Mesajı Okuyun
Old 05-08-2011, 09:28   #17
Av. İbrahim YİĞİT

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Evran KIRMIZI
Bence Sayın kezzy ikna olmuş ise de benim görüşüm tasarrufun iptali davası açılamayacağı yönünde. Öte yandan dosya borçlusu olmayan 3.kişiye (yeni malike) karşı takibin devam ettirilemeyeceği yönündeki Sayın Yiğit'in görüşüne de katılıyorum. Alacaklı taraf açısından umutsuzum ama bir şeyler arıyorum.

Şöyle de bir şeyler buldum:

T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 2008/1-660

K. 2008/677

T. 5.11.2008

• TAPU İPTALİ VE TESCİL ( Davacının Taşınmazı Alacaklılardan Mal Kaçırmak Amacıyla Davalıya Temlik Ettiği ve Davalının Bedel İadesine Rağmen Taşınmazı İade Etmediği - Mal Kaçırma Amacının Kesinleşen İlamla Tespit Edilmesinin Tescil Davası Açısından Güçlü Bir Delil Teşkil Edeceği )

• ALACAKLIDAN MAL KAÇIRMAK AMACIYLA TEMLİK ( Asliye Ticaret Mehkemesinde Mal Kaçırmanın Tespit Edildiği/İlamın Kesinleştiği - Tapu İptali Davası Açısından Güçlü Bir Delil Teşkil Edeceği )

2004/m.277

ÖZET : Davacı, maliki olduğu beş parça taşınmazı davalıdan aldığı borca teminat olmak ve diğer alacaklı ve bankalardan mal kaçırmak amacıyla davalıya temlik ettiğini, davalının, borçları için ödediği bedeli iade etmek istemesine rağmen, kabul etmeyerek taşınmazları iade etmediğini, Asliye Ticaret Mahkemesinde görülüp kesinleşen ilamda taşınmazların alacaklılardan mal kaçırmak amacıyla davalıya temlik edilidiği hususunun saptandığını ileri sürerek, taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile adına tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı, davacının taşınmazları satışa çıkarması üzerine satın aldığını, hem taşınmazın üzerindeki ipotekleri kaldırdığını cevaben bildirmiştir.

Tapu iptali ve tescil davası sonucunda; mahkemece tasarrufun iptaline ilişkin bu davanın inançlı işlem olgusunu kanıtlanamayacağı gerekçesi ile önceki kararda direnilmiş ise de, anılan bu dava davacının mal kaçırmak amacıyla taşınmazları düşük bedelle devrine ilişkin iradesini ortaya koyma yönünden güçlü bir delil teşkil eder. Mahkemece bu husus gözönünde bulundurularak hüküm kurulmalıdır.

DAVA : Taraflar arasındaki “Tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 6. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 26.2.2007 gün ve 5/81 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 3.12.2007 gün ve 11510-11673 sayılı ilamı ile,

( ... Dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına ve özellikle davada dayanılan hukuki sebebe ilişkin olarak ileri sürülen vakıalar 5.2.1947 tarih 20/6 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca yazılı belge ile kanıtlanamadığına göre; davacının temyiz itirazı yerinde değildir. Reddi ile usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA “ karar verilmiş; davacı Orhan Küçük vekilinin karar düzeltme istemi üzerine ise, 1.H.D.nin 2.4.2008 T 1833-4232 sayılı ilamı ile “...Dava, tapu iptali ve tescili isteğine ilişkindir.

Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.

Dava dilekçesinin içeriği ve iddianın ileri sürülüş biçimine göre taraflar arasındaki çekişmenin inançlı işleme dayalı tapu iptali ve tescili isteğine ilişkin olup, davacı tarafından iddiasını ispatlayacak şekilde 05.02.1947 tarih 20/6 Sayılı içtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği biçimde taraflar arasında düzenlenmiş bir belge ibraz edilmediği anlaşılmaktadır.

