Mesajı Okuyun
Old 28-11-2007, 18:20   #7
Admin

 
Varsayılan

Hikaye No : 6
Gönderim Tarihi : 20.11.2007 / 13:33

Yazar : rumuz : urfalı
Başlık : Kimseler Yoktu


Geceydi, kenti karanlık sarmıştı. Yol boyunca fenerlerin cılız ışıkları kentin sisi içinde yitip gidiyordu. Birden ayağı sert bir cisme takıldı, korkuyla geri çekildi. Kaldırımda, pasajın girişinde, duvara yakın bir yerde duruyordu.

Büyük siyah bir poşetti. Ayağıyla hafifçe itti, içinde bir şeyler vardı. Dokundu ayağıyla. Sağına soluna bakındı. Kimseler yoktu.

Korkudan ayakları titredi, bir an çekip gitmek istedi. Akşam hiçbir şey yememişti, Dün akşamdan beri açtı. En son ne yediğini düşündü, hatırlayamadı. Eğilip poşeti aldı, içinde hediye paketine benzer süslü kutular vardı. Bir an durakladı, az önce önünden hızla iri yarı bir kadın geçmişti, karanlıkta onu görmemişti. Kadın, pasajın orada oyalanmıştı.

Kadının elinde böyle büyük, siyah bir poşet görmüş müydü? Hiç sanmıyordu, zaten önünden geçen kadına da pek dikkatle bakmamıştı.

Bir an önce eve varmak istiyor, pakette yiyecek bir şeyler bulmayı ümit ediyordu. Hava giderek soğuyordu. İnce gömleği, delik ayakkabısı onu soğuktan korumaya yetmiyordu. Kesik kesik öksürdü. Eve varınca sıcak bir çay içebilirdi belki. Şeker kalmış mıydı? Hatırlamıyordu.

Kimseler yoktu.

Gecenin bu saatinde sokaklar ıssız ve korkutucuydu. Uzakta bekçilerin düdük seslerine köpeklerin ulumaları karışıyordu. Bu poşeti almalıydı. Sokak karanlık, sis yoğundu… Onu aldığını kimseler göremeyecekti. Eğildi…

Koşmaya başladı, koştu, koştu… Nefes nefese kalmıştı. Yavaşladığında poşeti sol eliyle sıkıca kavradığını fark etti.

Arkasından biri geliyor sandı. Karanlıkta çevreyi seçemiyordu. Sis de karanlığa yardım ediyordu. Ayak sesleri bir polisin olabilirdi ya da o iri yarı kadının. Poşete baktı. Kutular süslü kâğıtlarla paketlenmiş, pahalı şeyler olmalı…

Bir doğum günü hediyesi ya da bir evlilik yıldönümü armağanı…

Sokak fenerleri bir bir sönüyor, karanlık artıyordu. Sağa sola bakındı, nefesini tuttu bir an, ayak sesi mi duydu? Bir kapı girintisine sığındı. Paketi bırakan o iri yarı kadın olabilirdi, belki buralardaydı. Korkuyla irkildi… Gözleri geceyi yırttı… “ Hey, bırak paketi!”

Kimseler yoktu.

Kalbi, göğüs kafesinden fırladı. Bir tilki gibi dinledi karanlığı; çömelip, nefessiz… Baktı, baktı, baktı… Çevrede tek canlı göremedi. Gördüğü tek şey sisti. Her şey sis… Kalın bir sis tabakası kenti sarmıştı.

“Hey, Bir dakika!” dedi biri. Dedi mi? Pek anlamadı, artık geriye de bakamadı. Koşmaya başladı, poşet önce ağırdı geldi, koşunca hafifledi… Sisin içinde kayboldu.

Nehrin üstündeydi, köprünün tam ortasında. Altta sessizce akan nehirde evlerin tek tük ışığı yansıyor. Sis ve nehir, son ışıkları yutmaya hazırlanıyor. Köprü, karanlık… Kimdi bağıran, iri yarı kadın mı? Hayır, hayır… Kadın sesine benzemiyordu. Nefesi düzelir gibi oldu, tekrar koşmaya başladı. Ayakları titriyor, paket ağırlaşıyordu.

Kapıyı hızla kapatıp sürgüledi. Yatağının altından paçavraları çıkardı, poşeti yatağın altına, en dibe itti. Üzerini paçavralarla, kışlık giysilerle örttü. Gerçi giysi denecek halleri yoktu kışlıkların.

Yeni romanı yayınlandığında bu yoksulluk bitecekti. Alacağı telif ücretiyle kendine ve yaşamına çekidüzen verecekti. Kardeşleri de artık para göndermiyordu. Koca dünyada bir başına kalmıştı. Kirayla, giysiyle, yiyecekle, roman yazmakla bir başına mücadele etmek zorunda kalmıştı. Koca kentte işsizdi ve açtı. Ev sahibi ise… O, zaten her gece rüyalarına bir cin kılığında giriyordu.

Camın kenarına oturdu. Uzaktan kentin ışıklarına baktı… Uyudu.

Uyandığında odanın içinde iri yarı bir kadın duruyordu. Siyah saçlarını toplamış, uzun siyah etekli bir kadın…

Boğazını kadının iri ve kemikli ellerinden nasıl kurtaracağını düşünüyordu, boğularak ölmeyi istemiyordu. Boğulmaktan korkardı, bu yüzden hep köprünün ortasından yürür, kenara yaklaşmazdı.

