Mesajı Okuyun
Old 08-07-2008, 13:30   #30
hukukcu1985

 
Varsayılan

Bu karar ve diğer incelediğim kararlarda gördüğüm kadarıyla bu sözleri hakaret olarak algılanabilir.Özellikle renklendirdiğim kısımın işinize yarayacağını umuyorum.İyi çalışmalar

T.C. YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
Esas: 2007/4-224
Karar: 2007/228
Karar Tarihi: 02.05.2007
ÖZET: Dava, kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkindir. Kişilik hakları kişinin hür ve bağımsız varlığının önemli bir parçası olup; kişinin yaşadığı toplumda, ilişki kurduğu çevrede şerefi ve saygınlığını sarsacak, onu küçük düşürecek, yanlış tanıtacak, zora sokacak, düşmanca bir ortama itecek her türlü davranış kişilik haklarına saldırıdır ve bir davanın yürütülmesi sırasında yasaları uygulamakla yükümlü bir hakim için dayanaksız biçimde ortaya atılan <keyfi karar verme> iddiası da bu kapsamda olup, onun kişilik haklarına ağır bir saldırı, hatta hakaret niteliğindedir. Avukat sıfatını taşıyan davalı, dilekçelerinde hukuki iddia ve savunmalarda bulunmak yerine sarf ettiği, saldırı boyutuna varan bu sözlerin hukuki sonuçlarına katlanmalıdır.
(818 S. K. m. 49, 53) (2709 S. K. m. 158) (1602 S. K. m. 44, 45)
Taraflar aras
ındaki <manevi tazminat> davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara Asliye 6. Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 19.07.2004 gün ve 2001/803-2004/408 sayılı kararın incelenmesi Davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 01.12.2005 gün ve 2004/16634-2005/12994 sayılı ilamı ile ; (...1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir.
2 -Diğer temyiz itirazına gelince; davacı, avukat olan davalının Askeri Yüksek İdare Mahkemesi ile Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığına verdiği dilekçelerde kişilik haklarına saldırıda bulunduğunu belirterek manevi tazminat isteminde bulunmuştur. Yerel mahkemece iki yazıda da davacının kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu benimsenerek istemin bir bölümü hüküm altına alınmıştır.
Karar davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 2. Daire Başkanı, davalı ise askeri aracın devrilmesi nedeniyle yaralanan dava dışı bir kişinin avukatıdır. Yaralanan dava dışı kişinin vekili olarak davalı tarafından Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde tazminat davası açıldığı, 29.09.1999'da Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 2. Dairesi tarafından; 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Yasası'nın 43. maddesi gereğince, önce idareye başvurulup ön karar alınması ya da zımni ret süresi geçtikten sonra dava açılabileceği, bu şart yerine getirilmediğinden aynı Yasa'nın 45/c maddesi gereğince dava dilekçesinin başvuru yeri olan Milli Savunma Bakanlığı'na tevdiine karar verildiği; 01.12.1999 gününde davalı tarafından Askeri Yüksek İdare Mahkemesine verilen dilekçe ile Milli Savunma Bakanlığı'nın cevap vermediği, 11.08.1999 günlü dilekçesi ile süresinde dava açıldığı kabul edilerek isteğinin karara bağlanmasını istediği; 18.10.2000'de Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 2. Dairesinin. 11.08.1999 günlü dilekçenin görevli mercie tevdiine karar verildiğinden 1602 sayılı Yasası'nın 36/b maddesindeki şartları taşımayan (reddedilen dilekçe idareye başvuru olarak değerlendirildiğinden) 11.08.1999 günlü dilekçenin dava dilekçesi olarak kabul edilemeyeceği, 1602 sayılı Yasa'nın 45. maddesi gereğince 30 gün içinde dava açılmak şartı ile dilekçenin reddine karar verdiği; davalı tarafından verilen 13.11.2000 günlü yeni dava dilekçesinde. 