Ancak, dosya arasında bulunan dava dışı Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu ( TMSF ) ( Tarişbank ) tarafından eldeki davanın davalısı aleyhine açılan tasarrufun iptali ve davası sonucu İzmir 1. Asliye Ticaret Mahkemesinin 16.12.2005 tarih 2002/556 esas, 2005/692 karar sayılı kararıyla taraflar arasında yapılan işlemin alacaklıyı zarar uğratmaya yönelik bulunduğu ortada gerçek bir satışın bulunmadığı gerekçesiyle temliki işleme konu taşınmazlardan bir tanesinin alacağı karşılamaya yeterli olduğu kabul edilerek, bu taşınmaz hakkında tasarrufun iptaline karar verildiği ve kesinleştiği görülmektedir.

Hal böyle olunca, söz konusu mahkeme kararının tarafların tapuda yapılan işlemdeki iradelerinin belirlenmesi bakımından değerlendirilmesi, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken bu husus göz ardı edilerek bir irdeleme ve değerlendirme yapılmaksızın yazılı olduğu üzere karar verilmesi doğru değildir.
Anılan husus karar düzeltme isteği üzerine bu kez yapılan inceleme sonunda anlaşıldığından, davacının karar düzeltme isteğinin HUMK'nun 440.maddesi gereğince kabulü ile Dairenin 3.12.2007 tarih 2007/11510 esas, 2007/11673 karar sayılı onama ilamının ortadan kaldırılmasına, yerel mahkemece kurulan 26.2.2007 tarih 2006/5 esas, 2007/81 karar sayılı hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA...karar verilmiştir... ),

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.

Davacı, maliki olduğu beş parça taşınmazı davalıdan aldığı borca teminat olmak ve diğer alacaklı ve bankalardan mal kaçırmak amacıyla davalıya temlik ettiğini, davalının, borçları için ödediği bedeli iade etmek istemesine rağmen, kabul etmeyerek taşınmazları iade etmediğini, İzmir 1.Asliye Ticaret Mahkemesinde görülüp kesinleşen 16.12.2005 tarih, 2002/556 Esas, 2005/692 Karar sayılı ilamda taşınmazların alacaklılardan mal kaçırmak amacıyla davalıya temlik edilidiği hususunun saptandığını ileri sürerek, taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile adına tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı, davacının taşınmazları satışa çıkarması üzerine satın aldığını, hem taşınmazın üzerindeki ipotekleri kaldırdığını, hem de üzerine satış bedeli olarak 100 bin dolar ödediğini, davacının iddiasını yazılı delille kanıtlaması ve davanın reddine karar verilmesi gerektiğini cevaben bildirmiştir.

Mahkemece, iddianın yazılı belge ile kanıtlanamadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

Davacı tarafın bildirdiği İzmir 1.Asliye Ticaret Mahkemesinin 16.12.2005 tarih ve 556-692 sayılı ilamının incelenmesinde; davacının TMSF ( Tarişbank ), davalıların Hacı ve Orhan olduğu, davanın 44 parsel sayılı taşınmazdaki 1 ve 2 nolu mesken ile, 1 parseldeki 1,2 ve 3 nolu taşınmazların Orhan tarafından Hacı 'e temlikinde satış bedelinin çok düşük olduğu, tasarrufun alacaklılara zarar vermek kastı ile yapıldığı ileri sürülmek suretiyle, İcra İflas Kanununun 277-278.maddeleri uyarınca tasarrufun iptali istemine ilişkin bulunduğu ve sonuç itibariyle mahkemece "... satış bedelinin resmi senette yazılı olan bedelden daha yüksek olduğunun yazılı belge ile kanıtlanması gerektiği böyle bir belgenin sunulamadığı, satış bedelinin daha yüksek olduğuna dair sadece beyana itibar edilemeyeceği, taşınmazlardan bir tanesinin borcu karşılamaya yeterli olduğu gerekçesi ile "... 44 parseldeki 2 nolu meskenin satışına ilişkin tasarruffun iptali ile takibe konu alacak ve ferileri ile sınırlı olarak alacaklı davacıya taşınmazın haciz ve satışını isteme yetkisi tanınmasına, diğer taşınmazlarla ilgili isteğin reddine" karar verildiği, 28.03.2006 tarihinde temyiz edilmeksizin kesinleştiği anlaşılmaktadır.

