Mesajı Okuyun
Old 07-05-2008, 09:57   #5
metin karadag

 
Varsayılan

“Kaliteyi Talep Etme Kalitesi”nden Mimarlığa Düşen Pay...
Metin Karadağ

Nasıl bilinir; çoğu kez “lüks, en lüks yaşama en ucuz/yani beleş seviyesinden ancak hayallerle ulaşılır...” diye, değil mi?

- Yanlış...

Bazen öyle bir pahalıya mal olur ki, beyaz giyimli, boş bakışlı uzmanlara konu olunur; “Hımmm, tipik bir bilinç yarılması/şizofreni; 3 doz artırarak ‘...’ verelim” diye de teşhisi koyarlar. Aşırı hayal kullanımının bedeli olarak... Bu aynı zamanda sonuç olarak gereksiz bir biçimde aşırı zaman kullanmanın da bedelidir. Oysaki zaman göreli olarak hem en pahalı hem de en ucuz/beleş olabilen bir şeydir.

“Kalite” deyince de akla hemen nedense bir aşırılık türü olan “pahalı” kavramı gelir. Ardından “Madem pahalı, o zaman kalsın...” Oysaki hayal kurmadan da “kalite” ile haşır neşir bir yaşam sürdürebilmek olanaklı... Bu, bütünüyle “zamanı doğru ayıklamak” ve kişisel “seçenek sistemimizi” kurmamızla ilgili bir davranış alışkanlığı ya da başka bir deyişle “bir otokültürdür...”

Mimarlık dergisinin Mayıs-Haziran 2007 tarihli 335’inci sayısının dosya konusu, “Kentsel Yaşam Kalitesi: Politika ve Uygulamalar”. Bu konuda değerli yazıların yer aldığı bu sayıdan, farklı biçimlerde yararlanmak olanaklı, ancak aynı zamanda söz konusu “kalite” muhatabı olan öznelerin de bu “kalitenin farkında” olması gerekir... Kaliteyi “kalite” kılan da işte bu “farkındalık özelliği”dir. İster kentsel yaşamda, isterse başka alanda olsun kalitelinin farkına varabilmek yetisi, büyük bir zenginlik olsa gerek. Onca varlık içerisinde “kalite anlayışı/kavrayışı” olmadığı için yoksun, yoksun olduğu için de yoksul yaşayanlardan söz edilir. Tam tersinden de... Bu “farkındalık konusu”na dikkat çekmek için, “Kalite Kombinasyonu”ndan bir kez daha söz etmek gerekir.

Kalite Kombinasyonu: “Küçük bir odaya bir masa, masanın üzerine son model bir bilgisayar yerleştirdikten sonra bir şempanzeyi de içeri bıraktığımızda, son model bilgisayar ile şempanze arasında kurulabilecek en kaliteli ilişki, bilgisayarın üst hizasında tavandan sarkıtılacak bir adet muz ile kurulabilmektedir. Çünkü şempanze, muza ulaşmak için önce masanın, sonra bilgisayarın üzerine çıkarak kendi otokültürü için gerekli olan ‘kalite çemberini’ tamamlayacaktır...” Şempanze, bilgisine sahip olduğu muzu “son model bilgisayarın üzerine çıkarak” onunla olabilecek en kaliteli ilişkiyi kurabilmiştir... Bilgisine sahip olmadığı bilgisayar ile “bilgisayarın özellikleri üzerinden” herhangi bir ilişki kurabilecek “bir otokültüre” ya da “farkındalığa” sahip olmadığı için bu anlamda “kaliteden uzak” sıradan bir ilişki gerçekleştirilmiştir, şempanze tarafından.

“Ölçek, ölçme bilgisi, ölçme bilinci, farkındalık ya da değerlendirme yetisi olmadığı sürece kalitenin kavramlaştırılması olanağı bulunmamaktadır...” Özetle “değerlendirme yetisi” ya da “kaliteyi talep etme kalitesi” içinde yaşadığımız zamanın farkındalıkla / bilinçlice kullanımı ile doğrudan ilgilidir.

