Mesajı Okuyun
Old 20-05-2008, 10:52   #11
Ayşegül Kanat

 
Varsayılan

8.örnek yine Selim İleri'den. Bu kez Roman Sanatı üzerine:

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=687779

Forster ve Roman Sanatı


Çeyrek yüzyıl önce çok severek okuduğum Roman Sanatı, İngiliz romancı E. M. Forster'ın eseridir; dilimize Ünal Aytür çevirmişti.
Hindistan'a Bir Geçit, Meleklerin Uğramadığı Yer, Maurice gibi güzel romanları dolayısıyla Forster, Türk okurunun bildiği bir addır.

Romancı, roman sanatını irdelerken şöyle der:

"Bir roman için son ölçü, ona karşı duyduğumuz sevgi olacaktır; tıpkı dostlarımızın ve tanımlayamadığımız şeylerin ölçüsünün sevgi olması gibi."

Çok hoşuma gitmişti. Galiba o günden sonra, yalnız romana değil, her sanat eserine tek ölçütüm bu oldu. Sevgi duymadığım bir romandan, öyküden, resimden, sinema, tiyatro yapımlarından söz açmayı artık gereksinmedim. Çeyrek yüzyıldır yalnız sevdiğim eserler için yazı yazıyorum.

Roman Sanatı'nı baştan sona okuyup kitaplığıma kaldırırken, iki yönlü bir iç tartışmaya kapılmıştım. Her şeyden önce, bu incelikli yapıt bir sanatçının kaleminden çıkmıştı; irdeleyişi, kavrayışı, yorumlayışı ve söyleyişi sanatkârcaydı. İkincisi; sanat eserinin değerlendirilişinde, 'alçakgönüllülüğün' yordamına ihtiyaç duymuştu.

Özellikle alçakgönüllülük diyorum; çünkü, sanatçının ortaya koyduğu, izlerçevreye sunduğu eseri anlamak, sanatçı ölçüsünde çaba harcamakla eşanlamlıdır. Bizde, yazık ki, bu çaba pek cimrice harcanır. Dün de, bugün de. Ya da, cömertçe övgülerin ardında, kof ideolojilerin tutsağı olmak aymazlığı yatar. Kırk yılı aşan yazarlık çabamda, diyebilirim ki, bu iki 'tuhaf' tutuma yüzlerce kez tanık oldum. Adınız filancaysa, ne yapsanız alkışlanıyor; nice nice değerli eser de görmezden gelinebiliyor...

Forster'ın ölçütleri bambaşka. Asıl özelliklerine on sekizinci yüzyılda kavuştuğunu bildiğimiz romanın belli bir tanımı yok ve olamaz -Forster'a göre. Zaten, böyle bir tanım gereksiz: "Elli bin sözcüğü geçen tüm düzyazı anlatılar bizim amaçlarımız bakımından roman sayılabilir."

Forster, romanın oluşumunda ve gelişiminde, Roman Sanatı'nı okuyanlar hatırlayacak, 'tarih'e ve 'şiir'e geniş yer tanır. Romanın kesin, sınırlandırılmış, geometrik şekle indirgenmiş bir tanımından kaçınmakla birlikte; onu ortaya çıkaran, bağımsız birim kılan, türleştiren koşulları sezinler. Ona göre, hele, değişik dönemlerde yaşamış romancıları sanki hepsi bugün, bir arada ve yanı başımızda yazıyorlarmış gibi gözlemleyebilirsek; koşulları daha bütünsel şekilde ayırt ederiz. (Öyle ya, Eylûl'ü ya da Anna Karenina'yı, dönemsel atmosferlerine rağmen, bugün yazılmışçasına okumuyor muyuz? Kafka'nın Amerika'sı her zamankinden daha 'güncel' değil mi? Kemal Bilbaşar imzalı Denizin Çağırışı hiç 'eskimiş' olabilir mi?..)

Romancı, muhakkak ki, etkilenimleri açısından, çağının toplumsal verilerine bağlı insandır. Bununla birlikte, tarihten göreceli soyutladığımız romancının 'anlatma' tarzı çok da farklı akışlar göstermeyecektir. Unutmamalı; romancı, önünde sonunda, 'roman' yazmaktadır.

Forster, geçmiş zamanın verimi Tristram Shandy'den bir parça alıntıladıktan sonra, söz konusu parçayı Virginia Woolf'la oranlayarak, aradaki zaman ayrımının roman yazma açısından her dönem ille büyük önem taşımadığını vurguluyor.

Sterne'le Woolf'u birleştiren çok daha başka bir özellik vurgulanıyor. İkisi de, "işe küçük bir nesne ile başlar, kanat çırpıp oradan havalanır, sonra yeniden aynı yere dönerler. Bir yandan yaşamın karmakarışıklığını görerek alaycı bir tutum takınırlarken, bir yandan da güzelliğini derinden duyarlar." Romancı, hayatla ilintisinde, galiba, çağın 'üstünde' kalmayı becerebilen kişidir, demeye getiriyor Forster.

Roman Sanatı'nın Türkçe'de yayımlandığı dönemde, daha hemen biraz öncesinden başlayarak, eni konu yoğun roman tartışmaları gündemdeydi. Fethi Naci, Rauf Mutluay, Vedat Günyol gibi önemli eleştirmenler yazılan romanlar üzerinde gündem oluştururlardı. Doğan Hızlan daima yorumlayıcı yaklaşır, Konur Ertop ise sert dilli eleştiriler kaleme getirirdi. Fethi Naci bir otoriteydi. Bir bakıma, Rauf Mutluay da. Akademik çevrelerde Türk romanının gündeş eserlerine eğilen Gürsel Aytaç ayrıntıları irdeleyen, okuru esere çağıran incelemeler yazıyordu. Attilâ İlhan, Uğur Mumcu'yla yaptığı söyleşide, yeni romancıları hırpalamaktan uzak durmamıştı. Edebiyat dergilerinde ise, sol, romancıların kaç gram küçükburjuva olduklarını saptıyor, sağ, küçükburjuvalıklarının gramı ölçülmüş romancıları komünist / vatan haini ilân ediyordu. Karmaşık, yürek yakıcı, edebiyat sevgisi taşımayan bir zaman dilimiydi...

E. M. Forster'ın Roman Sanatı, geçen yüzyılın başında, üniversite öğrencileri için gerçekleştirilmiş bir dizi roman söyleşisinin sonunda kotarılmıştır. Sanatın sezgisinden yola çıkıldığı için, Roman Sanatı edebî değerini, anlamını yarın da koruyacak.

Ancak böylesi bir anlamı duyumsadığımızda... Dünü yitirdik. Belki bugün. Dileyelim ki, bugün.




11 Mayıs 2008, Pazar