Her ne kadar mahkemece tasarrufun iptaline ilişkin bu davanın inançlı işlem olgusunu kanıtlanamayacağı gerekçesi ile önceki kararda direnilmiş ise de, anılan bu dava davacının mal kaçırmak amacıyla taşınmazları düşük bedelle devrine ilişkin iradesini ortaya koyma yönünden güçlü bir delil teşkil eder.
Mahkemece bu husus gözönünde bulundurularak, diğer delillerle birlikte değerlendirilerek sonucuna göre hüküm kurulmalıdır.

Açıklanan nedenlerle; Özel Dairenin bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 05.11.2008 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY :

Bilindiği üzere “tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile gerçek durumu onlardan gizleyerek kendi gerçek iradelerine uymayan ve kendi aralarında geçerli olmayan bir hususta anlaşmalarına ”muvazaa ve bu şekilde yapılan işlemlere de muvazaalı işlemler denilir. Bir başka söyleyişle muvazaa “ açıklanan beyanlarının gerçek maksatlarına uymadıklarını bildikleri halde, akitlerin kastettikleri durumdan başka bir ilişkide kendilerini anlaşmış gibi göstermeleri hali ( 7.10.1953 t, 8/7 sayılı Yargıtay içtihadı Birleştirme kararı ) “tarafların üçüncü kişileri, aldatmak amacıyla kendi gerçek iradelerine uymayan haksız eylem niteliğinde anlaşmaları”dır. ( 4.HD-9.4.2007 t, 2654/4665 E,K )

Muvazaalı bir hukuki işlemden bahsedebilmek için a )Tarafların iradeleri ile beyanları arasında isteyerek yaratılmış bir uygunsuzluk, b ) üçüncü kişileri aldatmak ( muvazaa ) niyeti, c ) Taraflar arasında gizli işlemi yaratan muvazaa sözleşmesi bulunmalıdır.

Muvazaa davası, yani yapılan işlemin muvazaa nedeniyle hükümsüz olduğunu belirtmek için açılan tespit davası ile tasarrufun iptali davası amaçları bakımından birbirlerine yaklaşırlarsa da gerçekte nitelikleri, koşulları, doğurduğu sonuçlar bakımından birbirinden farklıdırlar. Tasarrufun iptali davası, borçlunun tasarruf işlemlerinden zarar gören ve elinde aciz belgesi bulunan alacaklılar tarafından açılabilir. Ne varki, tasarrufun iptali davası, borçlu tarafından geçerli olarak yapılan tasarruf işlemlerinin davacı bakımından hükümsüz olduğunu tesbit ettirmek için açıldığı halde, muvazaa davasında borçlunun yaptığı tasarruf işleminin gerçekte hiç yapılmamış olduğunun tesbiti istenir.

Tasarrufun iptali davası, aynı olmayıp kişisel ( şahsi ) bir dava olduğu halde, muvazaa davası ayni bir davadır. Muvazaanın kanıtlanması halinde dava konusu mal, borçlunun malvarlığından hiç çıkmamış hale gelir. Taşınmaza ilişkin muvazaa davalarında hakim tapu kaydının da borçlu adına düzeltilmesine karar verir. Muvazaa iddiası, zamanaşımına bağlı olmadan ileri sürülebildiği halde, iptal davasının, tasarrufun yapıldığı tarihten itibaren en geç hak düşürücü süre olan beş yıl içinde açılması gerekir. ( İİK. m.284. )

İİK.nun 277.vd maddelerine dayalı olarak açılmış iptal davasının amacı, alacaklının davaya konu mal üzerinde, cebri icra yolu ile alacağı miktarla sınırlı olarak hakkını almasını sağlamaktır.