1602 sayılı Yasa'nın 44 ve 45. maddelerine göre dilekçenin reddinin mümkün olmadığı, dilekçede <Ancak ülkemizde <Ananı kadı yapmış, derdini kime anlatacaksın> atasözü gereği, istediğiniz dilekçeyi yazıp gönderiyorum.> biçiminde değerlendirmede bulunulduğu; dayalı hakkında suç duyurusunda bulunulması nedeniyle başlatılan soruşturma aşamasında davalı tarafından Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesine verilen 09.08.2001 günlü dilekçede de <Devlet çökmüştür. Devlet çökmüştür diyenler bu devletin Başbakanları Süleyman ve Tansu dur. Devleti çökertenlerin de bunlar ve yakın çevreleri olduğu, yolsuzluk-soygunlarının ortaya çıkması ile görülmüştür. Devletin çöktüğü yerde hukukun bu çökmüşlüğün ve kokuşmuşluğun dışında kalacağı düşünülemez. AYİM 2. Dairesi hukuki bir karar vermemiş, keyfi bir karar vermiştir. Kimse kendi kusurundan yararlanarak hak arayamaz.> biçiminde nitelemelerde bulunulduğu; 09.08.2001 günlü dilekçede yer alan sözler nedeniyle davalı hakkında açılan ceza davası sonunda Kırıkkale Asliye Ceza Mahkemesince <mahkeme heyetine hakaret suçunu işlediğine dair delil bulunmadığı gibi mahkeme heyetini direk hedef almadığı, şikayetlerini dile getirdiği bu itibarla suçun unsurları oluşmadığı gerekçesiyle> davalının beraatına karar verildiği anlaşılmaktadır.
Olayın gelişim süreci ve davalının 09.08.2001 günlü dilekçesi tümü ile değerlendirildiğinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin uygulamalarının eleştirildiği, eleştirinin davacıya yönelik olmadığı ve davacının kişilik haklarına saldırıda bulunulmadığı sonucuna varılmaktadır. Yerel mahkemece açıklanan yönler gözetilmeden 09.08.2001 günlü dilekçe nedeniyle de manevi tazminata hükmedilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup kararın bozulması gerekmiştir....) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle,yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı vekili
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkindir.
Davacı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 2. Daire Başkanı, davalı ise bu mahkemede görülmekte olan davada davacı vekili sıfatıyla hareket eden avukattır.
Davacı hakim vekili, davacının görevli olduğu mahkemeye hitaben davalı avukat tarafından davacı vekili sıfatıyla verdiği 13.11.2000 tarihli dilekçede <
…ananı kadı yapmış, derdini kime anlatacaksın atasözü gereği istediğiniz dilekçeyi yazıp gönderiyorum> ifadelerine yer verilerek mahkeme başkan ve üyelerine ağır hakaret ettiğini, yine, hakkında bu dilekçe üzerine yapılan suç duyurusu üzerine de bu kez de Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesine verdiği 09.07.2001 gün ve 11.07.2001 havale tarihli dilekçeyle < ....devlet çökmüştür. Devlet çökmüştür diyenler bu devletin Başbakanları Süleyman Demirel ve Tansu Çiller'dir. Devleti çökertenler de bunlar ve yakın çevreleri olduğu, yolsuzluk-soygunlarının ortaya çıkması ile görülmüştür. Devletin çöktüğü yerde hukukun bu çökmüşlüğün ve kokuşmuşluğun dışında kalacağı düşünülemez. AYİM 2.Dairesi hukuki bir karar vermemiş, keyfi bir karar vermiştir. Kimse kendi kusurundan yararlanarak hak arayamaz> demek suretiyle de davacının başkanı olduğu mahkemeye ve başkan ve üyelerine ağır hakarette bulunduğunu, İfadeyle 5.000.000.000 TL manevi tazminat talepli asıl ve yine 5.000.000.000 TL manevi tazminat talepli birleşen davaları 24.10.2001 tarihinde açmış ve 2001/803 ve 2001/804 esas numarası ile açılan bu davalar Ankara Asliye 6.Hukuk Mahkemesinin 03.12.2001 gün ve 2001/803-677 sayılı kararıyla 2001/803 esas sayılı eldeki dosyada birleştirilmiştir.
