Mesajı Okuyun
Old 06-04-2008, 23:50   #3
metin karadag

 
Varsayılan

Anayasa’nın Apandisiti


Geçen ay basınımızda kısa/derkenar/ haberler arasında “ne işe yaradığına dair kısa bir bilgi” yer aldıktan sonra “Apandisit”in aslında baştacı etmemiz gereken organlardan biri olduğu “patlarken olduğu gibi” apansız ortaya çıktı...
Oysaki bugüne dek “kuyruk” gibi kullanılmadığı için işe yaramayan, körelmiş organlar grubundan sayılıyordu.
Örneğin aşırı antibiyotik kullanımı ile sindirim sisteminden kazınan faydalı bakteriler, daha sonra Apandisitimiz’in zulasından çıkıp yine imdadımıza yetişebiliyorlarmış da, haberimiz yokmuş...
Apandisit’in bizden habersiz “sindirim sistemimiz için hayati öneme sahip” faydalı bakterileri saklayan “faydalı bakteriler kütüphanesi” olduğu; yani “yaşamımızı sürekli kılan bir hafıza işlevi gördüğü” kanıtlandığına göre artık “apandisit güzellemesi” yapabilir, hatta onu toplumsal yaşamımızda da baştacı edebiliriz...
Bazen unutmamak/unutamamak ne kadar acı verirse versin, yine de unutmamak/unutamamak hayatın asıl kaynağına dair anlamı/hukuku korumaya devam ediyor...
Bugüne kadar bütün unutkanlıkların insanlığa ne kadar büyük acı verdiğini gözönüne getirirsek, yine de unutmamak/unutamamak hayatın sürekliliği için önemli kaynak olmaya “saklı haklar” yani “hukuk olarak” devam ediyor.
Bir an bile olsa, yaşadığımız hayatı sanki başkasının hayatını yaşıyormuşuz gibi düşünüp; kendimizi kendimize karşı kışkırtıp yabancılaştırarak, “olmak istediğimiz onca yer ve şey dururken” kendi bedenimizde tutuklu olarak kaldığımızın farkına varırsak, ki bu sürekli bir kaçış yolculuğunda olduğumuzun da belirtisi olur çıkar...
Pekiyi yine bizi kendi kendimize, bedenimize yani hayatımıza bağlayan şey/ler nelerdir?:... Sakın olaki hatırlayabilmemiz, yani beynimizin bir köşesindeki apandisitimiz olmasın sakın?...
Kendi kendimize böyle düşünürken yine “kendi içimizde yarattığımız akranımızla” aramızdaki ortak hafıza, kendi kendimize karşı adil davranmamızın da “zorunlu” nedenidir aslında. “İnsanın kendi kendisiyle olan ilişkisinde hiçbir gizli saklı sözleşme bulunamaması” aslında çok iyi bir durumda olduğumuzun da kanıtıdır. Eğer yoksa, teşhis de hazırdır; “bilinç ve kişilik yarılması.” Konsültasyon sonucu ise “şizofreni...” Çünkü bilinç yarıla yarıla parçalandıkça, ortalık “yarım yamalak sözleşmelerle dolar taşar...” Kendi içinde kendine yabancılaşma en uç noktaya çoktaaan varmıştır bile...
Demek ki “sözleşme” iyi bir şey; demek ki “unutmamak(sözleşmeyi)” iyi bir şey; demek ki “hukuk” iyi bir şey; demek ki hukukun kamuyasal olanı kaymaklı ekmek kadayıfı; demek ki apandisit faydalı bir organ...
Bu anlam kapsamında tek başına sağlıklı bir insanın kendi kendisi ile olan ilişkisini ideal-sağlıklı bir toplumsal yaşama yansıtarak yeniden okumaya çalışırsak; yazılı olmayan “ortak bir sözleşme” çevresinde, birbirlerine karşı eşdeğerli bireyler olarak bakan (kendi kendimize baktığımız gibi) ve aracıları/araçlarıyla da hiçbir şekilde “birbirlerinden ayrıcalık talep etmeyen” ideal bir toplumsal düzleme varırız...
“Ayrıcalık talebi” yani eşdeğerler arasında en küçüğünden bile olsa farklı “bir tümsek oluşturmak,” dahası ima etmek bile sözleşmenin en baştan ihlali anlamına gelir ki; bu zaten tarih boyunca olmuş ve olagelen yani kan gözyaşı ve acıya neden olandır aynı zamanda... Ki bildiğiniz gibi ne yazık ki tarih “sondan başa yeniden dizilerek” değil, en başından bu yana birikenlerle ortaya çıkandır... Olan da bu değil midir?...
Bu nedenle tarih boyunca oluşagelen ve olgunlaşan apandisit, yeri gelir hukuk adını da alır... Yeri gelir, işleyen hukukun sonucunda oluşan adaletten feyz alır; yeri gelir unutmamak için de “o feyz”den bir kopya saklar ve hukuku kamuyasal kılar…
Böylesi bir toplumsal düzlemde “devlet denen olgu” nereye düşer acaba?... Tabii ki herkes adına herkesle eşdeğerli olan “Çoğul Özneli Birey” olmaktan başka bir yere değil...
Her ihtimale karşın devlet de, ancak sözleşmenin “yazılı kopyasını birinci ve ikinci bireye aynı anda hatırlatmak için saklayan üçüncü yani Çoğul Özneli Birey” olmakla sınırlı olarak varolabilir...
Demek ki toplumsal bir aradalığımızın, “kendi içimizdeki tekil özne bireylerden hareketle” çoğullaştırdığımız “özne bireyler” toplamının “ortak apandisiti” olarak devlet; kendi kendimize verdiğimiz sözün “hiçbir tümsek oluşturamayan” yani ayrıcalık yaratmayan noktasında “Çoğul Özneli Birey” olarak var olmasında büyük yarar var...
Herşeyin apandisiti var da, devletin apandisiti olmaz mı? Var tabii ki: “Anayasası...”
Aynı Apandisit’ten, Anayasa’nın yeniden yazılması gerektiğinin dile getirildiği günümüzde, tam da bu önemli noktada “apansız patlatılmadan da yararlanabileceğimizi” düşünmeye başlayabiliriz...
Pekiyi o zaman son soru; “Kamuyasal Anayasa’nın Apandisiti kim/ler?:…”
Soru pek anlaşılmadı galiba, başka türlü soralım: “Hanginiz Karamurat?:…”


Metin KARADAĞ

Kasım 2007