Kadın, parmaklarını gevşetti… Boğazını kadından kurtarmıştı. Yerdeydi, bir sürüngen gibi gerisin geri gidiyordu. Kadının kendisine yaklaştığını gördü, yüzüne kocaman bir tükürük yapıştı. Silkinerek uyandı.

Şiddetli bir yağmur başlamıştı, gök gürültüsü pencereye vuran yağmur tıkırtılarını bastırıyordu. Odada yalnızdı, giysileri sırılsıklamdı. Bir süre pencere kenarında oturdu, karanlığa baktı.

Yorgundu, açtı, yiyecek bir şeyler arandı. Yiyecek tek şey yoktu, soyundu. Islak giysilerini çıkardı, yatağa uzandı, kurusun diye çamaşırlarını şuraya buraya bırakmıştı. Sabah erkenden kalkmalı, pazarcılara yardım etmeli… Alacağı biraz sebze meyveyle karnını bir süre doyururdu.

Uyandığında güneş, yatağındaydı. “ Ah! Sersem kafa.” diye söylendi. “ Neyine gerek be adam, elin eşyası? Yoksulluğuna bir de hırsızlık ekledin. Ellisinde bir sersem...”

Her gece korkulu rüya görmek istemiyordu. Başında yeterince korku vardı, sokakta polisler, evin koridorunda fareler, kapı önünde bekleyen ev sahibi. Birileri hep onu bekliyordu.

Karakoldan içeri girdi, kendine en yakın koltuğa oturdu halsizdi, bir bardak su istedi polisin biri bir bardak su uzattı. Kana kana içti.

En yakın polise olanı biteni durmaksızın anlattı. Üşüyordu… Üşümüyordu ölecekti neredeyse. Dişleri hızla birbirine çarpıyor, dişlerinin çıkardığı sesler pencereye çarpan yağmur tıkırtılarını bastırıyordu.

Polis, bu hırpani, saçı sakalına karışmış adamın sözlerinden bir şey anlamadı. Çökmüş avurtlara baktı, fırlamış iki siyah göz, buruşmuş bir deri...

Adam: “ Poşet.” diyordu. Bir de “iri yarı bir kadın”

Polis, adamı amirine götürdü. Komiser, dişleri birbirine vuran adamı sakinleştirmeye çalıştı. Bir sıcak çay içirdi adama. Her şeyi yeniden anlattırdı.

Adamda suçlu hali yoktu. Karakola girince hemen bir koltuğa oturmuştu, su istemiş ve gelen suyu kayıtsız bakışlarla kafasına dikmişti.

Karakola hışımla giren ufak tefek kadın, adamı görünce:

"Bu mu? Yo Hayır, Bu değil.”

“ Adam iri kıyım biriydi, bir gecede bu kadar zayıflamadı ya!”

“Sen aklımı koru Yarabbi”

Poşetini daha iri biri kaçırmıştı. İnsan azmanı biriydi, iri siyah kılları vardı, İri kollarıyla kapıp gitmişti, kendisi poşeti bırakmadığı için bir süre yerde sürünmüş, direnmiş sonra can korkusuyla bırakmıştı. Bu cılızın nesini kovalayacaktı. Adam sisin içinde kaybolmuştu.

Kimseler yoktu.

Bu ufak tefek adam kendisini yerde sürükleyen adam olamazdı, Hem adam üflesen uçacak biriydi. Açlıktan mı, hastalıktan mı gitti gidecek duruyor, kendisine iri siyah gözlerini açarak şaşkınlıkla bakıyordu.

Karanlıkta bu sıskayı iri yarı görmüş olabilirdi.

"Aman Allah’ım, neden olmasın.”dedi.

Evet, evet bu adam olma ihtimali fazlaydı… Tam da bu adamdı canım. Korkudan, adama dikkatle bakamamıştı. Buydu canım, sıska olmakla birlikte kendisine gayet güçlü görünmüştü. Sokak fenerinin yanıltıcı ışığında adamı uzun görmüş olabilirdi.

Adam, romanının bir gün yayınlanacağını ve ünlü bir yazar olacağını biliyordu. Şimdilik bulduklarıyla yaşayan biriydi. Aç kalınca evin yakınında kurulan pazarda akşamları dolaşır yiyecek pek çok şey bulurdu. Şansı yaver giderse boş kutuların arasında unutulmuş bir ayakkabı bir gömlek… Hayat böyle akıp giderdi.

“Neyine senin be ahmak?”

“ Başkalarının eşyalarını karıştırmayı pazarda çöp karıştırmaya mı benzettin?”

Kadın, adamın çökük gözlerine baktı, kendi kendine mırıldandı polisin hazırladığı tutanağı imzaladı. “ Olabilir de olmayabilir de”

Adam, kadına eğildi ağzından iki sözcük döküldü:

“Kimseler yoktu.”

Polis, evde yaptığı araştırmada adamın yatağının altında paçavra benzeri giysiler arasında büyük siyah poşeti buldu. İçindeki kutularda eski ama temiz, ütülü giyecekler vardı bir de not.

Notta şunlar yazılıydı :” Sevgili Dost! Giysiler artık bana uymuyor, bunları mahallenizdeki yoksullara verirseniz sevinirim. Tanrı günahımızı affetsin.”