Mesajı Okuyun
Old 02-12-2007, 14:56   #3
Av.Şule ÜNLÜ

 
Varsayılan

YARGITAY
1. Hukuk Dairesi

Esas : 2003/4766
Karar : 2003/5501
Tarih : 07.05.2003

ÖZET : 1- İnanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.

2- Hukuk Usulü muhakemeleri kanununa göre, senede bağlı bir iddianın yine senetle yada başka bir yasal delil ile ispatlanması zorunludur. Dava dilekçesinden açıkça veya "v.s; yada diğer deliller" denilmek suretiyle yemin deliline de dayanıldığı anlaşıldığı takdirde, mahkemece davacıya, karşı tarafa yemin teklif etme olanağının tanınması;bu olanağın kullanılması durumunda, yöntemine uygun şekilde yerine getirilmesi, hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekir.

(1086 sayılı HUMK. m. 288, 337)

KARAR METNİ :
Taraflar arasında görülen davada:

Davacı, dava konusu 9 parsel s. taşınmazın 764/21368 payının maliki iken, oğlunun borçlarına teminat olarak davalıya devredildiğini; gerçekte ortada bir satış bulunmayıp, tapudaki işlemin muvazaa sebebiyle geçersiz olduğunu ileri sürerek, iptali ile adına tescilini istemiştir.

Davalı, çekişmeli payı bedelini ödeyerek satın aldığını, davanın haksız ve yersiz açıldığını reddini savunmuştur.

Mahkemece, davanın ispat edilemediği gerekçesiyle reddine karar verilmiştir.

Karar, davacı tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla, tetkik hakimi Murat Ataker´in raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

KARAR

Davacı, 508 ada 9 parsel s. taşınmazın 764/21368 payının oğluna aldığı borcun teminatı olarak oğlu tarafından vekaleten davalıya temlik edildiğini ileri sürerek, iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur.

Mahkemece, gabin iddiasına dayalı davanın süresinde açılmadığı, taraf muvazaası hukuksal nedenine dayalı davanın ise yazılı delil bulunmadığı gerekçesiyle reddine karar verilmiştir.

Hemen belirtmek gerekirki, iddianın ileri sürülüş biçimi ve açıklanan içeriği itibariyle davada, inançlı işlem iddiasına dayanıldığı açıktır.

İnanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.

Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek veya idare olunmak üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar.

Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani sadece sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır. Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi tarihine kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda sadece bir borcu kalmıştır. Bilindiği üzere, Eski hukukumuzda, "nam-ı müstear", geçerliliği kabul edilmiş bağımsız müessese olarak düzenlenmiş bulunmasına karşın (Mecelle 1592, 1594, 1595); bu günkü pozitif hukukumuzda; (yasalarımızda) nam-ı müstear diye bir deyim yer almış değildir. Buna rağmen hukukumuzda nam-ı müstear´ın hukuki niteliğinin belirlenmesi sorunu büyük önem kazanmıştır. Yargıtay´ın üç içtihadı birleştirme kararına (8.5.1941 gün, 29/5 sayılı; 5.2.1947 tarih ve 20/6 sayılı; 7.10.1953 tarih ve 7/8 sayılı) ve önemli öğreti çalışmalarına konu olan bu sorun, son yılların Türk hukuk hayatındaki en önemli sorunlardan birini teşkil etmiş ve güncelliğini sürdüre gelmiştir.

İsviçre/Türk Hukukları´ nda, araya giren şahıslar ve ilişkiler ile ilgili durumlar, her somut olayın özelliğine göre farklı bir rejime tabi tutulmuştur. Sırf görünüş belirtilerine bakılıp her nam-ı müstear durumunun muvazalı bir işlem olarak nitelendirilmesinin yanlış olduğu; özellikle, irade serbestisi prensibine (B. K.madde.19) ve taraf iradelerine aykırı bulunduğu öğretide kabul edilmiştir. Bu bakımdan, sorunun, her somut olayın ortaya çıkış durumu gözetilerek; ya muvazaalı işlemler, yada inançlı işlemler veya dolaylı (vasıtalı) temsil hukuki rejimine tabi tutulması gerekecektir (Ergun Özsunay, Türk Hukukunda ve Mukayeseli Hukukta İnançlı Muameleler, İstanbul 1968, Sh.229 vd; Turhan Esener, Türk Hususi Hukukunda Muvazaalı Muameleler, İstanbul 1956, sh.177; Feyzi Necmettin Feyzioğlu, Borçlar Hukuku-Genel Hükümler, Cilt 1, İstanbul 1976, sh.223 vd; İlhan Postacıoğlu, Nam-ı Müstear Meselesi, Vekalet ve İtimat Muameleleri ile Muvazaanın Karşılıklı Münasebetleri-Makale-İstanbul Hukuk Fakültesi Mecmuası, Cilt XIII, sayı 3, sh.1050 vd). Nam-ı Müstearın, Türk/İsviçre Hukukunda ya muvazaa, ya itimada dayanan muamele yada dolaylı (vasıtalı) temsilin hukuki rejimine tabi tutulduğu başkaca kaynaklarda da ifadesini bulmuştur (Kenan Tunçomağ, Borçlar hukuku, Cilt 1, Genel Hükümler, 1972, sh.206; İsmet Sungurbey, Medeni Hukuk Sorunları, Cilt 4, sh.501). Davada ortaya çıkan uyuşmazlık; teminat maksadıyla temlik sözleşmesi yapıldığı noktasından kaynaklandığına göre; bu tür sözleşmenin hukuki mahiyetininde açıklanması gerekir. Teminat maksadıyla temlik sözleşmelerinden, bir alacağın temini bakımından vuku bulan inançlı (Fiduziarisch) mülkiyet intikalleri anlaşılmalıdır. Bu tür sözleşmelerin iki esaslı unsuru vardır. Bunlardan ilki, mülkiyet intikalinin teminat maksadıyla yapılması; diğeri ise, inançlı sözleşmedir. Teminat maksadıyla temlik sözleşmesi, bir iltizami muamele olarak mülkiyetin nakline imkan sağlar. Başka bir anlatımla, tasarrufi muamele ile, tarafların iltizami muamelede ifadesini bulan irade gerçekleştirilmiş olur.