Birleştirme kararından sonra deliller toplanmış; mahkemece 19.07.2004 tarihli kararla asıl dosyada davanın kısmen kabulü ile 2.500.000.000 TL manevi tazminatın 13.11.2000 tarihinden yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya ödenmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine, birleşen dosyada açılan davanın da kısmen kabulü ile 2.000.000.000 TL tazminatın 11.07.2001 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacı tarafa ödenmesine, fazla talebin reddine karar verilmiştir.
Davalı vekilinin temyizi üzerine Yüksek Özel Daire; davalı vekilinin sair temyiz itirazlarını reddederek; birleşen davadaki talep yönünden hükmü yukarıda başlık bölümünde aynen yer alan gerekçelerle bozmuş; mahkemece asıl dava kesinleşmekle hüküm kurulmamış; bozmaya konu birleşen dava yönünden ise, önceki kararda direnilmiştir.
Direnme kararını davalı vekili temyize getirmektedir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; birleşen davaya konu davalının 09.07.2001 gün ve 11.07.2001 havale tarihli dilekçesinde yer alan ve davaya konu edilen sözlerin ceza davasında verilen beraat kararı da gözetildiğinde davacının kişilik haklarına saldırı teşkil edip etmediği, noktasında toplanmaktadır.
Asıl davaya ilişkin hüküm ise buna ilişkin temyiz itirazları reddedilmiş olmakla kesinleşmiş; bozma ilamının bu bölümü de kapsadığı yönündeki davalı yan iddiası ise heyetçe yerinde görülmemiştir.
Davacı yanca kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği iddiasında bulunulan ve birleşen davaya konu edilen, davalı avukatın Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığına verdiği 09.07.2001 gün ve 11.07.2001 havale tarihli dilekçesinde aynen;
< ... Devlet çökmüştür, Devlet çökmüştür diyenler bu Devletin Başbakanları Süleyman Demirel ve Tansu Çiller'dir. Devleti çökertenlerin de bunlar ve yakın çevreleri olduğu, yolsuzluk-soygunlarının ortaya çıkması ile görülmüştür. Devletin çöktüğü yerde hukukun bu çökmüşlüğün ve kokuşmuşluğun dışında kalacağı düşünülemez. AYIM 2.Dairesi hukuki bir karar vermemiş, keyfi bir karar vermiştir. Kimse kendi kusurundan yararlanarak hak arayamaz.>
İfadeleri yer almaktadır.
Bu dilekçe nedeniyle davalı avukat hakkında, <mahkeme heyetine hakaret suçundan> TCK. nun 268/3 madde yollamasıyla aynı maddenin 1.fıkrası gereğince cezalandırılması istemiyle Kırıkkale Asliye 2.Ceza Mahkemesine dava açılmış ve mahkemenin 18.03.2003 gün ve 2002/250-2003/107 sayılı kararıyla;
Sadece dilekçede yer alan <Devlet çökmüştür, Devlet çökmüştür diyenler bu Devletin Başbakanları Süleyman ve Tansu'dur. Devleti çökertenlerin de bunlar ve yakın çevreleri olduğu, yolsuzluk-soygunlarının ortaya çıkması ile görülmüştür. Devletin çöktüğü yerde hukukun bu çökmüşlüğün ve kokuşmuşluğun dışında kalacağı düşünülemez.> İfadeleri değerlendirmeye alınarak sonuçta,
<Sanığın atılı suçu işlediğine dair delil bulunmadığı gibi mahkeme heyetini direk hedef almadığı, şikâyetlerini dile getirdiği bu itibarla suçun unsurlarının oluşmadığı anlaşıldığından>
Gerekçesiyle, beraatına karar verilmiştir. Bu kararın kesinleşip kesinleşmediği dosyada belirgin değildir. Bozma ilamında da bu beraat kararı gerekçelerden birisini oluşturmaktadır.
