Mesajı Okuyun
Old 17-04-2008, 12:04   #42
ismailduygulu

 
Varsayılan

Sevgili arkadaşlar,

Avukatlık mesleği, diğer bir çok serbest meslekten ayrılan özelliklere sahip, kamusal niteliği olan bir meslektir. Devlet bir takım kamu hizmetlerini kendisi ajanları vasıtasıyla görebileceği gibi, bir takım kamu hizmetlerini görenlere ise kendisi bir ödemede bulunmayıp, iş sahiplerini görülen iş ve hizmetin karşılığı olarak belli bir ücret ödemeye mecbur tutmuştur. Örneğin noterlik. İşte avukatlıkta da durum bu yöndedir. Avukat, Borçlar Kanunu anlamındaki vekilden farklı olarak, faaliyeti için mutlaka bir ücret alır.

Ama biliyoruz ki, notere gittiği zaman yapılan ödemeyi normal gören bir vatandaş, avukata gittiği zaman normal görmez. Avukatlık Yasası, TBB'nin asgari ücret tarifesi hükümlerine rağmen, avukatlık ücretinin asgarisinin altında alınması, hiç alınmaması sorunun dışında, üst sınırın bulunmamasına rağmen, çoğu kez "fahiş" olduğu yaklaşımları ile karşı karşıya kalınabilmektedir. Hoş üst sınırdan sözleşme yapsanız dahi, bunu tahsil etmeye kalkıştığınızda da, önce diğer avukat meslektaşlarınız karşısında "haksız kazanç" temin eden, "üçkağıtçı" olarak görülürsünüz. Hakkınızı talep ettiğiniz kişiler, bir başka avukata giderek, sizi önce savcılığa, dolayısıyla adalet bakanlığına, baroya şikayet ederler ve bununla da kalmayıp ücretinizi ödememe konusunda diretirler. Çevrelerine yayarak, sizin hakkınızda olumsuz enformasyon yaparlar.

Ücret hakkını isteyen avukatın, önce kendi meslektaşları ile Barolar karşısına dikilir.

Bugün avukatların ücret haklarının önündeki en büyük engel yine AVUKATLAR ve BAROLAR-dolayısıyla TBB-dır. Çünkü Barolar, ücret hakkını talep eden avukatın bu hakkının peşine düşmek yerine, karşısına geçerek, haksız kazanç temin ettiğinden bahisle disiplin soruşturması ve nihayetinde kovuşturma açarak, avukatların kendi haklarını talep etmelerinin önünde engel oluşturur.

Neden böyle düşündüğümü daha iyi anlayabilmeniz için Avukatlık Yasası ve tarihsel olarak yapılan değişiklikleri, TBMM'ndeki avukat milletvekili sayısal çoğunluğunu incelemeniz ve son olarak da Av. Yasası m. 164/4. fıkrayı incelemeniz yeterlidir. Düşünün, para ile ölçülebilir değeri olan herhangi bir davada -eğer taraflar arasında herhangi bir yazılı ücret sözleşmesi yok ise-, davanın kaybedilmesi durumunda, kaybeden tarafın avukatı, herhangi bir ücret hak edemiyor. Avukat davanın garantörü mü? Böyle bir zihniyeti kabul etmek mümkün mü? Bu örneği başkaca çoğaltabilirsiniz.

Bugün, bir bütün olarak, avukatların neden mesleklerine gereği gibi sahip çıkmadıkları, neden yaptıkları işin karşılığında hak ettikleri ücretlerini alamadıkları, neden birbirlerinin kurdu haline geldiklerini özel olarak düşünmek gerekir. Bütün Türkiye'de barolarda yönetim kurulu ve disiplin kuruluna seçilecek adaylarda, mesleğin bu yönüne ne kadar duyarlı olduğunu sorgulamak ve buna uygun oy vermek gerekir.

Baroların, sosyal faaliyetlerine, spor karşılaşmalarına özen gösterenlerin, meslektaşlarının yaptıkları işin bedelini alamadığı için, ona yardım etme duyarlılığını göstermediklerini, hatta buna dair duyarlı olanların ise "üçkağıtçı" avukat olarak görenlerin yerine, meslek hizmetinin karşılığı ücret hakkının peşinde olan, sendikalist anlayışa sahip meslektaşların baro yönetimlerine seçilmesi gerekir.

