Mesajı Okuyun
Old 19-12-2006, 13:37   #3
Av. Şehper Ferda DEMİREL

 
Varsayılan

Oysa kadınların erkeklerden daha soyut düşünme yeteneğine sahip olmadığını kim kanıtlayabilir? Keza, aksini.

Çoğu kez insan (kadın-erkek ayrımı yapmayarak) , küçük motiflere odaklanarak , büyük resmi kaçırır. Yaşam binbir deseniyle ve (bu motifler itibariyle) karmakarışık çıkar karşımıza. Her gün, -bu açıdan baktığınızda-, çok bilinmeyenli bir denklemdir. Gözünüzün hemen önünde ve elinizin hemen altında olan sorunları çözmeden ilerlemek olmaz. Bu çözümlemelerse, küçük denklemlerin çözümlemeleridir. Denklemin eşitliği, her zaman olumluluk veya yararlılık sunmaz.

Oysa sonuçları her ne olursa olsun, küçük denklemi eşitlemekle büyük denklemi eşitlemek arasında sırrını hala çözemediğimiz (ve çözemeyeceğimizi de sandığım) şaşmaz bir denge vardır (en azından ben öyle olduğuna inanıyorum). İşte bu nedenledir ki büyük tabloyu kaçırdığınızda, küçük motiflerdeki kayıplar, olumsuzluklar karmakarışık olduğunu sandığımız yaşamımızı eni konu altüst eder. Elbet bireysel ve geçici olarak.

Yani kadın ya da erkek olmanın, soyut düşünme yeteneği veya matematiksel zeka ile ilgili olduğu tezine katılmıyorum. Konuya yatkınlık vardır ya da yoktur.

Kadından şair olmaz, bakın tüm ünlü şairler erkektir denir. Kadına şiir yazmak yakıştırılmamıştır. Dahası kadına yaşamak hakkı tanınmamıştır. daha doğru bir ifadeyle, insanca yaşamak hakkı tanınmamıştır. Furuğ aşağıdaki 3 mısrasında bunu en sade haliyle ne güzel vurgular:

"budur benim payıma düşen
benim payıma düşen
bir perde asılmasının benden aldığı gökyüzüdür"

Sosyal yaşamdan koparılıp, ev içlerine hapsedilen kadın, yegane aşkınlık olanağı olarak eşlik ve/veya hane "sözde" sahibeliğiyle kimlik edinmeye çalışır. Bu savaşımın normal sonucuysa zaten mağlubiyettir.

Simone de Bevaoir, kadınlık sürecini üç ayrı ana bölüme ayırarak yazdığı ardışık üç kitabında, bu durumu acıklı birm parodi halinde betimler. Doğası gereği aşkınlığı gereksinen kadın, sabahtan akşama kadar abartılmış bir temizlik hastalığına duçar olur, en sık karşılaşılan haliyle. Sonra geri çekilir ve gururla evine bakar. Aşkınlığının somut delili olduğuna inandığı eşyaların pırıl pırıl parlamasıyla övünür. Oysa bu gerçek bir faaliyet değildir. Nitekim eve gelen eş ve çocukların ardından eserinin yokoluşunu, benliğinin tehdit edilişi olarak algılayarak izler. "Eser"i , acımasızca katledilmektedir. Nankör bir hal sözkonusudur.

İran kadın şairlerini anlatan bir yazı okumuştum. Sayıları azımsanacak gibi değildi. Ama yazılanların ne kadarı günyüzüne çıkmış, çıkabilmiş, bunu kaçı göze alabilmiştir, bilmek mümkün mü?

Belirttiğim son yazıda, bir kısım kadınınsa, hücre ev mantığını, bir rahim olarak algıladığını okumuştum.

Doğum yapanlar, bugün isimlerini sayabildiklerimiz olmalı.

Saygılarımla...