Hemen burada ifade etmek gerekir ki, Ceza hukuku ve Medeni Hukuk arasındaki ilişki Borçlar Kanununun 53. maddesinde;
<Hakim, kusur olup olmadığına yahut haksız fiilin faili temyiz kudretini haiz bulunup bulunmadığına karar vermek için ceza hukukunun mesuliyete dair ahkamıyla bağlı olmadığı gibi, ceza mahkemesinde verilen beraat kararıyla de mukayyet değildir. Bundan başka ceza mahkemesi kararı, kusurun takdiri ve zararın miktarını tayin hususunda dahi hukuk hakimini takyit etmez.>
Şeklinde düzenlenmiş ve kural olarak bağımsızlık ilkesi benimsenmiştir. Madde bu yönüyle irdelendiğinde; Hukuk hakimi kural olarak ceza mahkemesinin beraat kararı ile bağlı değildir. Ancak; aynı olay nedeniyle ceza yargılamasında hükme dayanak yapılan maddi olgular ile bağlıdır.
Vurgulamakta yarar vardır ki, hukuk hakiminin ceza mahkemesi kararındaki maddi olgularla bağlılığının ölçüsü; beraat kararında suçun sanık tarafından işlenip işlenmediğinin kesin olarak delilleriyle tespit edilip edilmediği olmalıdır.
Yasadaki açık düzenleme, yerleşen yargısal uygulama ve bilimsel görüşler karşısında; Kusurun ve zarar miktarının takdiri hususundaki kararın, diğer söyleyişle fiilin işlendiği sabit olduğu halde kusurluluğa ya da kusursuzluğa ilişkin saptamanın tek başına Hukuk Hakimini bağlayacağını kabule olanak bulunmamaktadır.
Diğer yönüyle ispat hukuku açısından bakıldığında da; HUMK. 237,295 maddeleri ışığında beraat kararı konusu olduğu vakıanın mevcut olup olmadığını delillerle kesin biçimde tespit etmediği için hukuk mahkemesindeki tazminat davasında bu ceza kararının kesin hüküm ya da kesin delil olarak kabul edilemeyeceği de bir gerçektir.
Nitekim aynı ilkeler kararlı biçimde Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 10.12.1975 gün ve 11 E., 406 K. ; 25.11.1983 gün ve 4-261E,1220 K.; 17.06.1998 gün ve 1998/19-523 E.-508 K.; 28.11.2001 gün ve 2001/11-1103 E.,1084 K.; 21.11.2001 gün ve 2001/4-955 E., 1073 K ; 06.02.2002 gün ve 2002/19-16 E.-47 K; 01.05.2002 gün ve 2002/10-345 E. 2002/342 K.; 25.02.2004 gün ve 2004/11-115 E. 108 K; 12.05.2004 gün ve 2004/4-290 E. 289 K; sayılı ilamlarına da açıklıkla kabul edilip, vurgulanmıştır.
Somut olaya bu yönüyle bakıldığında; davalı avukat hakkında verilen beraat kararında davalının dilekçesinde yer alan;
<AYİM 2. Dairesi hukuki bir karar vermemiş, keyfi bir karar vermiştir. Kimse kendi kusurundan yararlanarak hak arayamaz>
İfadelerinin yer almadığı görülmektedir. Ceza Mahkemesince bu iki cümlede yer alan ifadeler değerlendirme dışı bırakılmış ve sonuçta bir taraftan <suçun işlendiğine dair delil bulunmadığı> diğer taraftan da bu saptama ile çelişir biçimde delil değerlendirmesine girilerek <sanığın mahkeme heyetini direk hedef almadığı, şikâyetlerini dile getirdiği bu itibarla suçun unsurlarının oluşmadığı> gerekçesi ile beraat kararı verilmiştir.
Bu yönüyle ceza mahkemesi kararı yukarıda açıklanan ilkeler açısından irdelendiğinde; öncelikle davalının dilekçesinde yer alan ve eldeki davaya da konu teşkil eden ağırlıklı bölümün değerlendirme dışı bırakıldığı, dilekçenin kendisince verildiği davalının da kabulünde olmasına karşın delil bulunmadığı gerekçesinin dosya kapsamına uygun düşmediği, bununla çelişik biçimde mahkeme heyetinin direk hedef alınmadığı saptamasının da yine dilekçenin eksik değerlendirilmesi sonucu varılan bir kanaat olduğu açıkça görülmektedir.