Avukatlar, diğer bir çok yeşil, altın ya da beyaz yakalılar gibi düşünce ve hizmet emeğini satarak çalışan ve bunun karşılığında aldığı ücret ile yaşamını sürdüren meslek erbablarıdır. Kamusal niteliğine takılmanın yanı sıra, emek ve ücret yönüne de takılmak, bunu iyi irdelemek gerekir.

Kendi emeğine, ücretine sahip çıkamayanlar, hamasi kamusal nitelik ya da avukatların "hiçbir zaman köle kullanmadıkları ve olmadıkları" yönündeki beylik laflardan ancak bu noktaya kadar "gaz" alabilirler.

İçinde yaşadığımız topluma bakın, avukatları; avukatlara bakın, toplumu aynen görürsünüz. Hiç bir farkı yoktur. Sıkıntılar diğer alanlarda olduğu gibi, avukatlık mesleğinde de vardır. Ancak, bir çiftçinin para kazanamaması gündem olur da, avukatın para kazanamıyor oluşu gündem olmaz. Çünkü avukatlar her daim "haksız kazanç" temin eden, "yalancılar"dır. Bu durum, avukatların kendilerinin çağdaş proleter oldukları bilinci oluşuncaya kadar devam edecektir.

Diğer yandan, avukatların durumundan da kötü durumda olan, yiyecek ekmeği olmayan, barınacak evi bulunmayan, sokaklarda yaşayan insanlarımız var. Yaşadığı köyünden sürülenler, evleri yakılanlar, ".ok" yedirilenler, intihar edenler, yapacak herhangi bir işi olmayanlar, aldığı eğitimi bugünün işlerine karşılık gelmeyenler de bu ülkenin insanları. O nedenle avukatlar hamaset -meslekle ilgisi olmayan konular- yerine, ülkede barışa, düzgün ve istikrarlı bir ekonomiye, meslek kariyerindeki eğitim kalitesine, Avrupa Birliği standartlarında mesleki çalışmaya, yapılan işin esasen Devletin kendi işi olduğu ve fakat bu işin avukatlara gördürülen serbest bir meslek olduğunun bilincine varılarak, işin emek ve ücret yönünü sorgulamaya, bu nedenle öyle karakolda, adliyede çekinik durmamaya, cesur olmaya çaba göstermelidir.

Düzgün bir ekonomi yoksa, avukatlar da diğer yurttaşlar gibi sıkıntı çekmeye mahkumdurlar.

Bugün avukatlar, Bağ-Kur sigortalıları gibi, TBB'nin yaptığı özel anlaşma ile serbest sigorta ödemelerini dahi yapamaz durumdadırlar. SSK ödentilerini yapanlar da, asgari düzeyden yapmaktadırlar. Bunun da emekli olunduğunda karşılığı, asgari ücretli bir işçinin emekliliğinde alacağı aylığın da altındadır.

Bütün avukatlar, emekli oluncaya kadar -özel olarak SSK'ya hastalık sigortası ödentisi yapmıyorsa-, sağlık sigortasından mahrum durumdadırlar. Yer yer barolar kendi bünyelerinde oluşturdukları sandıklar eliyle sağlık yardımlaşması yapmaya çalışmakta ise de, son zamanlarda bu sandıklar da iflas etmiş ve tasfiyeye uğramışlardır. Avukatlar, ek sağlık sigortası primi öderler ise, SSK'dan -ya da son düzenlemeye göre, genel sağlık sigortasından- yararlanabiliyorlar.

Avukatın sigorta primlerini ödemesinin dışında, "Duyurucu-1"in yaptığı varsayımsal giderler, cari gider olarak ortaya konulduğunda, bunların düzenli olarak yapılması gereken ödemeler olduğu, oysa serbest meslek bir avukatın, bu düzene sahip olamadığı açıkça ortadadır. Çoğu kez, bir diğer avukat ile çalışan ve düzenli maaş alan avukat arkadaşlar, arada bir alınan müvekkil ücretlerine aldanarak bağımsız ofis açmaktadırlar ve fakat, hayal kırıklığına uğramaktadırlar. Özellikle ekonomik kriz dönemlerinde, düzenli aylık alanlar, serbest avukatlara göre daha iyi koşullarda yaşamlarını sürdürebilmektedirler.