Kural olarak iptal davasına konu edilen tasarruflar, muvazaalı akitlerden farklı olarak hukuken geçerlidir. Başka bir ifade ile muvazaalı akitlerde, görülen akit değil tarafların gerçek iradelerine uygun bulunan akit tarafları bağlayıcı olduğu halde İcra ve İflas Kanununun 277. ve bunu izleyen maddelerinde düzenlenen tasarrufular özel hukuk ilişkisi açısından geçerliliğini korumaktadır. Bu nedenle, alacaklının gerçek alacak ve ayrıntılarına yetecek miktardaki tasarrufun iptali, bunun dışında kalan kısmı geçerliliğini koruyacağından, olduğu gibi bırakılması gerekmektedir. Kanun koyucu bu özelliği gözeterek “ iptal davasının sübutu halinde davaya konu teşkil eden mal üzerinde icra koğuşturması yapılabileceğini, davanın konusu taşınmaz mal olduğu takdirde ise, 3. şahıs üzerindeki kaydın düzeltilmeksizin taşınmazın haciz ve satışının istenebileceğini” öngörmüştür. ( İİK. m.283 )

Somut olayda davacı Orhan , düştüğü ekonomik sıkıntı nedeniyle borçlarını ödeyemediğini, daha önce iş ve arkadaşlık ilişkisi bulunan davalı Hacı ’den borç para aldığını, karşılığında davaya konu toplam beş parça taşınmazı davalıya tapudan satış yoluyla temlik ettiğini, borcunu ödediği halde davalının taşınmazları geri vermediğini ileri sürerek iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur.

Davalı, üzerlerinde ipotek bulunan taşınmazları bedellerini ödeyerek davacıdan satın aldığını, satışın gerçek olduğunu davanın reddini savunmuştur.

Yerel mahkemece davacının iddiasını yazılı delille ispatlaması gerektiğinden söz edilerek davanın reddine karar verilmiş, davacının temyizi üzerine hüküm önce onanmış, karar düzeltme aşamasında daha önce görülen tasarrufun iptal davası sonunda verilen kararın tarafların tapuda yapılan işlemdeki iradelerinin belirlenmesi bakımından değerlendirilmesi, sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur.

Hemen belirtilmelidir ki davacının ileri sürdüğü inançlı işleme ilişkin vakıaların 5.2.1947 gün 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca yazılı belge ile kanıtlanması gerekir.

İzmir 1.asliye Ticaret Mahkemesinin 16.12.2005 gün 2002/556 E, 2005/692 K sayılı dosyasında davacı TMSF ( Tarişbank ) görülmekte olan davanın davacısı Orhan Küçük ve davalısı Hacı Ertek’i hasım göstermek suretiyle tasarrufun iptali isteğinde bulunmuş, anılan mahkemece İİK.278/III-2 maddesi uyarınca, taşınmaz bedelinin düşük gösterilmesi suretiyle satış yapıldığı gerekçesiyle tasarrufun iptali ile İzmir 1.İcra Müdürlüğünün 2002/3403 sayılı dosyasında takibe konu alacak ve ferileri ile sınırlı olarak alacaklı davacıya ( TMSF- Tarişbank ) taşınmazın haciz ve satışını isteme yetkisi tanınmasına karar verilmiştir.

Kesinleşen bu kararla TMSF ( Tarişbank ) dava konusu beş adet bağımsız bölümden birinin borcunu karşılamasıyla alacağına kavuşmuştur. Geri kalan bağımsız bölümlerle ilgili satış işlemi geçerliliğini korumaktadır.

Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut bakıldığında; davacının inançlı işleme ( taraf muvazaasına ) ilişkin iddiasının yazılı belge ile ıspatı zorunludur ( HUMK.m.290 ). Bu davadan önce görülen İzmir 1.Asliye Ticaret Mahkemesinin 16.12.2005 gün, 2005/556 Esas 2005/692 sayılı kararının güçlü delil veya HUMK.nun 292. maddesi anlamında ( İddianın tamamen ıspatına yetmemekle beraber, bunun vukuuna delalet eden ve aleyhine ibraz edilmiş olan taraftan sadır olmuş bulunan ) yazılı delil başlangıcı sayılması olanağı da bulunmamaktadır.

Bu durumda davanın reddine ilişkin yerel mahkemece verilen direnme kararının onanması inancı içinde çoğunluk görüşüne katılmıyorum.



T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 2000/4-823

K. 2000/851

T. 3.5.2000

• HUKUKİ TAVSİF ( Hakime Ait Olması-Muvazaaya Dayandırılan Tapu İptali Davası )

• MUVAZAA DAVASI ( İptal Davasından Farkı )

• İPTAL DAVASI ( Şahsi Dava Olması-Hukuki Niteliği ve Sonuçları )

• ŞAHSİ DAVA ( İptal Davası )

2004/m.277

1086/m.76

ÖZET : İcra iflas yasasındaki iptal davasıyla, borçlar yasasındaki muvazaa davasının hukuki sonuçları farklı olup, iptal davası sonucunda mülkiyet borçluya geri dönmez ancak alacaklının alacağını tahsil etmesine olanak tanıyacak biçimde haciz ve satış isteme yetkisi sağlar.

DAVA : Taraflar arasındaki "tapu iptali" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 24. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 26.11.1998 gün ve 1997/833 E., 1998/677 K. sayılı kararın incelenmesi davalı N.U. vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 20.10.1999 gün ve 1999/6311-8777 sayılı ilamı ile; ... 1 - Temyiz ilamında bildirilen gerektirici nedenler karşısında Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun değişik 440. maddesinde sayılan nedenlerden hiç birine uygun olmayan aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer karar düzeltme nedenlerinin reddi gerekir.

2 - Davalının diğer karar düzeltme nedenlerine gelince; dava, alacaklıyı alacağından yoksun bırakmak amacı ile iki davalı arasında muvazaalı olarak düzenlenen taşınmaz satışına ilişkin işlemlerin iptallerine yöneliktir. Yerel mahkemece istek gibi karar verilmiştir. Bu durum karşısında sözleşmelerin iptalleri ile taşınmazlar, borçlu olan davalıya geri dönmez. Öyleyse alacaklının borçludan alacağının sağlanması için sözleşmelerin ve kayıtların iptallerine gerek kalmaksızın alacağın alınmasını sağlayıcı yönde hüküm kurulmalıdır. Tapu kayıtlarının iptalleri ile önceki malik davalı A.D. adına tapuya tesciline karar verilmesi yasaya aykırı olup davalının karar düzeltme isteğinin bu nedenle kabulü gerekmiştir... gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Temyiz Eden: Davalılardan N.U. vekili.

