Mesajı Okuyun
Old 04-11-2004, 13:31   #5
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

------- 3----

Fuat Hulusi; Kendilerini çok zevkle dinledim. Maddenin tatili teklif edilse esbabı mucibe olarak bihakkın alınabilecek kıymetli mütalaalarına teşekkür ederim. Fakat maddenin mutlakıyeti karşısında maalesef fikirlerine iştirak edemiyeceğim. Ölümden sonra vekaletin baki olduğudur. Vekalet akti başka, vasiyet meselesi başkadır. Ölümden sonraya muzaf olan akitlerin vekalet bahsinde yeri yoktur. Hayatta iken yaptığı akdin ölümden sonra yapılamıyacağını kabul edemeyiz. Aksi takdirde hilafı şart edilmedikçe vekalet muteberdir, denilmezdi.

Vekalet hiç bir zaman mabadelmevte muzaf bir akit değildir. Vekaleti yapmaması diğerlerine icbar için bir hak vermezse de yaptığı akitlerin ademi muteber olduğunu icap ettiremez.

A. Rıza Kiper; ölümden sonra da devamı şartiyle aktolunan vekaletlerde dahi müvekkilin vefatından sonra vekaletin nihayet bulacağım iddia eden arkadaşlarımız mütalaalarını iki cepheden yürütüyorlar. Birisi hissi, diğeri kanunidir. Daha ziyade hissi cihetten mütalaalar dermeyan olunduğundan ben de evvela bu cihetten mütalaamı yürüteceğim.

Diyorlar ki, veresesini mirastan mahrum bırakmak maksadiyle yapılan bir tasarrufa rıza göstermemek veya varislerinden uzak bir yerde bulunan bir hastayı kandırarak bütün mallarını, parasını derceb eden vekilin bu muamelesini kolaylaştırmak doğru olamaz. Borçlar Kanununun 397 nci maddesini tetkik ve tefsir ederken bu gibi mahzurlar nazara alınmalıdır.

Kendilerinden iyilik yerine mazarrat gördüğü bazı varislerini mirasından mahrum etmek maksadiyle son dem hayatında ve fakat kemali akıl ve sıhhatinde emvalini başkasına öldükten sonra da vekaleti baki kalmak şartiyle tevkil ettiği vekil marifetiyle satan kimseler olabilir ve bu sebeble murislerinin vefatından sonra mirasçılar da bu satılan maldan istifade edemezler. Fakat bu gibi hissi düşünceleri ileri sürmemek, yalnız bir cepheden yürümemek lazımdır. Yani yalnız mirasçının hukukunu değil, murisin ve hüsnüniyet sahibi üçüncü şahsın hukuklarını da gözönüne almak lazımdır. Faraza duçar olduğu mühim bir hastalığının tedavisi için bir hastahanede yatması icap eden ve fakat mevcut nakti olmayan ve istikraz etmek imkanını bulamayan bir kimse bu ihtiyacını temin için üçüncü bir şahıstan aldığı paraya mukabil bir gayrimenkulunu öldükten sonra da muteber olmak şartiyle tevkil ettiği zat tarafından ferağı icra edilmek üzere satması halini tasavvur edelim. Burada cümlenizin hissiyatına müracaat ediyorum. «Bu gayrimenkulun maliki olan şahıs hasta halinde bundan istifade etmesin ve bunu satmasın ve mirasçılarına kalsın, kendisi de hastalığını ne suretle tedavi ettirirse ettirsin» diyebilir miyiz? Kendisi bizzat ferağı icra etse de bedelile hastahaneye yatsa muhaliflerimiz buna itiraz etmiyorlar. Filhakika veresenin bu malda ne hakkı vardır? Vereseye kalsın diye malik mülkünden istifade edemesin, denebilir mi ve hissi düşünce ile de buna rıza gösterilebilirini?

Üçüncü şahsa gelince o da öldükten sonra vekaletin muteber olduğu hakkındaki mukavele hükmüne ve 397 nci maddenin sarahatına güvenerek malın bedelini tesviye etmiştir. Hüsnüniyetle hareket eden ve kanuna dayanan bu üçüncü şahsın hukukunu niçin düşünmeyelim? Herhalde bu malın sahibine mirasçılarından daha ziyade iyilik yapmış olduğu şüphesizdir. Bu ciheti başka noktadan da teemmül edelim. Farzedelim ki bilvekale yapılan bu akit hükümsüzdür. Tevhidi içtihada sebep olan kararların ittihazım icap eden hadiseleri gözönüne alalım. Müvekkil malını satmış, parasını almış, birini de hükmü öldükten sonra da baki kalmak şartiyle itası takdirde tevkil etmiş. Bu vekalet muteber olunca satılan mal mirasçıya verilecek, mirasçılar mirası reddetmiyecekleri cihetle murislerinin borcundan mesullerdir. Müşteri verdiği parayı vereseden isteyecek, onlar da murislerinden ellerine geçen malın tam bedelini müşteriye verecekler veyahut bu malı müşteri alacağını temin için sattırarak belki de yine kendisi alacak. Şu halde bunda veresenin mirastan mahrum bırakılması mevzuubahis olur mu? Bu hadiseler yolsuz yapılmış bir akte mütedair değillerdir. Görüyoruz ki hissi düşüncelerimiz malikin bu tasarrufunun muteber addedilmesini ve emvalinden kendisinin istifade etmesini istilzam ettiriyor.