Bütün itiş kakış, “AB’ye girsek mi, girmesek mi?” (muz konusu) düzeyinde sürdürüldüğü için içeriğe dair AB standartları ile ifade edilen her ne ise “o, otokültür düzeyinin çok daha ilerisini hedefleyen bir farkındalık sorgulaması” yani “kendi kendimizle yüzleşmeye fırsat bulamadık...”

“Girmesek de... Girmesek de” Mimarlık alanında toplumun “kaliteyi talep etme kalitesini” geliştirip karşımıza “kendi otokültürü ile çıkması konusunda özgüvenle paylaşıma açık olmak” ve bunun ipuçlarını da “açık, şeffaf, hesap verebilir ve denetlenebilirliğimizi” ortaya koymak, “kaçınılmaz düzeyde bir kültür kodu olarak” gerekiyor...

Bir insanın ömrü boyunca, tüm zamanının her bir anını en verimli bir biçimde kullanarak süper lüks bir yaşam elde edebileceğini varsayabiliriz. Geçmişi geçelim, ama önümüzde kalan zamanı; “kaliteyi talep etme kalitemizi” daha fazla açığa çıkarmak ve “kamuyasal insanın doğuşu” için kullanarak uzatmak olanaklı... Örneğin ISO - Standartları; her ne yapıyorsan “yaptığını yaz, yazdığını da yap” üzerine kuruludur... Bu aynı zamanda ölçülebilir, yani “hukuka yatkın, açık olmak” demektir. “Kalite” ise ancak “ölçüm sonrasında...” fark edilir hale gelir... Ve bu da “kaliteyi talep etme kalitemizi”in ifadesi olan “gerçekleşmiş adalettir”, yani “Kalite: Adalettir.” “Adalet: ‘Kamuyasal İnsanı’ anlatan işarettir...” Şimdi adil olmak konusunda, yetersiz olacaksa bile yine de bir örnek vermek gerekiyor. Bunun için “hafıza-i kıyas” ile “hafıza-i kısas”ı birbirinden ayırmak ve ilkinin “hukuk”, ikincisinin “intikam için kin gütmek” olduğunu hatırlayıp/bilerek örneğimize geçebiliriz. Kalitenin ölçülebilirliği üzerinden hareketle; “mimarlıkta kalite” sorgulamasını, “toplumsal düzlemde kaliteyi yeniden kurmanın en önemli aracı olarak,” yaşanmış her türlü gerçek olumsuzluklara karşın yine de “mimarlık yarışmalarıdır” diyebiliriz...

Yarışmalar, ölçülebilirlikleri nedeniyle doğal bir hukuksal zemine sahiptir... Sorun bu hukuksal hattı daha kaliteli ya da daha adaletli hale getirmektir... Bir mimari yarışma sonrasında yapılan “kolokyum” sorgulaması önemli mihenk taşları ortaya koyar ve “hafıza-i kıyas” ile “hafıza-i kısas”ı birbirinden ayırarak bu alandaki otokültür kodlarının gelişmesi ve pekişmesine katkıda bulunur... Süreci daha kazanımlı daha adil hale getirmek için yarışma öncesinde; yarışmacı sorularına verilen yanıtların yazılı olarak açıklanmasından sonra yapılacak bir “önkolokyum” bu alandaki “hafıza-i kıyasın” ya da “adaletin” ya da “kalitenin” toplumsal bir otokültür olarak, “kaliteyi talep etme kalitesi”nin yükselmesine katkıda bulunabilir...

Tamamlayıcı bir örnek olarak İspanya’da yaşanan önemli bir örneği vererek bu yazıyı bağlayabiliriz: “AB’ne girişi öncesinde” toplumsal uzlaşı ile hazırlanan yasalarla; “İspanya’da tüm Kamu Yapıları ve ‘mülkiyeti özel bile olsa’ KAMU KULLANIMINA AÇIK TÜM YAPILAR kamusal yapılar olarak değerlendirilip projeleri uluslararası yarışmalar ile yapılmaktadır...”

Mimarlara Mektup Bülteni – Sayı: 100