Hukuk Genel Kurulu`nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle HUMK.nun 2494 sayılı Yasa ile değişik 438/II. fıkrası hükmü gereğince duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Davacı ... Bankası vekili 19.12.1997 tarihli dava dilekçesinde; kredi dosyaları daha sonra Samanpazarı şubesine devredilen bankanın Finans Market Şubesi ile davalılardan A.D.`nin doğrudan asıl borçlu olduğu gibi "... Gıda Ltd. Şirketi" ve "... İnş. Ltd. Şti." ile yapılan muhtelif kredi sözleşmelerinin dayanışmalı kefili olduğunu, A.D.`ye kullandırılan kredinin ödenmemesinden dolayı bu davalı ile kefilleri adı geçen şirketler ve S.S., H.D. ile A.D. isimli şahıslar hakkında çok sayıda dosya ile icra takibine başlandığını, icra takiplerinin devamı sırasında davalı A.D.`nin davaya konu bağımsız bölümleri diğer davalıya satış suretiyle temlik ettiğini, oysa daha önce bu taşınmazların delil tesbiti yoluyla belirlenen bedeli üzerinden borca karşılık alacaklı davacı bankaya devir önerisinin kabul edilmediğini, temlikin, alacaklı bankadan mal kaçırma amacına yönelik danışıklı işlem olduğunu, nitekim dayanışmalı kefil borçlulardan davalı A.`nın oğlu A.D.ye ait aynı ada ve parseldeki 5 adet bağımsız bölümün aynı şekilde davalı N.U.`ya 23.9.1996 tarihinde devredildiğini ve bu bağımsız bölümlerin 24.9.1997 günü ( 1 yıl sonra ) N.U. tarafından A.`ya iade edildiğini, devrin, saptanan bedelin 1/355 oranında düşük değerden yapıldığını ve satış işleminin Borçlar Yasasının 18. maddesi gereğince danışık nedeniyle illetli olduğunu ileri sürerek tapu iptali isteğinde bulunmuştur.

Bir davada öne sürülen madde olguların hukuki nitelendirmesini yapmak, uygulanacak Yasa maddelerini bulmak ve uygulamak hakimin doğrudan görevidir ( HUMK. md. 76 ).

Az yukarıda açıklanan ileri sürülüş biçimine göre, dava hukuksal nitelikçe BK. Md. 18`in özüne ve sözüne uygun muvazaaya dayanmaktadır.

Bu bağlamda, İİK.nun 277 ve ardından gelen maddelerinde düzenlenen iptal davaları ile BK. md. 18`deki muvazaaya dayanan butlan davaları arasındaki ayrıcalıkların belirtilmesinde yarar vardır.

Yüzeysel bakıldığında, iptal davaları ile muvazaa davaları arasında bir benzerlik görülmekte ise de, bu benzerlik her iki tür davanın güttüğü amaçtan öte gitmemektir. Ancak üçüncü şahısların muvazaa davası ile İİK. 277 ve onu takip eden maddelerinde düzenlenmiş olan alacaklılara, borçlunun bazı hileli tasarruflarını iptal ettirebilmelerini sağlamak için tanınan iptal davalarını birbirinden ayırmak gerekir.

Gerçekte de, İİK.nun 277 md.sinde sözü edilen iptal davaları, borçlu tarafından ciddi ve geçerli olarak yapılmış bazı tasarruf işlemlerin hükümsüz kılınması için açılır. Oysa, muvazaa davası, alacaklı ve borçlunun yaptığı tasarrufi işlemin gerçekte hiç yapılmamış olduğunu tespit ettirmeyi amaçlar, o nedenle bu iki dava arasındaki fark iptal davasının geçerli muamelelere karşı açılmasına karşın, muvazaa davasının görünürdeki ( zahiri ) işlemlere karşı açılmasında kendini gösterir.

Şu durum karşısında her iki dava gerek nitelik ve koşulları, gerek hüküm ve sonuçları bakımından birbirinden farklı olduğu açıktır. Bu nedenlerle önümüzdeki davanın İİK. 277 ve ardından gelen maddeleri anlamında bir iptal davası olarak benimsenemez. Bu dava diğer bir hukuki yönüyle ayni dava olmayıp; şahsi davadır. Farklı bir anlatımla dava; taşınır mala veya taşınmaz mala ilişkin bulunsa dahi, bu malların aynı ile ilgili bir davadan söz edilemez. O nedenle, dava borçlunun hukuki işlemlerini yok edici nitelikte bir hukuki sonuç yaratmaz ve iktisap edenin borçludan kazandığı iktisaba etkisi yoktur. Eş söyleyişle; bu nitelikteki dava sonunda taşınır ya da taşınmaz mülkiyeti el değiştirmiş olmaz, davadan önceki malik şeyin mülkiyetini korur ve mülkiyet ne davacıya ne de borçluya döner. Bu durum karşısında; davalı iktisap eden; borcu ödeyerek, davadan kurtulma olanağına ve davaya son verme yetki ve hakkına sahiptir. Denilebilir ki; bu tür dava alacaklı davacıya, alacağını tahsil olanağını sağlayan nisbi nitelikte bir davadır. Kaldı ki, davacının istemindeki açıklamalar da alacağın tahsilini sağlamaya yönelik bulunmaktadır. Az yukarıda açıklanan hukuki ilkeler ile birlikte ve en önemlisi davanın muvazaaya dayanan niteliği gözden kaçırılmadığında; davalı borçlu ile diğer davalı arasındaki satış işleminin hükümsüzlüğü ile borçlu üzerindeki kaydın düzeltilmesine yer olmadan; davacının alacağını tahsil edebilmesini sağlar şekilde dava konusu taşınmazların haciz ve satışını isteme yetkisi davacıya tanınarak uyuşmazlığın çözümlenmesi ve hüküm kurulması gerekir.

