Mesajı Okuyun
Old 04-11-2004, 13:27   #3
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

HG 00 Esas : 1938/000020 Karar: 1940/000087 Tarih: 07.12.1940

* TAŞINMAZ MAL ALIM SATIMI
* VEKALETİN SÜREKLİLİĞİ


1 - Vekil edenin ölümünden sonra dahi taşınmaz malının başkasına satışına ve ferağının verilmesine dair olan vekalet ilişkisinin süregeleceği taraflar arasında kararlaştırılmışsa ölümden sonra da vekilin yetkileri süregelir.

2 - Ancak miras bırakanın ölümüyle, görevden alma (azil) hakkı mirasçılara geçtiğinden bunlar vekili işten uzaklaştırabilirler.

(818 s. BK. m. 396, 397)

Bir kimsenin mutasarrıf olduğu gayrimenkul malım tapu dairesinde şahsı ahara bey ve ferağa, badelvefat dahi vekaletin muteber olacağı kaydiyle tevkil eylediği zatın müvekkilin vefatından sonra buna müsteniden mezkur malı tapu memuru huzurunda bilvekale satması muteber olduğu ötedenberi içtihat edilmiş iken bu kerre mümasil bir hadisede müvekkilin vefatiyle vekaletin nihayet bulacağı yolunda evvelki içtihada mübayin bir ekseriyet hasıl olduğundan keyfiyetin tevhidi içtihat yoliyle halli lüzumu Temyiz Birinci Hukuk Dairesi Reisliğinin 29 Mart 1938 tarih ve 148 sayılı müzekkeresiyle istenilmesine mebni birinci defa toplanan Heyeti Umumiyede sülüsan ekseriyet hasıl olamamasına binaen 3 Temmuz 1940 tarihinde tekrar toplanan Heyeti Umumiyeye kırk iki zatın iştirak ettiği görüldükten ve müzakere nisabı tahakkuk ettikten ve mezkur müzekkere ile merbutu ilam okunduktan ve hadise bir kerre de Birinci Reis İhsan Ezgü tarafından izah edildikten sonra söz alan;

Fuat Hulusi; Bir kimse vefat edince vecibeleri vereseye intikal ediyor (Tabii veraset reddedilmemiş ise). Mirasçıların ve masanın vekili oluyor. Kabili azil olmak üzere vekildir.

Cevat; Rosel, Borçlar Kanunu Nazariyeleri kitabının 620 nci sahifesinde vekaletin vefat ve iflastan sonra devam etmesi halinde bir çok ciddi müşkülata sebebiyet verdiğini kaydettikten sonra kanun bu mahzur için bir çare derpiş etmiştir: Vekaletin temdidinden mutazarrır olan tarafın varisleri veya halefleri gerek azil ve gerek istifa tarikine müracaat edebilirler, diyor,

Bu eğer yanlış bir tercüme eseri değilse -ki zabt ve rabıtsızlığından ağlebi ihtimal tercüme hatasıdır- aksi takdirde saçma ve hezeyandır. Çünkü vekaletin hasbelmukavele badelmevt devam edeceğini kabul ettikten sonra o vekili müvekkilin veresesi azledemezler. Çünkü hakkı tevkil hukuku mücerrededen olup kabili intikal olan hukuku maliyeden değildir ki irsen intikal etsin ve Verese murislerinin vekilini bihasebilverase azil edebilsinler.

Kaldı ki ferdayi vefatta veresenin haberi olmadan vekil bir saatta haiz olduğu devamlı vekaletine müsteniden müvekkilinin bütün mallarını derhal ahara satar ve vereseleri haberdar olduklarında dona kalırlar.

Bu hükmün emvali gayrimenkuleye teşmilinde ise hiç imkan tasavvur olunamaz. Çünkü vefat ile emvali gayrimenkule üzerine veresenin intikal hakları bilkuvve tahakkuk ettikten sonra vefattan evvel verilmiş bir vekaletname ile ahara bey ve tasarrufa vekilin istitaatı kanuniyesi olamaz. Çünkü o mallar artık başkasının olmuştur ve gayrimenkullerde temliki tasarruf malikin hayatında kendisinin veya vekilinin tapu memuru huzurunda takrir vermiş olmalariyle mümkün olabilir. Hali hayatta yapılamayan bu muamele vefattan sonra hiç yapılamaz.

