Mesajı Okuyun
Old 07-03-2004, 10:22   #5
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

Sayın buketoz,

Dramatize edilmesi zor olsa da aşağıdaki anımı size aktarıyorum.
Çalışmalarınızda başarılar dilerim .

Saygılarımla

Bir Dost

.................................................. .....

Avukatlığa başlayalı henüz bir ay olmuştu. Çok yakın bir arkadaşım trafik kazası yaptı.

Tutukluydu. Cezaevinde ziyaretine gittim. Bana trafik davalarında uzman olan bir avukat önermemi istedi. Ben de trafik davalarının uzmanlığa ihtiyaç göstermeyeceğini söyledim . Bana:
- Yok, yok... Varmış, ben öğrendim, dedi. Bazı avukatlar uzmanmış...

Üstelemedim. Davasını güvenip de bana vermediği için biraz kırıldım ama çok yakın arkadaş olduğumuzdan kırgınlığımı belli etmedim.

Tutukluluğu kısa sürdü. Davası çabuk bitti. Ama asıl sorun şimdi başlıyordu. Arkadaşım bana gelerek davasını gören avukatın para istediğini; ama ona para ödemek istemediğini söyledi. Çok sıradan bir bahanesi vardı:
- Hapisteyken beni bir kere olsun ziyarete gelmedi, dedi...
Niyetini beğenmemiştim. Konuyu değiştirmek için merak ettiğim soruyu sordum :
- Uzman demiştin. Hangi konuda uzmandı?
- Bütün Türkiye’nin mahkemeleri kaza raporlarını Ankara’ya karayollarına gönderiyor. Karayollarından bilirkişi raporu gelene kadar tutukluluk hali sürüyor. Bu avukatın orada tanıdığı var, rapor hemen geliyor. Tutuklu kalma süresi de kısalıyor.

(Olayı böyle hatırlıyorum; demek ki o zamanlar böyle bir uygulama varmış; ya da ben yanlış anlamışım. )

İşte o zaman bu avukatın vekalet ücretine hak kazanmadığını düşündüm. Tutukluluk gibi ağır bir tedbirin para karşılığı kısaltılması, sırada bekleyen onca tutuklu varken birilerinin sırayı bozarak önce tahliye olması benim adalet duygumu rencide etmişti. Ve bu haksızlığın bir avukat tarafından yapılması ve ‘’uzman’’ addedilerek haksız kazanç sağlaması avukatlık meslek kurallarına da aykırıydı.

Arkadaşımın para ödememe isteğini, kendi nedenlerimle hukuken incelemeye başladım . Ve bir iki gün sonra arkadaşımı arayıp, davasını kabul ettiğimi söyledim. Aradığımı bulmuştum...

Avukatı 49 örnek icra takibi ile sözlü olarak anlaştıkları vekalet ücreti alacağı olan 300 bin lirayı istiyordu. Takibe itiraz ettim. Karşı taraf dava açtı.

Arkadaşımın elinde vekalet ücreti ödediğine ilişkin makbuz yoktu; çünkü hiç ödememişti. Ama bir posta havale makbuzu vardı: 10 bin lira... Bu 10 bin lira avukata masraf olarak verilmişti. Masraf, Ankara’daki ‘’tanıdığa’’ verilecek olan rüşvetti.

Araştırarak o yıllarda hiç bilinmeyen bir Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararına ulaşmıştım : ‘’Avukat ile vekili arasında yazılı bir sözleşme yoksa avukatlık ücreti asgari ücret tarifesine göre belirlenir’’ Size garip gelecek ama o yıllarda Avukatlık Kanununda bu konuda hüküm yoktu. Bu HGK kararından deneyimli avukatların bile haberi yoktu. Bu davada Karşı Taraf olan avukat ve vekili olan avukat en az 15 yıllık deneyimliydi. Ama davayı kazanacaklarını sanıyorlardı. Karşı taraf ‘’asil’’ sıfatı ile duruşmaya girdiği gibi, bir de vekalet ücreti almak için kendisi gibi ‘’beğenilen’’ bir avukatı da yedeğinde getiriyordu.

