Mesajı Okuyun
Old 06-04-2008, 23:42   #1
metin karadag

 
Varsayılan Ne olacak bu "Hukukun Üstünlüğü"nün hali?


Ne olacak bu "Hukukun Üstünlüğü"nün hali?
Bu soru "kalıbını" hemen tanımış olmalısınız.

Şu an kime ait olduğunu bilmediğim "Ne olacak bu memleketin hali?" sorusundan (intihal edilmiştir) aşırılmıştır.

Sohbeti kışkırtmak için buraya aktaracağım yazılar daha önce başka yerde yayınlanmış yazılardır.

Beğenininize;

...

“Kaliteyi Talep Etme Kalitesi” ya da “Kamuyasal İnsanın Doğuşu...”

Metin Karadağ

“Hukuki meşruiyet” ya da “meşru hukuk” tanımları, sizlerde hangi düşünceleri uyandırıyor bilemiyoruz. Konu aslında haddinden fazla önemli. Önemli, çünkü birçok konunun damar ve sinir uçlarının yoğunlaştığı ve üstelik de en zayıf kaldığımız aşil topuğumuzdur; bu toplumu oluşturanlar olarak hepimizin, her birimizin...

Geçtiğimiz yıllarda gazetelerden birinde, çok önemli ama gözden kaçtığı için de üçüncü sayfaya düşen fıkra gibi bir haber vardı: “En hukuki çete, yakalandı” ve “gasp, adam yaralama, tehdit... ilh..” suçlarından aranan çete elemanlarının üzerinden, bir “sözleşme” çıktı.

Son icraatları sırasında ele geçirilen çete elemanlarının her birinin üzerinden çıkan aynı fotokopi sözleşmenin maddeleri şöyleydi: “İşi” getiren % 60 alır. Eğer getirilen “iş” dolar, mark üzerindense, “işi” getiren % 70 alır. İşi getiren “icraata” doğrudan katılırsa, işin toplamının % 80’ini alır...

Bu güzelim örneğe baktığımızda, tırnak içinde bile olsa “hukuku” hemen görebiliriz. Yalnızca çete elemanları arasında rızaya dayalı bir kural dizgesi oluşturulmuş ve alan razı veren razı biçimde; hukukseverleri bile kıskandıracak düzeyde de tıkır tıkır işleyen, gerçek bir “alan” yaratılmıştır diyebiliriz.

Düşünsenize, öyle kolay değildir bu tür sözleşmeleri bozmak, anayasa deler gibi delmek. Cemaat üyelerince uyulmadığında da bedeli çok ağır ödenen bir yasa olarak işlemektedir çünkü: “Takır takır, yani ‘aşil topuğuna, aşil topuğuna’ yaptırımı söz konusudur...”

Ancak gel gör ki, çete elemanları arasındaki bu tıkır tıkır işleyen “hukuka” emsal kurallar; çetenin de üzerinde yaşadığı, beslendiği “alanda” eksikliklerini hemen belli eder.

Toplumu oluşturanların yaşamına müdahale etmekte olan “bu kurallar”, bu çete dışındakiler için, yani toplum için geçerli bir anlam taşımamaktadır. Ancak sonuç olarak oldukça kötü bir biçimde etkilemektedir.

Bu “eksiklik” de doğal olarak böyle bir hukuku savunmaya kalkanların karşılarına, toplumun meşruiyet talebinin dayatmasıyla ancak çıkmaktadır.

Burada bu anlama göre ancak “meşru olmayan bir hukuktan” söz edebiliriz. Ve bu durumda kısaca diyebiliriz ki, doğal olarak toplumun ortak çıkarları; “meşru bir hukuktan” yanadır... İşte bu nokta “kamuyasallıktan” söz edebilme noktasıdır.

