Mesajı Okuyun
Old 07-05-2008, 09:58   #6
metin karadag

 
Varsayılan

“Ahlakın Ahlaksızlığı...”

“...kardeşim bu istemezükçüler de zaten her zaman her şeye sadece itiraz ederler...”

Kamusal kaynakların kullanım kararları sürecinde konunun farklı taraflarının bulunması doğaldır. Nasıl ki sinir sistemi, insanın sağlığını uyarı yoluyla koruma işlevini görüyorsa, kamusal denetim mekanizmaları da toplumun sağlığı için “taraf olarak” aynı işlevi görürler. Sinir sistemine, ona ait olmayan bir işlev yükleyemeyeceğimize göre, kamusal denetim mekanizmalarına da başka işlev yükleyemeyiz.

İlgili konularda sağlıklı ve doğru yolu bulmak, tabii ki çözüm üretmek üzere toplumun yetki verdiği yapıların işidir.

Adalet gibi köklü ve meşru bir temele dayandığını ifade etmek için, “kanun devleti” yerine “hukuk devleti” sözünün kullanılmasına özen gösterilir. Aynen “demokrasilerde kuvvetler ayrılığı ilkesi”ni kullanırken gösterilen özen gibi...

“Kuvvetler ayrılığı ilkesi” gereği “yasama”, “yürütme” ve “yargı” gruplarının birbirinden bağımsız olarak ayrılığını korumak hukukun üstünlüğü yani adalet için temel şarttır. Bu şart adalete ulaşmanın yollarının her an herkese açık tutulduğunun kanıtı olarak gereklidir. Çünkü “hem hâkim”, “hem avukat”, “hem suçlu”, “hem mağdur”, aynı kişi olamaz. Yani tek kişilik adalet olamaz ve üstelik gerçekleşmez de. Adalet kavramının anlam kazanabilmesi için en az iki kişi gerekir. Bunun için de en yalın örnek, iki kişi arasında bir şeyin (örneğin ekmeğin) en adil biçimde paylaşılması için verilmiştir. Bu, “birinin ekmeği bölmesi, diğerinin de seçmesi”dir. Adalet en yalın haliyle bu örnekte görülebilir.
Yerel yönetimlerin, “kuvvetler ayrılığı ilkesi”ne göre Anayasadaki yeri, kamu yararına “yürütme grubudur.”

Kamu yararına çalışan bir kurum olarak Mimarlar Odası’nın, “kuvvetler ayrılığı ilkesi”ne göre Anayasadaki yeri ise kamu yararına “yargı grubudur.” Yine aynı noktadan hareketle Anayasa’nın TMMOB ile ilgili 135. maddesi kapsamındaki Mimarlar Odası’ndan, yerel yönetimin yerine geçerek yürütme (örneğin, proje üretme, vb.) görevi yapması beklenemez. Sinir sistemine, başka bir görev yüklenemeyeceği gibi...
Bazen yazıp konuşurken işin nereye varacağı bilinemez hale gelir. “...kardeşim bu istemezükçüler de zaten her zaman her şeye sadece itiraz ederler...” örneğinde olduğu gibi...

Bir kurumun, anayasal silsile içinde görevini hakkıyla yapıyor olmasını bir problem olarak görmek, büyük ölçüde o ülkenin demokrasi kalitesiyle ilgilidir. Ve bu durum, aynı zamanda toplumu oluşturan bireylerin büyük çoğunluğunun “hukuk üretme yeteneği” ya da “sosyal empati” hakkında hiçbir bilgi, deneyim ve kültür sahibi olmamalarıyla doğrudan ilgilidir.

Bir insan, yapmadıklarından veya yapacaklarından dolayı değil, yaptıklarından dolayı ahlaklı ya da ahlaksız olarak değerlendirilir. Yani ahlak bir yerde sonuçlara dayanır. Ahlak, aynı zamanda kişiye ve yakın anlayış çevresine özgüdür, özeldir. Hukuki değeri, o yakın anlayış çevresiyle, yani “özel meşruiyet”le ancak anlam kazanır. O dar alanda da kalır.

Ama herhangi bir an ve yerde, bir konu çevresinde, o an orada bulunanların sayısı kadar “farklı ahlak anlayışı” da ortaya çıkabilir.
Nedense, karşılıklı olarak kendi ahlak anlayışına göre karşısındaki, yani öteki ahlaksızdır. Aynı şekilde öteki için de “karşısındaki öteki” ahlaksızdır. Öyle bir an ve durum oluşur ki “ahlakın ahlaksızlığı”, apansız gökkuşağı gibi oluşur. Çünkü hukuki anlayış sınırları, ötekinin hukukunu (saklı haklarını) meşru kabul etmeye yeterli değildir. Ve bir türlü “beklenen” adalet gerçekleşmez! Çünkü adalet, tüm hukuki süreçlerin ortak meşruiyet temelinden hareketle vardığı ve saklı hakların zenginleştirilerek korunduğu minval noktasıdır.

Öte yandan, ulaşılmış olan tüm adil sonuçlar, insanlığın bir sonraki gelişkin sürecinin hukukunu kurmakta temel teşkil ederler. Karşılıklı olarak tavizsizlikle ortaya çıkan bu ahlakın ahlaksızlığı konumu ise bir sonuca ulaşmaz ve ulaştırmaz da.

Özel alanlara ait değerler, bir tür ahlakların ortak hukuku (saklı hakları) gereği yeniden yapılanır. İnsanlığın ortak mirası olan evrensel hukuk değerleri, yani “etik kodlar” devreye girer. Çünkü ortaya çıkan durum, tek tek özel/keyfi ahlak anlayışlarının çözerek aşabileceği bir durum değildir.

Artık bu düzeydeki bir kamusal alan, özel/keyfi ahlak anlayışlarının, o kamusal alanı tek başına kendi değer yargılarıyla boyayamadığı, renksiz ve şeffaf evrensel hukuk değerlerinin geçerli olduğu “kamuyasal” değere ulaştırır.
Evet eninde sonunda ahlakın ahlaksızlığı gider, yerine evrensel hukuk değerleriyle birlikte “etik kodlar”ın işlemeye başladığı bir yaşam gelir. Çünkü bu ortak kent yaşamı, ahlakın ahlaksızlığına layık olamayacak kadar, adaletli olmak ve öyle kalmak zorundadır. Dikkat ederseniz günlük hayatta bu gibi örnekleri, her zaman ve her yerde görebilirsiniz.

“...kardeşim bu istemezükçüler de zaten her zaman her şeye sadece itiraz ederler...” diyen ahlak tacirleri de olsa olsa bozuk düzenin nasılsa aşılacak tümsekleridir...

Geçiniz bunları.

Metin Karadağ

Mimarlara Mektup, Ağustos 2006, Sayı: 90
http://www.mimarist.org/mmektup/inde...=47&RecID=1161