Hal böyle olunca, mahkemece, çekişmeli taşınmazların davalı, iktisap eden adına oluşan tapu kayıtlarının iptali ile önceki malik olan ve satış yoluyla, davalıya temlik eden borçluya dönecek şekilde tapuya tesciline karar verilmesi usule ve yasaya aykırıdır. Bozma nedenidir. Görüşmeler sırasında, bazı üyelerce taraflar arasında, 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 1997/741, 8. Asliye Ticaret Mahkemesinin 1997/740; yine 7. Asliye Ticaret Mahkemesinin 1997/694; esasına kayıtlı itirazın iptali davaları ile henüz davacının alacağı kesin durum kazanmadığı, o nedenle davacının bu davayı açmakta dava şartı olan dava hakkının ( hukuki yararının ) oluşmadığı öne sürülmüşse de bu görüşlere çoğunluk katılmamış, davacının dava açmakta hukuki yararının varlığı kabul edilmiştir.

Bu nedenlerle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davalı N.U. vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, 3.5.2000 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

MUHALEFET ŞERHİ

Alacağını alamayan alacaklının borçlu tasarrufları yönünden hakları İcra İflas Kanununun 277. ve müteakip maddelerinde gösterilmiştir. Davanın bu çerçevede bulunmadığında ittifak oluşmuştur. Şu halde, davalılar arasında muvazaalı olduğu iddia edilen işlem, ancak haksız fiil kuralları çerçevesinde irdelenebilir. Davalıların muvazaalı işleminin ( Borçlunun gayrimenkulünü diğerine tapuda geçirmesi ) davalıya karşı haksız fiil olarak kabul edilebilmesi için bunun hukuka aykırı olduğunun ve davacının zarara uğradığının öncelikle ispatı gerekir.
Zararın varlığı için davacının davalıda olan alacağının istenebilir nitelikte olduğu ve alacağın tahsilinin akim kaldığı belli olmalıdır. Bu yönde bir delil getirilmemiştir. Şu halde davada davacının sıfatı yoktur.

Davada sıfat kamu düzenine ilişkindir. Davanın her safhasında re`sen dikkate alınmalıdır. Dava sıfat yokluğu sebebiyle red edilmek üzere bozma yapılmalıdır.

KARŞI OY YAZISI

Davacı Banka vekili; davalılardan A.D.nin, bankalarına borcundan dolayı aleyhine icra takibine geçilmesi üzerine mal kaçırmak amacıyla taşınmazını danışıklı biçimde diğer davalı N.U.`ya tapudan geçirdiğini belirterek, Borçlar Kanununun 18. maddesine göre tapu kaydının iptaline karar verilmesini istemiştir.

Yapılan yargılama sonunda mahkemece Borçlar Kanununun 18. maddesi uyarınca davanın kabulüne, tapu kaydının iptaline ve taşınmazların önceki malik A.D. adına tapuya tesciline karar verilmiştir.

