Mesajı Okuyun
Old 21-12-2007, 20:04   #28
Gülsün A. Aygörmez

 
Varsayılan

Merhabalar Degerli Meslektaslarim,

hukuk fakültesinde okurken, acil serviste hemsirelik yaptim. Dört yillik hizmetim sirasinda sayisiz ölümler gördüm. Beni en cok etkileyen ölümler, cocuk ölümleriyle uzun süreli can cekisen ama bir türlü ölemeyen hastalarimin ölümleriydi. Cocuk ölümleri her zaman aci vericidir, hayatin daha cok baslarinda, körpecik vücutlar acilar icinde ölüme teslim olur… Uzun süre can cekisip de ölemeyen insanlarin izdirabi ise, sözlerle ifade edilebilir gibi degildir…Görmek, onunla yasamak gerektirir, herseyinle kendini onun yerine koyup öyle bakabilmek gerektirir…
Ben o zaman anladim, ani ölümün bir lütuf oldugunu…„Allah güzel ölüm nasip etsin“ demenin gercekten en iyi dileklerden biri oldugunu… Ne sansli insanlardi, uykusunda aniden ya da bir kalp kriziyle birden bire hayatini kaybeden insalar…O zaman meslektaslarima vasiyet etmistim, „bir gün ben de solunum cihazina baglanacak olursam, beni yasatmak icin ugrasmayin aylarca“ demistim, „istemiyorum, beni gönül rahatligiyla öldürün“…Bunu dilememin en önemli nedeni, aylarca baktigimiz bir hastamizin, gözümüzün önünde aylarca can cekismesiydi. Ölüme yavas yavas acilarla yaklasiyor ama bir türlü ölemiyordu. Kendi kendine nefes alamadigi icin solunum cihazina bagliydi…Burnundan midesine soktugumuz bir sonda araciligiyla gerekli besinleri alabiliyordu. Her yerinde igneler, kateterler…Uzun süreli yataga bagli oldugu icin gelisebilecek tüm yan etkiler ortaya cikmis, vucuduna yapilan tüm tibbi girisimler sebebiyle, vucudu enfeksiyon odagi haline gelmisti…Bilincinin acik olmasi en buyuk üzüntüydü… Herseyi görüyor ve hissediyordu…Elleri sistigi icin, yazi da yazamiyordu ki, isteklerini bize iletsin…Ancak senin belirledigin aklina gelebilecek sorularina „evet, hayir“ diye gözlerini acip kapayabilirdi…Ama kim nerden bilebilirdi ki, onun ne anlatmak istedigini…Bakislarini asla unutamam Osman Amcanin, benden sirtini kasimami istedigini büyük cabalardan sonra anladigimda, acaba mutlu mu olmaliydim, tam olarak kestiremiyordum…Her nöbetimi devralisimda, onun yasadigini gördükce üzülüyordum ve her nöbetimde onun icin dua ediyordum, onun icin „en hayirlisi“ neyse onun gerceklesmesi icin…Neden mi en hayirlisi, cünkü ben hic görmedim, bu kadar süre solunum cihazina bagli kalip da cikan hasta, ama gören meslektaslarim olmustu…
Acilarini, izdirabini görmeme ve tanik olmama ragmen, Osman Amca benden isteseydi, „Gülsün Hemsire lütfen beni öldür“, asla yapamazdim…Beni bu durumda öldürmelerini vasiyet ettigim meslektaslarim da benim istegimi gerceklestiremezlerdi… Bugun ötenaziyi savunan hekim arkadaslarimin hicbiri „ben yaparim“ diyemiyor…Cünkü konunun, sadece hukuki degil, aklaki, dini bircok yani var…Öldürmek kesinlikle kabul edilmeyen bir tabu, kanunlara göre en önemli suc, dinlere göre büyük günah…
Ama eger kisi kendini öldürse, bu onunla Allah arasinda deniyor, kanun da kisi bir sekilde ölümden dönerse kisiyi cezalandirmiyor. Yani kisi gündelik hayatinda istedigi zaman hayatina son verebilir. Bir sekilde ama hareket etme yeteneginden yoksun oldugunda, yataga bagimli hale gelen Osman Amca gibi, Kanun devreye girer ve „sen o istese de onu öldüremezsin“ der…Bunu, öldürmeninin en büyük yasak olmasina, toplumda huzursuzluga yol acabilecek olmasina, ahlak kuralarina-genel adetlere, örflere vs- aykiri olmasina, yanlis ellerde kötü niyetli kullanima acik olmasina baglar…
Neden kisilerin serbest iradeleriyle gerceklestirmek istedikleri „yasama hakkindan vazgecme“ istegini tanimasin devlet hak sahiplerine? Neden izin verilmesin ki, özgür iradesiyle yasamini devam etiren kisi, özgür iradesiyle de hayatina son versin? Bu kisi hareket etme yetenegine sahip olsa zaten kendini öldürecek, neden biz onun bu amaca ulasmasina yardimci olmayalim…
Burda benim kafama su soru takiliyor. Kisi hareket yetenegine sahip olsa, gercekten kendini öldürecek midir?
Bugun kanser servislerine bakilirsa, bir cok insanin izdirap icinde umut pesinde kostugunu görürüz. Oysaki bircogu icin „tibbi gelecek“ bellidir, cözümü yoktur hastaliklarin, su ya da bu zamanda ölüm kapilarini calacaktir. Ama hepsi hayatlarini bir sekilde sürdürmeye calisirlar. Ölüm, ayaga kalkip hastane penceresine ulasmak kadar yakindir bazilari icin. Ama kaci yapar ki bunu…Kac kisi vardir, ölümcül bir hastaliga yakalandigini bildigi anda, hayatina o anda son veren…
O zaman aslinda, kisi agrilar, acilar ve izdirap altinda, iyilesme umudunun yerini ölüm beklentisinin aldigi o anda ölme karari almaktadir. O andaki rizanin gercek iradeyi somut olayda tam olarak yansittiginin tespiti nasil yapilacaktir? Yani kisinin mevcut sartlar altinda (ölümcül, iyilesmesi mümkün olmayan hastalik ve tibbin caresiz kaldigi agrilar) eger hareket yetenegine sahip olsaydi, kendi elleriyle hayatina son verecek kararlilikta oldugu nasil belirlenecektir? Ölüm isteginde olmak ayri bir konudur, ölüm isteginde kararli olmak ayri bir konu.

Ayrica, ölümcül hastalik ve acilar icinde olma yasama hakkindan vazgecilmesi icin bir gerekce olarak kabul edilmesinin toplumsal acidan etkileri nasil olacaktir? Yani toplumasal huzur bundan etkilenecek midir???

Bence ötenazi özellikle riza konusunda icindeki barindirdigi tüm belirsizlikler ve bu belirsizliklerin yarattigi tehlikenin büyük ve geri dönüssüz olmasi sebebiyle kabul edilmesi zor bir olgudur.

Bu nedenle belki de Kanun, hangi sartlar altinda olursa olsun, ölüm isteklerine araci olmaya „hayir“ demelidir. Ne olursa olsun, sartlar ne kadar agir olursa olsun yasamak icin savasmali „en son umut ölür“ demelidir!!

Saygilarimla
Gülsün A. Aygörmez