Borçlar Kanununun 396 ncı maddesi badelvefat hukuku irsiyeye taalluku itibariyle menkul emvalde bile cari olmaz. Nerede kaldı ki Birinci Hukuk Dairesini alakadar eden gayrimenkullerde kabili tecviz olsun.

Bu madde olsa olsa sarih Martin'in dediği gibi vefat edeceğini anlayan bir şahsın yapmasını arzu edipte ikmal edemediği bazı nüzür ve vecibelerinin ifası için veya nezdinde bulunan vediaların mudilerine iadesi gibi hallerde cari olmalıdır ki bu vekil, bu mevkide bir vasii muhtar mahiyetini alır.

Heyeti aliyeleri bu husustaki maruzat ve mütalaatı aciziyi iki sene mukaddem bir Manisa işinde ve esbak Adliye Vekili Mahmud Esadın avukat olarak hazır bulunduğu bir duruşmada tamamen teyit ve kanaatlarını esbabı mucibesiyle izhar buyurmuştur. Şimdi bu içtihattan rücu etmesine sebep yoktur. O vakit bu heyeti celile bu mütalaalarım Mahmut Esadın hatırı için değil, hakikat olduğuna kani olduğu için serdetmişti. Bu içtihadın tebdilinde mahzurdan başka bir faide me'mul etmiyorum. Bir müteveffanın mirasçı ve alacaklarını ikrara meydan veren mahzuru müstelzim bir içtihat olur.

Şefkati; Hadisemizde azil meselesi mevzuubahis değildir. O mesele bize gelince görüşürüz.

Ali Rıza: Biz metni kanuna bakıyoruz. Metni kanun çok sarihtir ki sarihler de bunda müttefiktir. Buraya gelmeğe lüzum yoksa da dairede ihtilaf çıktığı için buraya gelmiştir.

Hulusi; Vasiyet bahsi ile vekalet bahsi ayrı ayrıdır. Bunları karıştırmamak gerektir. Biri Kanunu Medenide, diğeri Borçlar Kanunundadır. Gerçi Heyeti Umumiye bir karar vermiştir. Fakat bu karar tevhidi içtihat kararı değildir. Vekaletle mülzem olmak üzere hak ve vecibelerin vereseye intikali ile mirasçılar da vekili azleder. Kanunun sarahati karşısında eski içtihadın tebdiline taraftar değilim.

Cevat: Müvekkilin vefatından sonra dahi vekaletin devamı şartı ve mukavelesinin muteberiyetine dair olan Borçlar Kanununun 397 nci maddesi hükmünün hududunu tayin meselesi tevhidi içtihat müessesesinin iki celsesini işgal etmekte bulunuyor. Bu hususa müteallik mütalaa ve içtihatları bir noktada toplamak zarureti karşısında bu vazifeyi ifa ederken hukukçu arkadaşlarımızın cezacı arkadaşlarımız gibi, ceza işlerinde yaptıkları gibi titiz ve müteenni davranmalarını bir müruruzaman meselesini cezacı arkadaşlarımız nasıl ki uzun uzun münakaşalariyle bir çok celselerimizi doldurdular ve hatta lüzumundan fazla uzattılarsa hukukçu arkadaşlarımız daha ilmi olan bu mevzu üzerinde tetebbularını derinleştirerek ilmi münazaralariyle gayet enteresan olan bu mevzu etrafında ilmi cehit ve içtihatlarını ortaya atmalarını gönül arzu eder. Çünkü mevzuumuz gayet mühim ve netayicin vebali azimdir.

Meclisimizin vasfı ve meşgalesi olan içtihadın ne demek olduğunu ve ne ürkütücü manası olduğunu hepimiz daima hatırlamak mecburiyetindeyiz. Çünkü içtihat, takatfersa mesai ve tetebbu sarfiyle ilmi bir kanaati takrir etmektir. İçtihat sathi nazarla hasıl olmaz ve bunda yalnız akıl ve mantık kafi gelmez. Akıl ve mantık rehberliğile nakillere istinat ederek, ilmi istişhatlarla hakikati bulmak mümkün olur. Bu şekilde takarrür eden bir içtihadın hayatiyeti ve faidesi olur. Ferdayi takarrüründe nedamet hisleri duyulmaz ve İran arhundanlarının içtihatlarına benzemekten kurtulur. Tevhidi içtihat münakaşalarında kanunun yalnız metin maddesine istinatla iktifa edip şerhlerden ve ilmi mehazdan istiğna göstermek hem hatalı bir yoldur, hem de indi mütalaa olmaktan hali kalmaz. Mevzuubahis olan mesela bir sigara kağıdı inhisarı kanunu veya müzayede ve münakaşa ihale kanunu gibi teşrii meclisçe her türlü ilmi mevzulara temas etmeksizin yapılmış alelade bir kanun maddesi değildir ki metni maddeyi okumakla serbestçe tefsiri tasarrufatta bulunabilelim. O kabil kanunlarda bile sebebi sevk ve maksadı vaz'ını anlamak için meclis müzakerelerini tetebbu ederiz. Mevzuu müzakeremiz olan madde ise Borçlar Kanununun bir maddesidir. Malumu alileridir ki Borçlar Kanunu hükümlerinin menşe ve menbaları ilmi bir takım nazariyattır. Salahiyettar şerhler tetebbu edilmeksizin metin üzerine binayı tefsir etmek sakat bir iş olur.

