Mesajı Okuyun
Old 31-08-2006, 19:32   #2
Av. Bülent Sabri Akpunar

 
Varsayılan

Alıntı:


YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 1964/2-3

K. 1964/290

T. 3.6.1964

• MUVAZAA ÇEŞİTLERİ

818/m.18

ÖZET : ( ..Muvazaa iki şekilde olabilir: a ) taraflar herhangi bir akit yapmak istemezler, fakat görünüşte belli bir akit yapmak üzere irade bildiriminde bulunurlar ki bu akit hükümsüzdür; b ) taraflar gerçekten belli bir akit yapmak isterler ve yaparlar, fakat bu gerçek akti saklamak amaciyle başka bir akit yapmak istemiyormuş gibi ayrıca irade bildiriminde bulunurlar ki, görünüşte yapılan akit geçerli olmaz, esas akit, kural olarak geçerli olur. Gerçekten yapılmak istenen akit şekle bağlı bir akit ise, bu akit dahi hükümsüzdür.
3. Muvazaa ilişkin hukuki esaslar, yalnız akitlerle değil bir tek kimsenin irade bildirimiyle meydana gelen tek taraflı hukuki işlemlerde dahi uygulanır.
4. Bir senedin, bir akte veya tek taraflı işleme ilişkin sayılmasında gözönünde tutulacak esas, ondaki yazıların anlamıdır.
5. Muvazaa sebebiyle miras bırakının borçlanmasının hükümsüzlüğünün tesbiti davasını açmakta borçtan müteselsil olarak sorumlu bulunan her mirasçının hukuki yararı vardır.
6. Miras bırakan tarafından muvazaa yoluyla, davacıdan mal kaçırmak üzere senet düzenlenmesi halinde, davacının tanık dinletme isteği kabul olunur.

Alıntı:
YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 1988/1-543

K. 1988/861

T. 2.11.1988

• TAPU İPTALİ VE TESCİL ( Muvazaa )

• MUVAZAA ( Tapu İptali ve Tescil )

• KADASTRO

• KADASTRO TEKNİSYENİ HUZURUNDA TAPULU TAŞINMAZIN ZİLYEDİ ADINA TESBİTİNE MUVAFAKAT ( Tenkis Davası )

• TENKİS DAVASI ( Kadastro Teknisyeni Huzurunda Tapulu Taşınmazın Zilyedi Adına Tesbitine Muvafakat )

