kabul edildiği şeffaf bir ortamda buluşma dileğiyle.



Kaynak Gösterimi : Prof. Dr. Oğuz POLAT, ÇOCUK HAKLARI ve TÜRKİYE, www.0-18.org Vurursan Kırılır - Haftanın Yorumu 090, 2005