Mesajı Okuyun
Old 12-06-2020, 19:32   #2
av.b-özkul

 
Varsayılan

İlk iki sorunuzun cevabı için somut olayın iyi ve detaylı değerlendirilmesi lazım. O yüzden ölen davalının aktif-pasif malvarlığı ile mirasçılarıyla olan ilişkileri, bağlantıları bilinmediğinden çok bir şey yazamayacam.

Son sorunuzun yanıtı ise HMK md. 46'da yazmaktadır. Ancak bu yolu, diğer tüm yolları tükettikten sonra düşünmenizi öneririm çünkü hakimin sorumluluğu çok sınırlı sebeplere bağlıdır.
Sizin olayınızda hakim açıkça HMK md. 115'e aykırı davranmıştır. Kanunun lafzında, "Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir." diyerekten kesin süre verilmesine ilişkin hakime takdir yetkisi vermemiş, kesin süre verilmesini zorunlu kılmıştır. Dolayısıyla kesin süre verilmeden davanın reddi açıkça yanlış bir karardır. Fakat burada zarara yol açan eylem davanın reddedilmesi değil, taşınmaz üzerindeki tedbirin kaldırılmasıdır. İhtiyati tedbir ve ihtiyati haciz talepleri yakın ispat koşulunun oluşması halinde mahkemece kabulü (bence) zorunludur. Ama HMK 389 vd. maddelerinde ihtiyati haciz talebinin verilmesini zorunlu kılan bir hüküm bulunmamakta aksine -ebilir ile biten cümlelerle takdire bırakmaktadır. Yine de yakın ispat koşulunun gerçekleşmesine rağmen (sizin olayınızda adi yazılı sözleşme var ve inançlı işleme dayalı dava açmışsınız) ihtiyati tedbir talebinin reddedilmesinin HMK md. 46/1-e bendi çerçevesinde değerlendirilebileceği düşüncesiyle devlet aleyhine açacağınız davayı son çare olarak öneririm.
Ayrıca tedbir kararı verildikten sonra davanın kanuna açık bir aykırılıkla usulden reddedilerek tedbirin kaldırılması durumunda da hakimin çok iyi niyetli olduğunu düşünmem. Ancak dediğim gibi Yargıtay'ın bu konudaki tutumu çok sınırlı.

EK:Şunu da eklemek isterim, örneğin avukatın istinaf süresini kaçırması halinde, eğer o karar istinaf edilse dahi redde mahkum ise avukat aleyhine tazminata hükmedilmiyor. Sizin olayınızda da dava kesin olarak sonuçlanmamış, hatta derdesttir. Bu durumda davanın lehinize mi yoksa aleyhinize mi çıkacağı, hakimin hukuki sorumluluğu açısından önem arz edecektir. Eğer mevcut delillerle davanızın kabul edilebilirliği mümkün değilse sonuç olarak yine hakimin sorumluluğu oluşmayabilir. O yüzden hakimin sorumluluğuna gidilmesinden önce davanın kabulüne karar verilmesi ve sonrasında "tapu iptal ve tescilin/bedel oranında tazminatın tahsilinin" (hangisini talep etmişseniz) imkansız olması gerektiğini düşünüyorum. Neticede hakimin sorumluluğunun objektif olarak yasaya aykırı davranması ile değil, yasaya aykırı davranması sonucunda zararın meydana gelmesiyle doğması gerektiğini düşünüyorum.