Mesajı Okuyun
Old 06-01-2003, 23:08   #3
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan 'Namus cinayetleri' ve BM

'Namus cinayetleri' ve BM

Mardin'de yaşanan son 'namus cinayeti', Radikal tarafından 22 Kasım 2002'de sürmanşetten kamuoyuna duyurulmuştu.

Türkiye, 'namus cinayetleri' konusunda BM Genel Sekreterliği'yle işbirliğinde takındığı dürüst, açık ve yapıcı tutumuyla beğeni kazandı. Ülke içindeki kimi düzenlemelerse bu tavrıyla çelişkili



LEYLA PERVİZAT
BM'nin New York'taki merkezi, ekimde 'namus cinayetleri' konusunda çok önemli bir gelişmeye sahne oldu. Hollanda hükümetinin 'Namus Adına İşlenen Suçların Önlenmesine Yönelik Çalışma' başlıklı kararı BM Genel Kurulu'nun 3. Komitesi'nde oylanmadan kabul edildi.
İlk kez 2000'de yine Hollanda tarafından masaya yatırılan karar, bir dizi stratejik hatadan sonra oylamaya gitmek zorunda kaldı. 2000'deki oturumda Ürdün'deki 'namus cinayetlerini' anlatan film, ezan sesiyle başlıyordu ve dağıtılan broşürlerin üzerinde çarşaflı kadın resimleri vardı. Bunlara tepki veren İslam Konferansı Örgütü ülkeleri, karara karşı çıktı. Karar 125 Evet ve 26 çekimser oyla yürürlüğe girdi. İlk defa masaya yatırılan kararın oylamaya gitmesi intihar olarak kabul edilen BM'de şimdi 'namus konusu' en hassas konulardan biri haline geldi.


Genel Sekreter raporu
'Namus cinayetleri'nin ortadan kaldırılmasına ilişkin bu kararın mimarları aynı zamanda Genel Sekreter'den konuya dair rapor yazmasını istedi. Rapor (A/57/169) bu yılki oturumda sunuldu. Sadece devletlerden gelen bilgileri içermesi, konunun geniş açıdan disiplinlerarası değerlendirmeden yoksun olması bu raporun eksiklerinden bazıları.
Ne yazık ki rapor hem analitik açıdan hem de güvenirliliği yönünden bu yılki karara destek çıkması bir yana, zarar verdi. Rapordaki maddi hatalar ve yetersizlikler, 3. Komite'de herkesi hayal kırıklığına uğrattı.
Öte yandan raporda 'namus cinayetleri'yle ilgili devletlerce verilen bilgilere bakılınca ortaya ilginç bir resim çıkmakta.
Örneğin, Yemen'de kadın cinayetleri 'kaza' sayıldığından olay yerine polis çağrılmıyor. Çağrılsa da gelmiyor. Yemen hükümetinin raporundaki açıklamasıysa çok ilginç: Bizde 'namus cinayetleri' yok.
Rapordaki 'dürüst ve açık' bilgi veren ülkeler sadece kararı masaya yatıran Hollanda, son beş yılda uluslararası medyada bu konuda ismi çok sık geçen Ürdün ve Türkiye. Türk hükümetinin hem Genel Sekreter'in raporuna verdiği detaylı bilgiler hem de bu kararın 2000'den beri sponsorlarından biri olması son derece önemli.
Türkiye, BM Genel Sekreterliği'ne verdiği bilgilerde açık ve dürüst tutum izlemekle kalmadı, kararın 'pazarlığının' yapıldığı gayriresmi tartışmalarda (informal discussion) izlediği yapıcı tutum tüm ülkeler tarafından büyük bir beğeni ile karşılandı.
Türkiye bu kararın tartışıldığı dönemde ki tek Müslüman sponsor; kararın kabul edildiği gün Azerbaycan hükümeti de karara katıldığını açıkladı.
Kararın BM'nin 3. Oturum'unda kabulünden yaklaşık bir ay sonra, Radikal'in 22 Kasım 2002 günkü sayısının baş haberi Mardin'deki bir 'namus cinayeti'ne aitti. 55 yaşındaki evli ve dört çocuk babası Halil
Açil ile ilişkiye giren ve hamile kalan 35 yaşındaki Şemsiye Allak aile meclisinin kararıyla 'recm'e çarptırıldı. Halil taşlanma sonucu olay yerinde öldü. Şemsiye öldü sanılarak terk edildi. Beş aylık hamile olan Şemsiye, şu anda Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin Cerrahisi Yoğun Bakım ünitesinde yatıyor. Doktorların hayatından ümit kestiği Şemsiye'nin bu kadar yaşaması bile mucize. Mardin Emniyet Müdürü olayın faillerinden beş kişinin yakalandığını diğer ikisinin arandığını belirtti.


Bir idari hata
Bu haberin yayımlandığı gün, 3 Kasım 2002' de iktidara gelen 58. hükümet, 25 Ekim 1990'da kurulan Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü'nü (KSSGM) Başbakanlık bünyesinden alarak Çalışma Bakanlığı'na bağladı.
Yeni hükümetin bu davranışı, ülkemizin 1985'te imzaladığı Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi ve hiçbir çekince koymadan kabul etmiş olduğu Pekin Eylem Platformu ile AB'ye sunulan Ulusal Program'a aykırı.
Bu antlaşmalar taraf ülkeleri en üst düzeyinde yeterli kaynaklarla donatılmış, kadın erkek eşitliğini sağlama konusunda etkin ulusal mekanizmalar kurmakla veya kurulmuşsa güçlendirmekle yükümlendirir.
AB'nin Müktesebat Programı'na göreyse KSSGM'nin teşkilat yasa tasarısının yasalaşması hususu 'siyasi kriterler' bölümünde kısa vadeli hedefler içinde yer almasına rağmen bu konuda hiçbir ilerleme yok.


Şemsiye'yi unutmayalım!
Bu verilere bakınca Türkiye'nin kadının insan hakları konusunda ne kadar çelişkili davrandığı ortaya çıkar: Bir yandan BM'de önde gelen pek çok mekanizmaya taraftar oluyor; 'namus cinayetlerine' yönelik 3. Komite kararına tek Müslüman ülke olarak imza atıyor. Öte yandan, bir avuç insanın özveriyle büyük işler yapmaya çalıştığı bir mekanizmayı, KSSGM'yi, Çalışma Bakanlığı'na alarak statüsünü zayıflatıyor.
Şemsiye'nin Diyarbakır'da komada olması, bu çelişkileri özetliyor: Türkiye bununla uğraşamayacak kadar ciddi işlerle meşgul! Hepimiz AB ve Irak konularına kilitlenmiş durumdayız. Acaba biraz da Şemsiye'ye, karnındaki bebeğe ve davanın gidişatına odaklanamaz mıyız?
Leyla Pervizat: Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve Siyasal Bilimler doktora programı öğrencisi

31/12/2002 Radikal Gazetesi