Mesajı Okuyun
Old 05-12-2008, 13:17   #142
ege

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Cengiz Aladağ
Sanırım 1986 kışıydı. Ferhan Şensoy'un bir oyununu sahneleyen Ortaoyuncular Beyoğlu sokaklarında, oyunun kostümü Nazi üniformalarıyla insanlara kimlik sormuş, üstlerini aramış, kimse ses çıkarmamış ve itiraz etmemişti.
Yirmi yıldan fazla geçmiş; değişen bir şey yok, tepkisizlik aynı.

Sayın Aladağ,
aslında "tepkisizlik aynı" diyerek, toplumun tepkisizliğine dikkati çekiyoruz ama, bu tepkisiz kalmanın "öğretilmişlik ve sindirilmişlikle" oarantısnı bulmak ve bunun üzerinden gitmek gerek miyor mu?
Dün gece 32. gün proğramında (ben geç kaldığım için çok az izleyebildim) aynı konu vardı.görüntüler bizim ülkemizde, hepimizin tanık olduğu yaşadığı görüntüler.

Asıl tepkisiz olan yurtdaşlar mı yoksa yargı mı diye sorgulamak gerekiyor.
Bizler de hukukçular olarak yargının organlarından biriyiz. Nasıl bir takipçi olmalıyız? bunu düşünmemiz gerekiyor.


bugün de aynı konuya ilişkin bir gazete de çıkan şöyle bir yazı var. (bu yazıların onlarcasını yazmak mümkün)

Bu yazının sonundaki temenniye katılıyorum. Ama korkutulmuş ve sindirilmiş bir toplum olarak nereye kadar gidebileceğimizi bulmak ve YARGI nın güvencesine sahip olmamız gerekiyor..

Alıntı:
POLİSE KİMLİK SORANA, BİR KOL ALÇISI BEDAVA!
gozdebedeloglu@birgun.net / 11:37 05 Aralık 2008



Türkiye’de doğan çocukların ortak travmalarından biri de yaramazlık yaptıklarında ‘polis amca’ya verilme korkusudur. Nasıl bir sindirme niyetiyse artık bu, çocuğu belinin bir tarafından cop diğer tarafından silah uzanan polise verme tehdidiyle son bulur. Sahne çoğunlukla, çocuğunu polisle korkutan ebeveyn ve polis arasındaki ‘anlaştık’ bakışları, polisin kaşlarını çatması ve çocuğun korkudan bacak arasına sinmesiyle tamamlanır. Taraflar çocuk korkutma operasyonunun başarıyla neticelendirilmesinden hoşnut, birbirine gülümser. Bu arada ebeveyn de polisin ‘büyüklüğünü’ ve ‘gücünü’ çocuğun üzerinden yaptığı bu korkutma hamlesiyle kabul ettiğinin mesajını verir. Böylece Türkiye’de doğan çocuklar için hazırlanan ortak travma havuzuna bir katkı daha yapılmış olur. ‘Masum’ bir çocuk ‘uslandırma’ gayreti sanki, ileride pek de masum olmayacak olayların bir ön kabulü, alıştırmasıdır. Zira bu ülkenin tarihinde, korkma, korkutma ve sindirme hikâyeleri uzun paragraflara malzeme olacak kadar zengindir.

•••

Geçtiğimiz günlerde televizyon ve gazetelere yansıyan bir habere göre İstanbul Avcılar’da 3 ay önce kendisine polis süsü veren bir grup saldırgan, restoran basıp bir kadını kaçırdı ve tecavüz etti. Restoranda çalışan 25 yaşındaki A.C. 24 Ağustos 2008 tarihinde polise gelerek kendisini kaçıran 5 kişiden 3’ünün tecavüzüne uğradığını bildirdi. Kadının kaçırılışı an be an güvenlik kamerasından evimize doldu. Restorandan saçından sürüklenerek götürülen kadını ürkek bakışlarla izleyen müşteriler yeni bir tartışmayı da alevlendirdi. Yurttaş polise neden kimlik sormadı?

Olay sonrası restorandaki bir tek kişinin bile 155’i aramamış olması yurttaş-polis arasında aslında nasıl bir ilişki kurulduğunun ya da kurulamadığının kanıtı. İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah görüntülerin basına yansımasından sonra yaptığı açıklamada, kalabalığın içinden bir kadının polis yeleği giyen iki kişi tarafından kaçırıldığını ve kimsenin de ‘sen kimsin’ ‘kimliğini görebilir miyim’ nereye götürüyorsunuz’ diye sormadığını söyledi.

•••

Sanki bu ülkede, ölüm oruçlarındaki evlatları için direnen ‘Cumartesi Anneleri’, 1 Mayıs’ta meydanlara çıkıp hakları için bağıran emekçi kadınlar, YÖK’e karşı yürüyen üniversiteli kızlar, saçlarından sürüklenerek hiç tartaklanmadı!

Sanki bu öyle yabancı bir görüntüydü ki herkes için, durumdan şüphelenmeden, kimsenin polisi aramaması şaşkınlık yarattı!

Olaya tanık olan bir kişinin bile polise kimlik sormadığını söylüyor Cerrah.

Sanki bu ülkede, Avukat Muammer Öz’ün, ailesiyle birlikte Moda parkında otururken, ‘kimlikleri çıkartın’ diyen polise ‘önce siz kimliğinizi çıkartın’ dediği için burnu, kolu ve kaburgaları kırılmadı! Sanki bu ülkede, Cumhuriyet gazetesinin stajyer muhabiri Servet Alçınkaya, 2005 yılında İstiklal Caddesi’nde kendisine kimlik soran polislere, “Önce siz kimlik gösterin, polis olduğunuzu nereden bilebilirim” dediği için gözaltına alınmadı. Önce polis otosunda sonra da karakolda dövülmedi. Sanki bu ülkede, asistan doktor Deniz Yazıcı, kimliğini soran polisler tarafından önce boş bir araziye götürülüp çırılçıplak soyularak, sonra götürüldüğü karakolda yine soyularak dövülmedi.

•••

Bir restoran dolusu insan, polis kılığında iki adamın bir kadını sürükleyerek kaçırmasına seyirci kaldı. Çünkü ‘çocukluğun polis korkusu’ büyüdükleri her bir yıl onlara gerçek hikâyelerle geri döndü. Tam da bu yüzden polisin böyle bir şey yapacağına inandılar. Bu ülkede polise kimlik sormanın yürek istediğini, kırılan kemikler sayesinde kavradılar.

O yüzden Emniyet “herkes polise kimlik sorsun” tavsiyesinde bulunmadan önce, kurum içindeki suçlularının toplum vicdanını rahatlatacak şekilde yargılanıp ceza almasını ‘samimiyetle’ istemeli.