Açıklanan olgular karşısında ceza mahkemesinin beraat kararının eldeki davada hukuk hakimini bağlayıcı nitelik taşıdığından söz edilemez.
Diğer taraftan, avukat olan davalı eldeki davaya konu 09.07.2001 gün ve 11.07.2001 havale tarihli dilekçeyi, davacının görevli olduğu mahkemeye hitaben düzenlediği ve hakaret içerdiği gerek ceza gerek hukuk mahkemesi kararlarıyla kesinleşen bir başka dilekçe nedeniyle hakkında açılan davada, savunma dilekçesi olarak vermiştir.
Yargı erkinin savunma kanadını oluşturan davalının bir hukukçu olarak savunma hakkının sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiğini ve kullanılma biçimini bilmesi beklenir. Gerek avukatlar gerekse hakimler yargı erkinin elemanları olarak kamusal görev ifa etmektedir. Görevlerinin ifası sırasında yasalara saygının öneminin bilincinde olması gereken konumdadırlar.
Hak arama ve savunma hakkının kutsallığı elbette tartışılmazdır. Ne var ki, bu hakkın kullanılmasının ölçüsü de yine yasalarla getirilmiştir.
Yeri gelmişken, burada üstün nitelikte özel yarar kavramı üzerinde durmakta yarar vardır.
Üstün nitelikte özel yarar bir hukuka uygunluk nedeni olup, özellikle hak arama özgürlüğü ve savunma hakkı açısından önem taşımaktadır. Hak arama özgürlüğünü ya da savunma hakkını kullanan kişi, başkasının kişilik haklarını ihlal ederse, burada çatışan iki yararın varlığı gündeme gelir. Çatışan bu yararlardan birisine üstünlük tanımak gerektiğinde bir lehine diğeri aleyhine hukuka uygunluk nedeninin varlığı kabul edilebilecektir. Hak arama ve savunma hakkını kullanma amacının bulunduğu ve bu amacın sınırları içinde kalındığı sürece hukuka uygunluk nedeninin varlığından da söz edilebilir. Aksine savunma hakkını kullanma amacını aşar biçimde bir başkasını itham etmek hatta ona iftiralarda bulunmak, maksadı aşan ifadelerde bulunmak elbette hukuka uygunluk nedeninin kabulüne en önemli engeli oluşturacaktır. Savunma hakkı hak arama özgürlüğü gibi anayasal bir hak olup, bu hakkın tanınmasının amacı da kişinin kendisini yetkili merciler ve yargı organları önünde savunabilmesidir. Durum bu olunca da bu hak ancak bu amaç ve sınırlar içinde kullanıldığında hukuka uygunluk sebebi olabilir. Bu hakkın kullanıldığı görünümü altında başkalarının kişilik haklarının ihlali halinde amaç ve sınır aşıldığından elbette sorumluluk söz konusu olacaktır.
Ceza davasına savunma dilekçesi olarak verilen dilekçenin sanık konumundaki kişinin kendisine yönelik itham ve iddiaların gerçek dışılığını, bunların haklı olmadığını savunur mahiyette olmak yerine gereksiz cümle ve iddialarla karşı tarafın kişilik haklarına saldırı niteliğine bürünmüşse burada üstün nitelikte özel yarardan ve hukuka uygunluk nedeninin varlığından söz edilemeyecektir.
Davalı avukatın hakkında yürütülen cezai takip sırasında ceza mahkemesine verdiği 09.07.2001 gün ve 11.07.2001 havale tarihli savunma dilekçesi bu ilkeler ışığında ele alındığında; kendisine yönelik itham ve iddiaların gerçek dışılığını, bunların haklı olmadığını savunma kapsamından uzaklaşarak, gereksiz cümle ve iddialarla karşı tarafa yöneldiği, hatta kişilik haklarına saldırı teşkil edecek ifadeler kullandığı, görülmektedir.