• TAŞINMAZLARIN İKTİSABINDA RESMİ ŞEKİL

743/m.634

ÖZET : Tapulu taşınmaz mallarda mülkiyeti nakleden akitlerin resmi biçimde yapılması M.K.’nun 634, B.K.’nun 213 ve Tapu Kanunu’nun 26. maddesi hükümleri gereğidir.
DAVA VE KARAR : 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 13/B maddesinde bu Yasa’nın bir tasfiye yasası olması nedeniyle M.K.’nun 634 ve B.K.’nun 213. maddesinde mülkiyetin naklinde öngörülen buyurucu nitelikteki hükümlere ayrık bir düzenleme getirilmiştir.
Buna göre kayıt sahibinin tapulama sırasında kadastro teknisyeni huzurunda taşınmazının zilyedi adına tesbit ve tesciline muvafakatını bildirmesi mülkiyetin zilyed adına geçirilip onun üzerine tapulama tesbiti yapılabilmesi için yeterli kabul edilmiştir.
Tapulama tesbiti sırasında tesbite muvafakat beyanının bağışı amaçladığı halde haricen satış gibi bir nedene dayalı olarak verildiğinin belirtilmesinin irade ile beyan arasında kasden yaratılan aykırılık olarak tanımlayabileceğimiz muvazaa ile illetli olduğu düşünülebilirse de kayıt sahibinin kadastro teknisyeni huzurunda taşınmazının salt zilyedi adına tesciline muvafakatını bildirip beyanını imzalaması bu yerin davalı adına sicile bağlanması ve mülkiyetin zilyede geçtiğinin kabulü için kafidir.
Hal böyle olunca, Mahkemece çekişmeli taşınmazlara ait davalı üzerine oluşan sicillerin dayanağı bağış akdinin gerekli biçim koşulunu da taşıdığı cihetle geçerli bulunduğu, bu yerlerdeki mülkiyetin davalıya geçtiği gözetilerek ancak saklı pay sahiplerince tenkisin istenebileceği düşünülmeksizin yazılı olduğu üzere muvazaa davasının kabulü ile iptale karar verilmesi isabetsizdir.
Taraflar arasındaki "tapu iptali ve tescil" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Afyon 2.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 30.4.1987 gün ve 473-209 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine,
( ...Dava, B.K.’nun 18. maddesinden kaynaklanan muvazaa hukuksal sebebine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Çekişmeli taşınmazlara ait davalı adına olan tapular, asıl kayıt sahibi müşterek miras bırakanın tapulama sırasında kadastro teknisyeni huzurunda verdiği ve imzası tahtında tapulama tutanağına alınan bu yerlerin davalı adına tesbitine muvafakat beyanı nedeniyle oluşmuştur.
Davacılar, murisin yaptığı bu tasarrufun bedelsiz olup kendilerinden mal kaçırmak amacını sağlamaya yönelik bulunduğunu taşınmazların davalı üzerine geçirilmesinde satışın değil bağışın üstün tutulduğunu, mülkiyetin devrinin muvazaa ile illetli olduğunu bu itibarla geçersiz olduğu gibi asıl amaçlanan bağış sözleşmesinin de bu konuda açık bir beyan taşımadığı için biçim koşulundan yoksun olduğu cihetle geçersiz bulunduğunu ileri sürerek iptal istemişlerdir.
Gerçekten tapulu taşınmaz mallarda mülkiyeti nakleden akitlerin resmi biçimde yapılması M.K.’nun, B.K.’nun 213 ve Tapu Kanunu’nun 26. maddesi hükümleri gereğidir.
Ancak, gerek dava konusu taşınmazların tapulama tesbitlerinin yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan 766 sayılı Tapulama Yasası’nın 32/B maddesinde gerekse 9 Ekim 1987 tarihinde yürürlüğe giren 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 13/B maddesinde bu kanunların genelde bir tasfiye yasası olmaları nedeniyle M.K.’nun 634 ve B.K.’nun 213. maddesinde mülkiyetin naklinde öngörülen buyurucu nitelikteki hükümlere ayrık bir düzenleme getirilmiştir.
Buna göre kayıt sahibinin tapulama sırasında kadastro teknisyeni huzurunda taşınmazının zilyedi adına tesbit ve tesciline muvafakatini bildirmesi mülkiyetin zilyed adına geçirilip onun üzerine tapulama tesbiti yapılabilmesi için yeterli kabul edilmiştir.
Eş anlatımla kadastro teknisyeni huzurunda verilen muvafakat bildirimi resmi memur önünde serbest irade ile belirtilen tescil isteme beyanı olarak görülmüştür. Kayıt sahibinin zilyed adına tesbite muvafakat beyanının haricen satış gibi ya da başka bir nedene dayandırılarak ileri sürülmüş olması da bu kabul de sonuca etkili değildir.
Yine bir akitte taraflar yönünden bağlayıcı ve geçerli olan sözleşmenin belirlenmesinde görünürdeki akitte sarfedilen sözler değil, gizlenmiş örtülü bırakılmış olsa dahi asıl amaçlanan sözleşme bulunduğu B.K.’nun 18. maddesinde ifadesini bulan genel yorum kuralının gereğidir.
Tüm dosya içeriğine göre ise murisin çekişmeli taşınmazları davalı adına tesbit ve tesciline muvafakat ederken kendisine bağış yapmayı amaçladığı duraksanmıyacak kadar açık bir olgudur.
Bu aşamada olayda çözümlenmesi gereken sorun 1.4.1974 gün 1/2 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme kararı çerçevesinde dava konusu taşınmazların davalıya geçirilmesine amaçlanan bu itibarla da bağlayıcı olup geçerli bulunan bağış aktinin yasada öngörülen biçim koşulunu içerip içermediğinin saptanmasıdır.