Kanuni sebeplere gelince, muarız arkadaşlarımız Kanunu Medeninin 539 uncu maddesinde miras açılınca mirasçıların onun tamamına malik olacağına ve kanunda açıkça yazılı haller müstesna olmak üzere, müteveffanın alacaklarının ve bilcümle haklarının ve zilyet bulunduğu mallarının mirasçılarına intikal edeceğine dair olan ahkamına istinat ederek vefattan sonra murisin malında tasarruf vereseye intikal edeceği cihetle vekilin vekaleti nihayet bulur, diyorlar.

Ve eğer nihayet bulmasa vekilin vefatı halinde müvekkilünbihi kim ifa edecek? Mesela vekilin varisi küçük veya mahcur gibi ehliyeti kanuniyeyi haiz olmayan kimseler olsa veya müteaddit olup ta her biri başka başka yerlerde bulunsa bunların vekaleti ifa etmeleri kabil değildir, diyorlar. Daha evvel şurasını kaydedeyim ki 397 nci maddenin son fıkrası vekilin vefatı halinde müvekkilünbihin nasıl ifa edileceği hakkında ahkamı mahsusa vaz etmiştir. Bu fıkrada, (Şu kadarki vekaletin nihayet bulması müvekkilin meniaatlarını tehlikeye koyuyorsa müvekkil veya mirasçısı veya mümessili işlerini görebilecek hale gelinceye kadar vekil veya mirasçısı veya mümessiller vekaleti ifaya devam ile mükelleftirler) deniyor. Demek ki vekilin mirasçısı veya mümessili vekaleti ifaya mecburdurlar. Mirasçılar arasında mahcur ve naehil kimseler bulunması miras şirketinin hakim tarafından tayin edilecek mümessili tarafından bu vazifenin ifasına mani olamaz.

Kanunu Medeninin 539 uncu maddesi umumi bir hükmü ifade eder. Esasen ölümle vekaletin nihayet bulması da umumi hükümlerdendir. Fakat ekseri hükümlerin istisnası olduğu gibi bunda da vazııkanun bazı mülahazalarla istisnai bir hüküm vaz etmiştir. O da, eğer müvekkil öldükten sonra da vekaletin devamı şartiyle tevkil etmiş ise vekaletin nihayet bulmaması keyfiyetidir. Bu hükmü istisnai çok sarihtir. Borçlar Kanunu sarihleri de bunun sarih olduğunu kabul ediyorlar. Mamafih bu sarahat mutlaktır. Bazı hadiselerde tatbik edilmesini ve bazılarında edilmemesini teemmül ettirecek takyitten aridir. Bazı arkadaşlarımız eğer vekaletin icrasına başlanmış ise vekalet nihayet bulmaz. Başlanmamış ise nihayet bulur, mütalaasında bulunmaktalar ise de kanundan bu manayı çıkarmak imkanını bulamıyorum.

Müvekkiller vefatından sonra mirasçıları olmasına rağmen bazı işlerinin vekil marifetiyle tedvirini, diğer bazı kanunlarımız da tecviz etmiştir. Nitekim Borçlar Kanununun 456 ncı maddesinde, «Müessese sahibinin medeni haklarım kullanmak salahiyetini kaybet mesi veya vefatı ile ticari mümessilin ve ticari vekilin salahiyeti hitam bulmaz». Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 41 nci maddesinde de, «İki taraftan birisinin vefatı halinde diğer tarafın talebiyle hakim davanın takibi için bir kayyım tayin edebilir» deniyor. Şu halde kanunun bu istisnai ve sarih hükümlerini tatbikte niçin tereddüt edelim? Evvelce de arzettiğim gibi kanun çok sarihtir. Tevhidi içtihada sevkedilmesi icap edecek bir müphemiyet yoktur. Ne yapalım ki dairedeki ihtilaf işin tevhidi içtihat suretiyle halline lüzum göstermiştir.