Bildiğiniz gibi Pakistan’da geçtiğimiz yıllarda bir darbeyle iktidara gelen Pervez Müşerref, bugün hâlâ ülkesinde iktidardadır. Pakistan’ın uluslararası alanda da “meşru temsilcisi” olarak bulunmaktadır.
Uluslararası alanda kabul görme anlamındaki bir “meşruiyet”, uluslararası hukukta zorunlu bir içişlerine karışmama nezaketine(!) sığınarak sırıtabilmektedir ancak. Toplum ya da toplumlar nezdinde demokrasiden kaynaklanmayan bu meşruiyet meşru olmayan meşruiyet, hukuki olmadığı için meşru değildir.

Bu kez de diyebiliriz ki, doğal olarak toplumun ortak çıkarları; “hukuki bir meşruiyetten” yanadır... Ve yine aynı noktaya geldikse, “kamuyasallıktan” söz edebiliriz.

Güruh nesnesi bireyler toplamına bakarak, nesne bireylerden tek tek söz edebilmek olanaklı değildir. Nesne birey sözün gelişi olarak var olabilendir. Söz edilişinin dışında zaten birey olarak da yoktur. Kısaca güruh diye anılırlar. Buna bağlı olarak doğaldır ki, ne meşru olmayan bir hukukun ne de hukuki olmayan bir meşruiyetin sahibi de yoktur.

Ortada yalnızca bir sahip/kefil ve onun sahip/kefil olduğu bir güruh vardır, o kadar...
Toplum, ancak özne bireylerinin varlıklarını sürekli yeniden ve yeniden kanıtlamalarıyla var olabilir. Ve toplum, asla özne bireyler toplamına eşit değildir. Toplum, özne bireylerin uzlaşmış duruşu ve bu uzlaşmayı sürekli sorgulayan ve geliştiren davranış biçimlerinin adıdır sadece.

Aile, grup, çete (yukarıda sözünü ettiğimiz), cemaat, parti veya var olan herhangi bir sosyolojik kümenin içinde üretilen hukuk, en üst düzeyde bir kaliteye ulaşsa bile; bu sosyolojik kümeler birbirleriyle kamuyasal alanda ancak temsiliyet olarak değil “bireyleri” aracılığıyla iletişime geçebilirler ve böylece içindeki tüm öznelerin katılımıyla “kamuyasal” alanın varlığını kendi varlıklarının güvencesi olarak savunabilirler...

Bu nedenle “kamuyasallık” sabit, kült bir tanım kümesi değildir; bir durumun adıdır. Miras olarak alınamadığı için de toplum olarak birlikte üretildiğinde, ancak sıcak olarak var olan dinamik bir durumdur...

İşte, işin asıl gelip dayandığı nokta da budur.
“Ölçülebilir ortak etik değerler sistemi”ni yani “nitelikli hukuku” yaşamın her alanında ayakta tutup adaletin sürekliliğine katkıda bulunan; “kaliteyi talep etme kalitesi”ne sahip özne bireyler, “açık, şeffaf, hesap verebilir, denetlenebilir” yapılar oluşturarak, aynı zamanda bugünün ve yarının ortak güvenliğini de sağlayacaklar ve işi çetelere ve çapulculara havale etmeyeceklerdir...
Tüm bunları bu kez, mimarlık mesleki alanının etik örgün dokusunu sağlıklı ve sağlam bir biçimde yeni baştan kurmak için Sürekli Mesleki Gelişim Süreci açısından düşünmekte yarar var... Çünkü “Mesleki Sorumluluk Sigortası” konusu yalnızca sigortacılara bırakılacak kadar önemsiz değildir...

Bu konuda geçtiğimiz yıl yayımlanmış olan Başbakanlık Tebliği (*), bizim için göz ardı edilmeyecek örneklerle doludur...
(*) “Mesleki Sorumluluk Sigortası Genel Şartları” başlıklı Başbakanlık Tebliği, Resmî Gazete, 16 Mart 2006 Perşembe, sayı: 26110