Zira, dilekçede yer alan < ... Devlet çökmüştür, Devlet çökmüştür diyenler bu Devletin Başbakanları Süleyman Demirel ve Tansu Çiller'dir. Devleti çökertenlerin de bunlar ve yakın çevreleri olduğu, yolsuzluk-soygunlarının ortaya çıkması ile görülmüştür. < ifadeleri kendisine yönelik itham ve iddiaların gerçek dışılığını, haksızlığını savunmaktan çok uzak, yersiz kullanılan ifadeler olup, devamında kullanılan <Devletin çöktüğü yerde hukukun bu çökmüşlüğün ve kokuşmuşluğun dışında kalacağı düşünülemez. AYIM 2. Dairesi hukuki bir karar vermemiş, keyfi bir karar vermiştir. Kimse kendi kusurundan yararlanarak hak arayamaz.> İfadeleri ise somut olarak <hukukun çöküşmüşlük ve kokuşmuşluk içinde kaldığı, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin 2. Dairesinin de hukuki bir karar vermediği, keyfi karar verdiği, kendi kusurundan yararlanarak hak arayamayacağı> vurgusunu içermekle açıkça hukuku, davacının başkanı bulunduğu mahkemeyi hedef alan iddialarını taşımaktadır.
Bu şekilde karşının hedef alınmasının savunma kapsamında kalmadığı belirgindir.
Avukat olan davalının, kendisinin de bir parçası olduğu yargı erkini çökmüşlük ve kokuşmuşluk içinde göstermesi, yine hemen buna bağlı olarak yargı erkinin temel unsurlarından olan hakimlerin görev aldığı Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin 2. Dairesinin de hukuki bir karar vermeyip, keyfi karar verdiği, kendi kusurundan yararlanarak hak aradığı iddiasını ileri sürmesi hukukça korunamayacağı gibi, savunma hakkının kullanma amacı ve sınırını aşar mahiyettedir. Mahkemenin ve özellikle başkanı bulunan davacının uygulamalarının yasaya aykırılığı ileri sürülecekse bunun mercii ve ifade şekli yasalarca düzenlenmiştir.
<Keyfilik> yargı organıyla bağdaşmayan ve işlevine aykırı düşen bir tanımlamadır. Anayasamızın 138.maddesinde <Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler
…> denilmekte ve 9. maddesinde de <Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır> hükmüne yer verilmektedir.
Bu hükümler karşısında <hakimin keyfi karar verdiği> gibi bir iddianın dayanaksız ve yersiz biçimde, üstelik savunma amaçlı bir dilekçede kullanılması hem temsil edilen makam hem de temsil eden hakim için hukuka aykırı bir saldırı niteliğindedir. Bu cümleden olarak; hakim olan davacının, kişilik haklarına saldırı teşkil eden bu ifadeler nedeniyle davalının hukuki sorumluluğunun varlığının kabulü gerekir.
Hemen ifade edilmelidir ki, Davacının başkanı olduğu Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 2. Dairesine, davalı avukatın müvekkili adına düzenleyerek verdiği dava dilekçesinin yasal eksikleri nedeniyle usul yönünden reddedilmiş olması ve devamında davalı avukatın takındığı tutumla bu eksikleri tamamlamak yerine; hakkında mahkumiyet kararı verilip, eldeki davada kesinleşen tazminat istemine de konu olacak biçimde düzenlediği dilekçelerle bu konuyu saldırıya da dökecek boyutta kişiselleştirmesi ve ardından da usule ilişkin bir kararı keyfi karar olarak nitelemesi, ne savunma hakkının kullanılması olarak kabul edilebilir, ne de böyle bir keyfilik suçlamasına yargı makamını temsil durumundaki hakimin hoş görüyle bakması beklenebilir.
Kişilik hakları kişinin hür ve bağımsız varlığının önemli bir parçası olup; kişinin yaşadığı toplumda, ilişki kurduğu çevrede şerefi ve saygınlığını sarsacak, onu küçük düşürecek, yanlış tanıtacak, zora sokacak, düşmanca bir ortama itecek her türlü davranış kişilik haklarına saldırıdır ve bir davanın yürütülmesi sırasında yasaları uygulamakla yükümlü bir hakim için dayanaksız biçimde ortaya atılan <keyfi karar verme> iddiası da bu kapsamda olup, onun kişilik haklarına ağır bir saldırı, hatta hakaret niteliğindedir.
