Mesajı Okuyun
Old 09-11-2009, 16:26   #2
Av. Mehmet Toprak

 
Varsayılan

5084 sayılı yasa ile getirilen teşvik, hesaplanan gelir vergisi üzerinden işlemektedir..

Teşvik sisteminin işleyişi, sorumlu sıfatı ile ödenen gelir vergisi kesintilerinin ödenmeyip işveren kasasında kalması şeklindedir.

Yani bu teşvik ile vergi alacaklısı devlet, vergi sorumlusu olan işveren tarafından toplanmış hazine gelirinden vazgeçmektedir.

Yani devlet işçiden toplanmış vergi alacağını işverene hibe etmektedir.

Burada hibe edilen verginin doğumuna yol açan olay işverenin şahsı ile bağlantılı olmayıp doğrudan işçinin elde ettiği ücret geliri kapsamında ödenmesi gereken gelir vergisidir.

İşveren bu paraları, vergi alacaklısı devlet adına işçiye ödediği ücretten kesip sorumlu sıfatı ile vergi dairesine yatırmak üzere kasasında tutmaktadır.
Yani işveren bir aracıdır.

İşçinin cebine girmesi gereken bir para işçiye ödenmeyerek devlete ödeneceği gerekçesi ile kesilmekte ancak muhtasar beyanname verme zamanı geldiğinde vergi sorumlusu olan işverene eh ödeme istersen denmektedir.

Asıl uygulanan bu teşvik sisteminin kendisi Anayasamızda ifadesini bulan vergi ödevi ve bütçe hakkına ilişkin tüm ilkelerinin topluca ihlalidir diye düşünmeden edemiyorum.

Teşvik sisteminin temelinde hesaplanan verginin mahsubu esastır. En az geçim indirimi sayesinde işverence işçiden kesilip işçi adına vergi alacaklısı olan devlete ödenmesi gerekli tutar azalmaktadır. Yani gerçekte vergi mükellefinin(işçinin) ödemesi gereken vergi azalmaktadır.

Bahsi edilen sistem değişikliğinin işverene ne gibi bir zararı olabilir?
Benim kişisel tespitlerime göre sorunun temelinde işçilerin bilinçlenmiş olması yer almaktadır. İşvereni teşvikten yararlansın ya da yararlanmasın net ücret üzerinden anlaşmış bir işçi eline geçen maaşa bakar.
Maaşından ne kesiliyor ne kesilmiyor bilmez. Hemen hiç bir işçi gelir vergisi mükellefi olduğunun dahi farkında değildir. Zaten sistemde bunun üzerine kuruludur.

Ancak en az geçim indiriminin basında çok fazla yer alması sonucu işçiler, işverenle aralarındaki anlaşma net ücret üzerinden olsa dahi, bu paraların kendilerine ödenmesini istediler. Bu para ödenmedi diye işçilerin topluca işten ayrıldığı işyerleri oldu. Bu nedenle işverenler bu farkı işçiye ödemek durumunda kaldılar.

Bu değişiklik sonucunda teşvik sisteminden yaralanarak, işçilerden kestiği gelir vergisi kesintisini işçilere iade etmemek hakkına kavuşan işveren açısından istenmeyen bir durum doğacağı açıktır. Zira işveren, kasasında kalacağını umduğu bir paranın asgari geçim indirimi tutarı kadarından vazgeçmek durumunda kalmaktadır.

Bu olay işverenlerin vergi sorumlusu sıfatı ile verginin asıl mükellefi haline getirildiği vergi sistemimizin çarpıklığını gözler önüne seriyor.

İşverenler üzerindeki ağır vergi yükünün hafifletilmesi için, bir teşvik modeli getiriliyor. Ama getirilen model bütçe ve vergi hukukunun tüm ilkelerini ihlal ediyor. Ardından getirilen farklı bir düzenleme ile de sağlanan kolaylık anlamsız hale getiriliyor.

Vergi kesintisi (stopaj) teşviki gibi palyatif önlemlerin, gerek hukuka aykırı sonuçları ve gerekse sonradan yapılan düzenlemelerle asıl amaçlarından saptırılması nedeni ile gerekli yararı sağlamaktan uzak olduğuna inanıyorum.

Her türlü ödemenin banka üzerinden yapılıp, bankaca kesintinin otomatik olarak uygulandığı, tüm mükelleflerin isteğe bağlı gelir vergisi beyannamesi vererek her türlü giderlerini ve kanunen tanınan sosyal amaçlı (en az geçim indirimi gibi) indirimleri de bu beyannamelerde göstererek yıl içinde fazla kesilen paraları iade alabildikleri, bir vergi sistemine geçilmesinin bu sorunları temelli çözeceği acizane kanaatindeyim.
Selamlar. Başarılar.