Gelelim mevzuumuza: Borçlar Kanununun 397 nci maddesinin birinci fıkrasında, (hilafı mukaveleden veya işin mahiyetinden anlaşılmadıkça vekalet, gerek vekilin gerek müvekkilin ölümiyle ve ehliyetinin zevali veya iflası ile nihayet bulur) denmektedir. Hilafı yani badelvefat devamı vekalet mukavele ile şart ise vefat vekalete halel getirmez, demekte olmasıdır. Burada müstamel (hilafı mukavele) alelıtlak her türlü şart ve mukavelemidir ve bu vekaletten maksat her nevi vekalet midir? İhtilaf buradadır ve bazı vekaletlerin vefattan sonra dahi şart ve mukavele veçhile müvekkilin vefatından sonra dahi devam edebileceği müttefikunaleyhtir. Aradaki ihtilaf, müvekkilünbih itibariyle her hususa müteallik tevkili vefattan sonra da temadi edebilir mi edemez mi hususundadır. Biz diyoruz ki, bu hüküm umumi ve mutlak değildir, bazı vekaletler bu hükümden hariç kalır. Muarızlarımız da hayır bu madde mutlak surette sevkedilmiştir, binaenaleyh böyle bir vekaletle vekil, müteveffa müvekkilinin her nevi mallarını veresenin izin ve haberi olmaksızın satar ve bu satış muteberdir. Çünkü mutlak ıtlakı üzere cereyan eder, diyor ve sayın Fuat Hulusinin reylerince vekil vefattan sonra veresenin de vekilidir, keenne satışları verese bizzat yapmış gibidir. Fakat hayır efendiler, mutlakın ıtlakı üzere cereyan etmesi de alelıtlak değildir. Çünkü, (müsaadenizle hepinizi mektebi hukukun rahlelerine kadar ircai nazar etmeğe davet edeceğim. İnsan hali buya unutulmuş olur). Şimdi pek anılmayan usulü fıkhın mutlak -mukayyet, has ve am bahislerini ve bu bahislerdeki hüküm ve hadisede ittihat ve tarihan takaddüm ve teehhür ve hasdan sonra gelen amin ve nesh ile mensuhun hükümlerini teşrih ile işi medreseye düşürmeyeyim. Fakat lojik- mantık itibariyle mutlak ve mukayyedi ve garb hukukunda kanun, muahede ve mukavelelerin sureti tefsirinde tatbik olunan ıtlak ve takyide müteallik desatir ve kaideleri gözönünde tutsak yine şimdi arzedeceğim hakikata kolayca vasıl oluruz.

Çünkü her kelam ve ibare ve bilhassa emri kanuni ya mutlak olur ya mukayyet. Mukayyedin hükmü takyidi üzere cereyan etmesidir. Mutlakın hükmü de ıtlakı üzere cari olmasıdır. Fakat bu alelıtlak değildir. Mutlak ıtlakı üzere cereyan eder, eğer karainden mücerret olup ta olveçhile nassan yani sarahaten yahut delaleten takyit delili olmazsa, eğer bu ibare sarih nass veya delalet ile bazı kayıtlarla mukayyet ise hiç bir vakit ıtlakı üzere cereyan etmez.

İmdi hadisede Borçlar Kanununun 397 nci maddesinin ıtlak ibaresi nassı kanuni veya delaletleriyle mukayyet midir? Evet arkadaşlar, işte bunu size karşı iddia ediyor ve şu suretle ispat ediyorum.

Devami asagidadir..