Davalılardan N.U.`nun temyizi üzerine yerel mahkeme kararı Özel Dairece "... Dava, alacaklıyı alacağından yoksun bırakmak amacı ile iki davalı arasında muvazaalı olarak düzenlenen taşınmaz satışına ilişkin işlemlerin iptallerine yöneliktir. Yerel mahkemece istek gibi karar verilmiştir. Bu durum karşısında sözleşmelerin iptalleri ile taşınmazlar, borçlu olan davalıya geri dönmez. Öyleyse alacaklının borçludan alacağının sağlanması için sözleşmelerin ve kayıtların iptallerine gerek kalmaksızın alacağın alınmasını sağlayıcı yönde hüküm kurulmalıdır. Tapu kayıtlarının iptalleri ile önceki malik A.D. adına tapuya tesciline karar verilmesi yasaya aykırı"dır, gerekçesiyle bozulmuştur.

Yerel mahkeme, davanın danışık hukuksal nedenine dayanması ve kendisince de bu şekilde nitelenmesi karşısında, kabulü halinde mülkiyetin satıcısına yani önceki malikine geri döneceği gerekçesiyle eski kararında direnmiştir.

Görüldüğü üzere, Özel Daire ile yerel mahkeme arasında davanın muvazaa nedenine dayandığı konusunda uyuşmazlık yoktur. Uyuşmazlık davanın kabulü durumunda, mülkiyetin satıcısına yani taşınmazını danışıklı olarak devreden önceki malikine dönüp dönmeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Özel Daire, bir anlamda İİK.nun 283. maddesine göre hareket edilmesi gerektiği gerekçesine dayanarak, bu sonuca varılmasını öngörmektedir. Bu madde, ancak İİK.nun onbirinci Babında 277 ila 284. maddelerde düzenlenen iptal davasının söz konusu olması halinde uygulanabilir.

Bu davada dayanılan hukuksal neden "muvazaa"dır ve bu husus tartışmasızdır. Bir iptal davasından söz edilmemiştir ve böyle bir kabul de yoktur. Davanın dayanağı ve mahkemenin kabulü muvazaa olunca, sonucun da bu kabule göre oluşturulması gerekir. Nitekim Özel Dairede davanın dayanağının İİK.nun 277 ve izleyen maddelerinde hükme bağlanan bir iptal davası olduğunu söylememekte, ancak hükmün bu tür bir davaya özgü biçimde oluşturulmasını öngörmektedir.

Öğretide ve uygulamada, bir olayda muvazaa olgusunun kabulü halinde durumun eski hale dönüşeceğinde ittifak vardır. Olaya uygun bir başka anlatımla, bir tapunun muvazaa nedeniyle iptalinin istenmesi ve bunun kaıtlanması halinde ulaşılacak bu sonuca göre hüküm de, danışıklı geçirime dayalı tapunun iptali ile eski sahibine döneceği yolunda kurulmalıdır.

Bir diğer anlatımla muvazaaya dayalı bir tapu iptali isteminde muvazaanın ( butlanın ) kabulü halinde aslolan, çekişmeye konu edilen tapunun iptali ile ortada gerçek bir temlik söz konusu olmadığından tapunun eski malikine dönmesidir.

Hem muvazaanın hem de tapunun iptal edilmeyerek tasarrufun iptaline karar verileceğinin kabulü; temelde muvazaa ( butlan ) ile illetli bir temlik işlemine, kısmen geçersizlik, kısmen de geçerlilik anlamını vermek olacaktır ki, böylece tecizzi kabul etmez. Bir temliki işlemi ikiye bölmek anlamına gelir; bu da açık bir çelişki teşkil eder.

Daha kısa bir ifadeyle, muvazaanın kabulünde eski duruma dönülür. O halde mahkemenin bu davada vardığı sonuç doğrudur. Değerli çoğunluğun görüşüne bu nedenle katılamıyorum ve yerel mahkeme kararının onanmasının gerektiğini düşünüyorum.