Yineleyerek belirtilmelidirki; teminat maksadıyla temlik sözleşmeleri, taraflar arasında karşılıklı itimat esasını şart kılmaktadır. Teminat için taşınmazını temlik eden borçlu, borcun ödenmesi halinde taşınmaz mülkiyetinin tekrar kendisine devredileceği inancını taşımaktadır. Değinilen niteliklerinden ötürü, gerek öğretide; gerekse yargısal uygulamada, teminat maksadıyla temlik sözleşmeleri; hukuki mahiyetleri itibariyle inançlı muameleler (Fiduziarisches Geschaeft) arasında yer almıştır. Federal Mahkeme kararlarında da bu içerikte açıklamalar yapılmıştır.(Bedi Eğilmezler; Alman ve İsviçre Hukukunda Teminat Maksadıyla Temlik Akitleri, Adalet Dergisi, 1965, Cilt 1-2, sh.1028 vd; 1966, Cilt 1, sh.58 vd.). Öte yandan, inançlı işlemin, taraf muvazaası ile benzer noktalarının bulunmasına karşın; ayrıldığı yönlerininde olduğu; bunlardan en önemlisinin, inançlı işlemde, tarafların devir ve temlik işlemini ciddi olarak istemelerine rağmen, muvazaada bunu istememeleri biçiminde ifade edildiği bilinmektedir (Kenan Tunçomağ; a.g.e ; sh.209). Yukarda yapıla gelen açıklamalar ile hukuki mahiyeti ortaya konulan "teminat maksadıyla temlik" işleminin yazılı delille ispatlanmasının gerekeceği kuşkusuzdur. Esasen, HUMK.nun 290.maddesine görede; senede bağlı bir tsarrufun hüküm ve kuvvetini azaltmak üzere yapılmış hukuki muamelelerin, yine senetle (veya başka bir yasal delil ile) ispatlanması zorunludur. Sözleşmenin taraflarından biri (olayda davacı), iddiasını yazılı belgeyle ispatlamak zorunda ise, elbette şahit dinletemez. Ancak, dava dilekçesinden açıkça veya "v.s; yada diğer deliller" denilmek suretiyle yemin delilinede dayanıldığı anlaşıldığı takdirde, bu delilin (yeminin) kullandırılması engellenemez.5.2.1947 gün 20/6 s. İçtihadı Birleştirme Kararının nam-ı müstear (iğreti ad) davalarının yazılı delille ispat edilebileceğini öngörmesi; inançlı sözleşmelere dayalı davalarda yemin delilinin kullandırılamıyacağı anlamına gelmez. Kanuni delil ve ispat aracı olarak taraf yemini, yargılamanın her aşamasında kullanılabilen bir nitelik taşır.

Somut olayda, davacı, dava dilekçesinin deliller bölümünde açıkça "gerektiğinde yemin" demek suretiyle yemin deliline de dayandığını, belirtmiştir. Hal böyle olunca, mahkemece davacıya, karşı tarafa yemin teklif etme olanağının tanınması;bu olanağın kullanılması durumunda, yöntemine uygun şekilde yerine getirilmesi, hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, aksine düşüncelerle yazılı şekilde hüküm kurulması doğru değildir. Kabulüyle hükmün belirtilen nedenden ötürü HUMK´nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA alınan peşin harcın temyize edene geri verilmesine 7.5.2003 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

İnançlı sözleşmeler; inananın (itimat edenin) bir hakkını belli bir süre veya amaçla inanılana (mutemede) geçirmeyi inanılanın da inananın emir ve talimatlarına göre kullanıp., amaç gerçekleşince veya süre dolunca hakkı tekrar inanana devretmeyi yüklediği sözleşmeler olarak tanımlanılabilir.

Türk Hukuk Sisteminde İnanç Sözleşmesi müessesesi kural olarak düzenlenmiş değildir.

İnanç sözleşmesi ile ilgili hususlar İçtihatlar ve Doktrin ile yönlendirilmekte olup, bu konudaki ihtiyaca cevap verdiği bir gerçektir. 5.2.1947 gün 20/6 S. İçtihadı Birleştirme kararı ile ön görülen yazılı delil kuralının İnanç Sözleşmesinden yalnızca ispat koşulu değil, aynı zamanda geçerlilik koşulu olarakta düşünülmesi gerektiği kuşkusuzdur. İnanç sözleşmesinin çoğunluk görüşünde detaylı şekilde anlatılan niteliği gereği taraf yemininin çekişmeli taşınmazın temliki gününde olması şart kılınan sözleşme yerine hüküm ve sonuç doğuracağı ve mülkiyetin naklinin nedeni sayılacağı söylenemez. Aksi halde, tapulu taşınmazların nakli bakımından kanunun öngördüğü zorunlu şekil koşulunun yemin delili ile aşılması sonucunu doğurur. İçtihatı Birleştirme Kararlarının konuları ile sınırlı olarak çerçevesi genişletilmeden uygulanmasının yerinde olacağıda düşünülmelidir. Açıkladığımız sebeplerden dolayı hükmün onanması görüşünde olduğumuzdan sayın çoğunluğun görüşüne katılamıyoruz.