Mesajı Okuyun
Old 02-12-2007, 12:36   #1
Ayşegül Kanat

 
Varsayılan Onlar "nasıl" Yazmışlardı?

Merhaba "yazma eylemi" ile ilgili olanlar ve bu heyecanı derinden yaşayanlar.

Kimileri "esin perisi" bekler yazmak için. Kimisi de bir olaya tanık olduğunda ya da bir haberden (müzik parçasından, dedikodudan vs) etkilendiği için yazmaya başlar. İlk örnek Selim İleri'den.


http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=620085
Roman Yazarken

John Fowles çok sevdiğim bir romancı. Özellikle Fransız Teğmenin Kadını onun çok sevdiğim bir romanı. Herhalde on yıl geçti, belki daha fazla; okumuştum, Fowles, roman yazarken gizemli bir eyleme karıştığını söylüyordu.

Düşünsel yazıların ille bir plan çerçevesinde yazıldığını, ama kurmaca metinlerin birçok belirsizlikle, pusla, bulanıklıkla çıkageldiğini söylüyordu. Yazar, ilk taslak çıkıncaya kadar, rotasız bir yolculukta. Anlatmaya koyulduğunuzda, önünüzde bir sürü yol, imkân, olasılık...

Bayılmıştım. Çünkü ben de üç aşağı beş yukarı böyle çalışırım. İlk taslak çıkıncaya kadar aynı sayfalar üzerinde gider gelirim. Bir yabancıdır yazdığım roman. Birbirimize git git alışırız. Dostluk sonra kurulur.

Fakat her romancıda öyle mi? Tanıdığım kimi romancılarımızın çalışma yöntemlerini hatırlamaya çalışıyorum. Gizli gizli izlemiş olmalıyım.

Tanıdığım ilk romancı Halide Edip Adıvar'dı. Son eseri Hayat Parçaları çoktan yayınlanmıştı o zaman. Enikonu yaşlıydı Halide Edip. Yeni bir roman yazacağını, adının Azap Kapısı olacağını tekrar tekrar söylemişti. Halide Edip, belki de, 'ad' bulduktan sonra masa başına geçen romancılardandı.
Zaten bazı romanlarında adlar akrabadır: Sinekli Bakkal ismini bir sokaktan alır. Ardından Âkıle Hanım Sokağı gelir...

Kemal Tahir, John Fowles'ın tersine, roman yazarken ille taslak çıkarırdı. Köyün Kamburu'nu, Yorgun Savaşçı'yı öyle mi yazmıştı, bilmiyorum. Bununla birlikte Devlet Ana'nın planlarını görmüştüm. Adeta sahne sahne kurgulanmıştı roman, kâğıt üstünde.

Yıldız Alacası adlı bir roman yazacaktı Kemal Tahir. Koskocaman bir plan çıkarmıştı; onu da görmüştüm. Bölüm bölüm tasarlıyordu romanını. Hangi bölümde neler yazılacağını, neler yazılması gerektiğini önceden tasarlıyordu. Böylece, kurmak istediği dünyanın bir 'şeması'nı çıkarıyordu. Olup bitecekleri önceden bilmek ve görmek istiyordu galiba.

Attilâ İlhan'ın nasıl çalıştığını iyi bilirim. Sormuştum: Attilâ İlhan, sabah erken saat, bir sayfa yazarmış. O sayfayı akşama kadar dinlendirip, akşam da tekrar elden geçirirmiş. İmbikten geçire geçire. Hatırlıyorum: Kanlıca'da bazı yaz geceleri, saat ona doğru sofradan kalkar, odasına çekilir, bir saat kadar ortalarda görünmezdi.

Oktay Rifat'a mektup yazmıştım; Bir Kadının Penceresinden'i nasıl yazdığını sormuştum. Benim için görkemli bir romandır Bir Kadının Penceresinden. Oktay Rifat yanıtladı; o romanını sezgilerinin kılavuzluğunda yazdığını belirtiyordu. Bir 'duyuş' olarak belirmiş romanın kimi kişileri. Şair onları karanlıkta görmüş. Sonra duyumsamaya, yaşamaya koyulmuş.

Ama Bay Lear başka türlü yazılmıştır. Kitabı okuyanlar hatırlayacak; Oktay Rifat bu romanını bir oturuşta, handiyse ara vermeksizin yazdığını, yazdıklarına dönüp bakmadığını söyler. Cesaret isteyen bir yöntem...
Sevgi Soysal, Yenişehir'de Bir Öğle Vakti'ni cezaevinde yazdı. Günde şu kadar sayfa -galiba sekiz sayfa- yazacağım diye bir disiplin kurmuş. Bir bakıma, cezaevinin koşullarını unutmak isteğiyle. Her gün o kadar sayfa yazarak, çalışarak 'direnmiş'.

Anlatmışlardı: Halikarnas Balıkçısı esin anılarını, esin zamanlarını gereksinirmiş. Esin perisi var mıdır, yok mudur demeyin. O an geldi mi, Halikarnas Balıkçısı dolu dizgin yazmaya koyulurmuş. Sonra bazan günler, haftalar, hatta aylar geçer, romanına tek satır, tek cümle eklemezmiş. O coşkun üslûba elbette böylesi yaraşıyor.

Bir başka ustanın, Peride Celal'in de nasıl yazdığını az buçuk biliyorum: Peride Celal yıllarca... evet, yıllarca bekletiyor yazdıklarını. Bu, her roman için geçerli olmasa da. Kimi zaman yarım bırakıyor, yıllar sonra yeniden ele alıyor, yeniden yazıyor. Kurtlar işte yılların verimi. Kurtlar'ın içinde yer alan ikinci metin yıllar önce yazılmış, yıllarca bekletilmiş...

1997'de bir soruşturmaya yanıt yazmışım:
"Bende her roman, sanki unutulmuş bir romandır da, siz onu yeniden hatırlamak istersiniz. Gelgelelim bir türlü hatırlayamazsınız. Yazdıklarınız hep yarım, eksiltilidir. Roman bende hayal kırıklığı. Roman yazmak, bu kez olacak! bu kez başaracağım! sanısından ibaret. Oysa o kez de olmaz. Yeniden yazarsınız..." Çok mu karamsarmışım?