Yanlış hatırlamıyorsam Almanya'da bir zamanlar, avukatlar kendi mesleklerine sahip çıkmak amacıyla yürüyüş yapmışlardı. Oysa bugün avukatlar, başta TBB başkanlığı düzeyinde, kendi mesleki sorunlarının -gereksiz olduğunu söylemiyorum, bu ayrı bir tartışma- dışındaki konulara dair yürüyüşlere öncülük ediyorlar.

Artık, avukat ücretini talep ettiği için, hakkında şikayette bulunan müvekkiline, "avkatın senin hangi işini yaptı? Sözleşmen var mı? Ödemeni yaptığına dair makbuzun var mı?" sorularını soran ve ödeme yapmadan avukatını şikayete gelenlere kapıyı gösteren savcılık ya da baro yönetimleri talep etmemiz gerekir.

Özellikle bulundukları kariyerin hükümranlığını, çoğu yerde avukatlara karşı da kullanan hakim ya da savcıların bilmesi gerekir ki, "Hukukçunun kıdemlisi avukat olur!" Çünkü bir yargıç ya da savcı, emekli olduktan sonra, bir hukukçu olarak avukatlık mesleğini sürdürür. Buna dair temelden meslektaşlar ile yargıçlık ya da savcılıktan avukat olan meslektaşlar arasında farklı ilişkiler olması da doğaldır.

Denizli Barosu'ndan bir meslektaşımızın, Antalya Barosu Dergisi'nde yer alan bir incelemesine göre, 29 hukuk fakültesi içinde, öğrenci alırken uyguladığı puan barajı, eğitim kalitesi gözetildiğinde, avukatların da kendi içinde -doğal olarak- kalite farklılıklarının ortaya çıkmakta olduğu kaçınılmaz bir durumdur. Oysa, diplomayı alan, staj süresini tamamlayan bütün arkadaşlarımız aynı kariyerin sahibi olmaktadırlar. Oysa hayat öyle demiyor ve çarkın dişlileri arasında, kimilerini eziyor.

İşte bu ezilmeyi önleyebilmek için, okul kapatma ya da avukatları telef ederek, "kalan sağlar bizimdir" şiarı peşinde koşmadan, daha gerçekçi, eşit, adil çözümler üretebilmemiz gerekir. Örneğin -yanlış bilmiyorsam- Avusturya'da avukat olabilmek için staj süresi ile birlikte 13 yıla kadar, avukat yardımcılığı yapmak gerekiyor. Bu Amerika'da ya da diğer AB ülkelerinde nasıldır, özel olarak incelemek ve buna uygun çözümler üretebilmek gerekir.

Staj yaptığımız dönemde, değerli bir meslektaşımız söylemişti: "Bir avukatın en büyük düşmanı, kendi müvekkilidir!" Evet, en büyük düşman onlardır. Çünkü onlar size gelmeden önce 40 avukat gezerler, 40'ına da bedava danışırlar, hem iş yaptırırlar, hem beğenmezler, hem ücreti ödemezler, bir de gider şikayet ederler.

Ama ben müvekkillerin düşmanlığından değil, kendi meslektaşlarımın, okul arkadaşlarımız olan savcıların, hakimlerin gazabından korkarım. Çünkü ama esasen onlar avukatları "haksız kazanç temin eden" kişi olarak görmektedirler. Hatta sizi şikayet edecek -eski- müvekkilinizin elinden tutarak -belki de yokluk mertliği bozduğundan-, en yakın meslektaşınız -eski- müvekkilinize -yeni- vekil olmakta, şikayet dilekçelerini yazmakta, ücrete dair davada, karşı tarafta yer alabilmektedir. TBB meslek kuralları da, buna karşı hiçbir tedbir almamaktadır. Barolar esasen bu konuda kafa yormamaktadırlar.
O nedenle, müvekkil ve avukat ilişkisinin hamaset düzeyini aşarak, sendikalist bir anlayışla gerçekliği üzerinden konuşulmasında yarar görüyorum. Bu fırsat ile, avukatlık mesleğinin, emek ve ücret yönüne kafa yormayan meslektaşlarımıza da, bundan böyle baro yönetimlerinde oy vermemeyi bir çağrı olarak iletiyorum.

Selam ve saygılarımla, kolay gelsin.

Av. İsmail Duygulu