Diğer taraftan, Davalının cezalandırıldığı ve kesinleşen hükümle de tazminata mahkum edildiği <... Ananı kadı yapmış, derdini kime anlatacaksın.> sözleri nedeniyle suç duyurusunda bulunan ve şikayetçi olan AYIM 2.Dairesi başkan ve üyeleri için <... Kimse kendi kusurundan yararlanarak hak arayamaz < şeklinde kullandığı ifadeler de gereksiz, maksadını aşan, savunma ve eleştiri niteliğinden uzak sözler olup, karşı tarafa saldırı boyutundadır. Avukat sıfatını taşıyan davalı, dilekçelerinde hukuki iddia ve savunmalarda bulunmak yerine sarf ettiği, saldırı boyutuna varan bu sözlerin hukuki sonuçlarına katlanmalıdır.
Açıklanan nedenlerle; somut olayda manevi tazminat isteme koşulları gerçekleştiğinden davalının hukuki sorumluluğuna ve davacı lehine manevi tazminata hükmedilmesi usul ve yasaya uygun olup; mahkemece bu yöndeki önceki kararında direnmesi yerindedir.
Bu görüşleri Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 6.12.2006 tarih ve 2006/4-763 E., 770 K; 7.2.2007 gün ve 2007/4-23 E., 51 sayılı kararları da doğrulamaktadır.
Ne var ki, davalının mahkemece hükmedilen manevi tazminat miktarına yönelik temyiz itirazları Özel Dairece incelenmediğinden, bu yönden inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davalı tarafın hüküm altına alınan manevi tazminat miktarına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 4.Hukuk Dairesine gönderilmesine, 02.05.2007 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
T.C. Anayasasının 36. maddesine göre herkes meşru vasıta ve yollarla yargı mercileri önünde iddia, savunma ve adil yargılanma hakkına sahiptir. Bu cümleden olarak Avukatların müvekkilleri adına yargı mercileri önünde iddia ve savunmada bulunma, iddiasına ve savunmasına ilişkin delilleri sunma ve bu amaçla iddia ve savunmasını güçlendirecek ifadelerde bulunma hakkı vardır. Avukatlar, iddia ve savunma hakkını kullanırken karşı tarafın, şahitlerin, bilirkişilerin, mahkeme ve hakiminin kişisel haklarını ihlal edici açık hakarete varmayan iddiaları ileri sürme ve söz söyleme durumunda kalabilirler. Mesleki ve toplumsal görevleri bunu icap ettirir. Y.4.HD.2.5.1975 tarih, 1160 E., 51182 K. sayılı ilamı da bu yöndedir.
Davalı Avukatın iddiasını kendi seçtiği yollarla ispat etmesi en tabi hakkıdır. Onun mahkemece başka bir yola sevk edilmesi durumunda dayandığı atasözü ve dönemin siyasi kişilerine ait sözlerden alıntı yapması açıkça davacıya yönelik değildir. İddianın güçlendirilmesi mahiyetinde kabul edilmelidir. İddia ve savunma hakkı kutsaldır. Bu hakkın ispatı için sarf edilen maksadını aşan sözlere tahammül etmek gerekir. Dayalı başka nedenlerle veya bir takım özel ilişkiler sırasında davacıya bahsi geçen sözleri söylememiştir. Normalde kişilik haklarına saldırı mahiyetinde kabul edilebilecek bu sözler, dayalı Avukat tarafından dava kapsamında söylenmiştir. Avukatların savunma hakkı kapsamında objektif üslupla yaptıkları savunma ve sarf ettikleri sözler; Anayasal güvence altında bulunan kişilik hakkına yönelik saldırı olarak kabul edilemeyecek önemli istisnalardandır. Dayalı bu sınırı aşmamış, davacıya yönelik açık bir saldırıda bulunmamıştır. Yüksek 4. Hukuk Dairesinin bozma kararı doğrudur. Sayın çoğunluğun onama yolundaki görüşüne katılmıyorum. (¤¤)