Elimizdeki 10bin liralık posta makbuzu asgari ücretten fazlaydı. ‘’Elimizdeki’’ diyorum çünkü artık ben de davanın tarafıydım : Haksızlık eden meslektaşıma bir ders vermek üzere davayı arkadaşımın vekili olarak ve ‘’meslek adına meslektaş olarak’’ takip ediyordum.

Duruşmadan önce karşı tarafla koridorda karşılaştık. Dava hakkında konuşmaya başladık. Ona HGK kararından söz ettim ve elimdeki kararı gösterdim. Okuyunca benden bu kararı hakime vermememi istedi. Neden vermeyeceğimi de meslektaş dayanışmasından dem vurarak açıkladı. Ben de kendisinin meslektaşları ile haksız rekabet ettiğini, rüşvet vermekle meslektaş dayanışmasına layık olmadığını, tam tersine kendisi ile mücadele edilmesi gereken biri olduğunu söyledim . Bana verdiği cevabı hiç unutmadım ama hiç uygulamadım : ‘’At binenin, kılıç kuşananın’’ dedi. Ben hayatım boyunca ata binmedim, kılıç da kuşanmadım.

Bir de bana çok bayağıca gelen bir soru sordu:
- Sen kendi vekalet ücretini aldın mı bu dava için ?
Sorusuna sadece onu incitmek için en istemediği yanıtı verdim :
- Evet, peşin aldım. Size vereceğini bana verdi.
Halbuki yakın arkadaşım olduğu için bizim aramızda para söz konusu olmazdı. Ne arkadaşım bana vekalet ücreti vermeyi düşünmüştü, ne de ben almayı. Artık yalan söylemeyi bir intikam silahı gibi kullanmayı öğrenmiştim .

Duruşma sırasında önce davacı asil meslektaş (!) söz aldı. Bu dava için ne kadar emek çektiğini, ne kadar benzin parası harcadığını, ödendiğini söylenen 10bin lira vekalet ücretinin bu kadar az olamayacağını, bir meslektaşının (benden söz ederek) bu davayı nasıl olup da kabul ettiğini anlayamadığını, ödenen 10 bin liranın benzin masrafı olduğunu yüksek sesle heyecanla uzun uzun anlattıktan sonra ‘’umarım onun da başına gelir ‘’ diyerek sözlerini bana beddua ederek bitirdi.

Duruşma salonunda sıra bekleyen diğer avukatlar bana çok kötü bakıyorlardı. Sanki bir ‘’hain’’dim ... Bunca emek çeken meslektaşlarının hakkını almasına engel olan bir başka avukata bakar gibi baktılar bana.

Haklı olanların dik başlı sessizliği ile bu bakışlara göğüs gerdim. Haklılığımı anlatamazdım . Davayı kazanmam lazımdı ki karşı taraf cezasını bulsun . Haklılığımı anlatırsam davayı kaybederdim. O paranın rüşvet olarak verildiğini o gün o duruşmada söyleyemezdim. Söylersen kanıtlayamazdım. Davamı o paranın vekalet ücreti olarak verildiği üzerine kurmak zorunda kalmıştım.

Yalan söylüyordum. Adaleti kurtarmak adına adalete yalan söylüyordum. Davasını rüşvetle yürüten bir avukatın vekalet ücreti almaya hakkı olmadığı düşüncesiyle kendimi haklı görüyordum. Bu haklılık yalanımı pembeleştiriyordu. Hatta ‘’yalan’’ olmaktan çıkarıyordu. Adaleti sağlayan sözlere yalan denemezdi. Ben nasıl rüşveti kanıtlayamıyorsam karşı taraf da benim iddiamın aksini kanıtlayamıyordu.

Hakim ilk duruşmada sunduğum HGK kararını ilk kez görüyordu. Defalarca okudu. Ve hemen o duruşmada davayı reddetti. Kazanmıştım... Mesleğim ile mesleğimin intikamını almıştım... Meslektaşıma en ağır cezayı vermiştim.

Davayı beklemedikleri biçimde kaybeden iki deneyimli avukat ve duruşma salonundaki konuyu bilmeyen diğer avukatlar beni beğenmediler. Bense görevini başarmış genç bir avukat olarak ‘beğenilmemeyi’’ gururla göğsüme astım.