Hemen belirtmek gerekir ki, tapulama tesbiti sırasında tesbite muvafakat beyanının bağışı amaçladığı halde haricen satış gibi bir nedene dayalı olarak verildiğinin belirtmesinin irade ile beyan arasında kasten yaratılan aykırılık olarak tanımlayabileceğimiz muvazaa ile illetli olduğu düşünülebilirse de kayıt sahibinin kadastro teknisyeni huzunda taşınmazının salt zilyedi adına tesciline muvafakatini bildirip beyanını imzalaması bu yerin davalı adına sicile bağlanması ve mülkiyetin zilyede geçtiğinin kabulü için kâfidir.
Bu hal genel hükümlerin tasfiye yasası olan Tapulama Kanunu’ndan kaynaklanan istisnasıdır.
Hal böyle olunca, Mahkemece çekişmeli taşınmazlara ait davalı üzerine oluşan sicillerin dayanağı bağış aktinin gerekli biçim koşulunu da taşıdığı cihetle geçerli bulunduğu, bu yerlerdeki mülkiyetin davalıya geçtiği gözetilerek ancak saklı pay sahiplerince tenkisinin istenebileceği düşünülmeksizin yazılı olduğu üzere muvazaa davasının kabulü ile iptale karar verilmesi isabetsizdir... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve HUMK.’nun 2494 sayılı Yasa ile değişik 438/2. maddesi gereğince duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi Usul ve Yasa’ya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı ( BOZULMASINA ), oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Dava, Borçlar K.nun 18. maddesinde deyimini bulan muvazaa nedenine dayalı iptal isteğine ilişkin olup; görüş aykırılığı 1.4.1974 gün ve 1/2 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararının somut olayda uygulanması yönüyle yapılan yorumundan kaynaklanmaktadır.
Bilindiği üzere, anılan İnançları Birleştirme Kararında ( ...Bir kimsenin mirasçısını miras hakkında yoksun bırakmak amacıyla gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmaz için Tapu Sicili Memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmesi halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların görünürdeki satış sözleşmesinin muvazaalı olduğunu gizlenen bağış sözleşmesinin de biçim koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabilecekleri... ) öngörülmüştür.
Kuşkusuz; davaya konu işlem, tapulama ( Kadastro ekibi önünde değilde, aynı gün Tapu Sicil Müdürlüğünde yapılmış olsaydı, olayda muvazaaya dayalı iptal davasının unsurları gerçekleşecek ve davanın kabulüne karar verilecekti. Çünkü, miras bırakanın diğer mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla gerçekte davalıya bağışladığı taşınmazları ona satmışcasına işlem yaptırdığı, böylece iradesi ile beyanı arasında kasti bir uyumsuzluk yaratarak muvazaaya başvurduğu açıkça saptanmıştır. Ne var ki, Sayın çoğunluk, miras bırakanın kayıt malikinin ) kendisine tanınan yasal imkanı kullandığı ve geçerli bir şekil ile mülkiyet hakkının başkasına devredilmesi sonucunu doğuran işlemi gerçekleştirdiği, buna ( geçerli işleme ) karşıda ancak, tenkis davası yoluyla hak aranabileceği görüşünü benimsemiş bulunmaktadır.
Oysa, Tapulama ( Kadastro ) ekibi de, Tapu Sicil Müdürü gibi resmi memur sıfatıyla göreve yapar. Öte yandan, Tapulama tutanağı da Tapu Sicilinin temelini meydana getiren ve bu niteliğiyle sicile güven ilkesinden yararlanan kamusal bir belgedir. O halde, bu belge ve özellikle edinme sütununda yazılı bulunan satışa bağlantılı muvafakat bildirimi ancak bir ivaz karşılığı mülkiyetin aktarılması iradesine resmiyet vermiştir. Satış nedeniyle tesbite muvafakat içeren işlemin gizlenen bağışı da kapsadığı kabul edilemez. Başka bir anlatımla, ortada gizlenen bağış iradelerini birleştirmiş bir muvafakat bildirimi yoktur.
Bir an için, tesbite muvafakat tek yanlı bir irade bildirimi şeklinde ele alınsa dahi, muvazaaya ilişkin hukuki esaslar yine de uygulama yeri bulur. Nitekim değinilen yön, 3.6.1964 tarih 335-2/397 sayılı Hukuk Genel Kurulu kararında "...bir tek kimsenin tek taraflı irade bildirimi ile meydana gelen hukuki işlemlerde de muvazaaya ilişkin esaslar uygulanır. Zira, böyle bir irade bildirimi ile diğer tarafın yararlanması sağlanmıştır..." şeklinde ifade edilmiştir.
Hukuk düzeni, hukuki ilişkilerde iradeye uygun beyana değer verir. Diğer bir deyişle, hukuk düzeni, bildirilen söze güveni sağlamak zorundadır. Tasfiyeyi amaçlasa bile, Kadastro Yasası, bu tasfiyeyi hukuk düzenine uygun olarak aykırılık yaratmadan yerine getirmek durumundadır.
Bu nedenlerle olayda 1974 tarihli Yargıtay İnançları Birleştirme Kararı gereğince iptal davasının dinlenebileceği görüşündeyim.
Y. İsmet DİMİCİ
1. Hukuk Dairesi Üyesi
(kazancı)


Öncelikle ben karardaki karşı oya katılıyorum, muvazaa kurumu tek taraflı işlemlerde de uygulama alanı bulabilir.Bence bu karşıoy gerekçe gösterilerek kararda direnilmesi istenmelidir. Muvazaa nedenine dayalı direnme istemi kabul edilmezse bu aşamada ıslah da mümkün olmadığından iddianın genişletilmesi sözkonusu olabilir.Yalnız, kanuna karşı hile emredici bir hükmün (butlan-kamu düzeni) varlığı halinde sözkonusu olacağından itiraz niteliğindeki bu iddianın ileri sürülmesi iddianın genişletilmesi sayılmamalıdır. Yine, bahsi geçen iddia dava sebebi olarak değil de "hukuki sebep" olarak mütalaa da edilebilir. Zira hukuki tavsif hakime aittir.