Mesajı Okuyun
Old 22-04-2008, 22:59   #1
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan Adaletin Terazisi

ADALETİN TERAZİSİ

Babası harçlık vermeyince evden kaçmış. Birkaç gün sokaklarda yatıp, üstündeki parayı harcayarak idare etmiş. Paralar suyunu çekince içinden eve dönmek geçmişse de, 17 yaşın “bir karış havada aklı” ile hemen unutmaya çalışmış bu düşünceyi ve bir börekçide iş bulmuş.

Orada tanışmış diğer sanıklarla; börekçide ve ara sıra gittiği kahvede. Hepsi beş parasız üç genç; biri hala onsekiz yaşın altında. Bizimkisi börekçide çalışarak günü kurtarıyor, diğerlerinin işi de yok ve hepsi sokakta; yatacak yeri gece bastırınca düşünüyorlar. Benim sanık biraz avantajlı diğerlerine göre; hiç olmazsa dükkanda yatabiliyor; artık sandalyede ne kadar uyunabilirse. Onbeş gün sürmüş bu macera. Dava devam ettiği için ayrıntıya girmiyorum; birileri çocuklardan birinin aklını çelmiş, sahte paraları vermiş buna. O da, tek başına böyle bir işe girişmekten korktuğundan olacak, öbürlerine açmış konuyu. Sonrasını anlatmaya gerek yok.

Parasızsan, beş parasızsan; çaresizsin demektir. Bu çaresizlik yasada yok. Yasakoyucu bilmez çaresizliği; sokaklarda geçen onbeş günü, anasızlığı, babasızlığı, geri dönmeyi engelleyen o çocuk gururunu, dönse yiyeceğini düşündüğü dayağı, şimdi bin pişman babanın “dönse hiçbirşey demeyecektim” diyeceğini, sandalyede her yerin tutularak sabahlamayı, aynı kaderi paylaştığın çocuklara karşı duyduğun dostluğu andıran o duyguyu, “yoksa korkuyor musun lan?” soru-aşağılamasına karşı çocuksu duruşu, soranın bile yaşadığı korkuyu ve hepsinden baskın etki yapan çaresizliği, yokluğu ...Yasalar duygusuz, yasalarda insan psikolojisi yok; yasa dediğin, iki satır yazıdır, yaşananın karşılığı yok yasalarda.

Suçu basitleştirmeye çalışmadan yazıyorum: topu topu elli yeni lira, harcayabildikleri. Bir paket sigara, birer öğün yemek, neden aldıkları anlaşılmayan ve şikayetçiye geri verilen hırdavat. Şikayetçiler de şikayetten vazgeçiyor duruşmada, bu çocukların süklüm püklüm hallerini görünce. Zarar yok, şikayetçi yok; yasa bırakmıyor. Bu, üçüncü duruşma. Dört aydır tutuklu bu çocuklar, çocuk koğuşu bulunmayan cezaevimizin konukları. Heyet, başkan dışında, adli tatil nedeniyle çeşitli mahkemelerden toplanmış yargıçlardan oluşuyor. Savcı da yeni. Dosya itiraz nedeniyle en yakın Ağır Ceza’ya gitmiş; yeni üyeler ve savcı dosyayı bilmiyor. Tahliye almak hayal, yanımdaki meslektaşıma söylüyorum. Yine de görevimizi yapıyoruz, gerekçelerimizle tutukluluğun zararlarını, adaletin terazisine koyuyoruz. Üç avukatız salonda, biz koydukça terazi hafiften kımıldıyor, belli belirsiz bir fark oluşuyor kefeler arasında. Çocuk psikolojisini koyamıyoruz kefeye, baba korkusunu koyamıyoruz; hele kader birliği duygusu, “dönek olmamak” çocuksu amacı hiç sığmıyor. Savcının görüşü, “suçun niteliği, mevcut delil durumu ve dosya içeriği nedeniyle tutukluluğun devamı...” Heyet görüşmeye çekiliyor. Biz dışarı çıkıyoruz, bıraktığım sigaraya başlıyorum.

Babası, çok önceden alması gereken tavrı almış, sakin ve mantıklı. “Bıraksınlar, ben oğluma herşeyimi veririm. Bir damla kızgınlığım yok, bir kötü söz söylemem.” diye konuşuyor; bana mı diyor bunları, içindeki pişmanlığa mı, anlayamıyorum. Sigaramın yarısında mübaşir kapıdan görünüyor; giriyoruz.

Başkan kararı açıklıyor kapalı oturumda; ilk birkaç sözcükten sonra anlıyor ve kara kara dışarıda bekleşenlere ne diyeceğimizi düşünüyorum. “Suçun niteliğine, mevcut delil durumuna ve dosya içeriği nedeniyle tutukluluğun devamına...” Bir üye muhalif; tutukluluk tarihine göre tahliyeye ilişkin karşı görüşünü bildiriyor. Biliyorum, “yazık, yatmasın çocuklar” olmalı gerekçesi; ama çoğunluk gibi, karşı oy gerekçesi de klişelerden ibaret.

Suçun niteliğini anladım sayın başkan. Ama ya delil durumu? Ya dosya içeriği? Hangi dosya? Önünde olmayan dosyanın içeriğini nasıl aklınızda tutmuşsunuz sayın başkan? Hangi deliller toplanmamış acaba? Aklımdan geçen bu düşünceler dilimden dökülmüyor. Kendimi buruk, hatta kırgın hissediyorum. Salondan çıkınca genç meslektaşımın itiraz çığlıkları... Onu sakinleştirmek de benim görevim; dışarıda kalmış ve zaten duygusal ailelere durumu “lisan-ı münasiple” anlatmak da. Ne zor bir mesleğim olduğunu bir kez daha kavrayarak, görevimi yapıyorum. Sonuçta tepkiler ağızlarda kilitli kalıyor ve herkes evine gidiyor.

Bir dahaki celse bu çocukları özgürlüklerine kavuşturabilecek miyiz? Bir dahaki duruşmada adaletin terazisine şu babanın gözyaşlarını da koysam? Başkanın “tutukluluk hallerinin devamına” dediği anda o çocukların yüzünde okuduğum dehşeti; bir ay daha yaşayacakları ortamın çirkinliğini, çocuk koğuşu olmayan bir cezaevine gönderilirken nelerle karşılaşabileceklerine dair kaygılarımızı... hepsini, hepsini koysam? Dışarıda bekleyen üç ana üç babanın gözlerine yer kalır mı acaba? “Adalet mülkün temelidir” sığar mı o kefeye? Sığar mı, etrafa belli etmediğim ama kalmayan, ne yazık ki artık kalmayan, adalete olan inancım?

14.09.2005


Not 1- Yaşanandan yola çıkılmış ama birebir gerçek olmayan bir öyküdür. Sonuçta, öyküdür.
Not 2- Çocuklar, bir sonraki duruşmada, “suçun niteliği, delil durumu ve dosya içeriği” hiç ama hiç değişmediği halde; farklı bir savcının görüşü, farklı başkan ve üyelerin kararı ile tahliye edilmişlerdir.
Not 3- Adalet, uygarlığın ve insanca bir yaşamın temelidir.