Mesajı Okuyun
Old 26-08-2007, 09:29   #126
Zeki

 
Varsayılan

Herkese merhaba!
Reenkarnasyon ilginç bir konu! Bu inanışın nerden geldiği sorusunu bende sordum geçen haftalarda kendime. Gerçi Bizim ülkemizde de inananlar varmış, anlatılanlara göre. Kısa bir araştırma yapmıştım, sizinle paylaşayım...

Aslında bu konu Budistlerin de inançlarının temelini oluşturuyor. Malesef benim anlatacak bir hikayem yok fakat yaptığım küçük bir araştırmayı paylaşmak isterim...

Wikipedi kaynaklı bilgilere göre;

Reenkarnasyon ruhun sürekli olarak tekrar bedenlendiğine inanan spiritüalistlerin bu olaya verdiği addır. Terim 19.yy.’da ortaya atılmıştır. Ruh göçü inancının kökeni bir hayli eski olmakla birlikte kimi inanışlardaki ruh göçü (metempsychosis, transmigration) kavramının spiritüalistlerin reenkarnasyon kavramı ile aynı olmadığı görülmektedir.

Ruh göçü kavramına inanmış toplumlar;

Bilinen Batı tarihinde ilk kez Pisagor ve Platon gibi bazı eski Yunan bilgin ve filozofları tarafından dile getirilmiş olan ruh göçü kavramı, aslında çok eski çağlardan beri, eski Mısır, Kelt, Maya ve İnka uygarlıkları gibi birçok uygarlıkta bilinen ve kabul görmüş olan bir kavramdır. İskandinav mitolojisinde de ruh göçüne ilişkin öğeler bulunmaktadır. Platon ruh göçü fikrine özellikle "le Phedon", "le Banquet" ve "Er’in Öyküsü" eserlerinde değinmiştir. Antik çağın Yunanistan’ından sonra Gnostiklerce de kabul edilmiş ve Roma Uygarlığı’nda özellikle Mitraizm misterlerinde benimsenmiş bu kavrama Kabbala’da (gilgulim) ve belirgin ifadelerde bulunan sufilerin (Ferideddin Attar,Bahram Elahi) sayısı az olmakla birlikte Tasavvufta da rastlanır. Günümüzde de ruh göçü kavramını kabul eden birçok inanç sistemi, tarikat ve felsefi akım bulunmaktadır. Ruh göçü fikrini kabul etmiş eski ve yeni inanç sistemlerinin mensupları arasında, Hindular, Budistler, Katharlar (Cathares), Eseniler(Esseniens), Caynacılar, Sihistler, Umbanda'cılar (Makumba, Brezilya),Yezidiler, Nusayriler, Dürziler ve Anadolu Kızılbaşları sayılabilir. Bu kavram Asya’nın Şamanist toplumlarının birçoğunda ve birçok Kızılderili kabilesinde de mevcuttur. Hint'te "samsara" adıyla bilinen bu kavram, Budist Türkler'de "sansar" adını almıştır.

Mevlana ve Yunus Emre'nin dizelerinde reenkarnasyon;

Mevlana Celaleddin Rumi'nin ve Yunus Emre'nin kaynakça kısmında kaynakları belirtilen şu sözlerinde reenkarnasyonun ima edildiği ileri sürülmektedir:

“Ben de cansız varlıkken öldüm, yetişip gelişen bitki oldum; bitkiyken öldüm, hayvan biçiminde tezahür ettim. Hayvanlıktan geçip öldüm, insan oldum; öyleyse ölmekten korkmak niye? Hiç daha kötüye dönüştüğüm, alçaldığım görüldü mü?” (Mevlana Celaleddin Rumi)
"Ete kemiğe büründüm,Yunus olarak göründüm (…) Her dem yeni doğarız, bizden kim usanası."(Yunus Emre)

Ruh göçü ya da sürekli olarak tekrar doğmak kavramı ilk kez Fransız fizikçi ve yazar Allan Kardec (1804-1869) tarafından sistemli bir hale getirilmiş ve adına “tekrar ete girme” anlamında reenkarnasyon denilmiştir. Fakat reenkarnasyon kavramı Hinduizmdeki “tenasüh” adı verilen kavramla aynı şey değildir. Spiritüalizme göre varlık sürekli ruhsal tekamül içinde olduğundan, bir insan ruhu tekrar bir hayvan bedeninde doğmaz. Ayrıca evrende bir ruhun cezalandırılması diye bir şey sözkonusu olamaz. Kimi spiritüalistlere göre tenasüh inanışı, eski inisiyelerin ezoterik bilgilerine sahip olmayan Hint rahip sınıfının sembolleri yanlış yorumlamasından kaynaklanmıştır.

Günümüzde Yeni Çağ (New Age) oluşumlarının da ilgi gösterdiği reenkarnasyon kavramını kabul eden örgütlü topluluklardan başlıcaları Spiritüalistler, Teozoflar ve Antropozoflar adlarıyla bilinirler. Ayrıca, A.B.D.’nde de ruh göçü kavramları spiritüalizmdeki reenkarnasyon kavramına yakın olmakla birlikte, bu terimi kullanmayan ve kullanan çeşitli topluluklar ve dernekler bulunmaktadır.

Spiritüalistler reenkarnasyon ilkesini kabul etmese de tüm inanç sistemlerine saygı gösterilmesi gerektiğini düşünürler ve inanç ve fikirlerin farklı farklı olmasını doğal karşılarlar. Çünkü spiritüalistlere göre herkesin gelişim gereksinmeleri bir değildir, dolayısıyla herkesin yürüyeceği yollar farklıdır; zaten dünyadaki insanların hepsi aynı fikirde,aynı görüşte olsaydı ve hiçbir anlaşmazlık olmasaydı ne ruhsal gelişim olanağı olurdu ne de yaşamın tadı kalırdı; herkes robotlardan farksız olurdu. Bu nedenle Neo-spiritüalistler kimseye "kendi yolunuzu bırakın, bizim yolumuza gelin" diye çağrıda bulunmaz..

Gelelim güncel örneklere;

Japonya gibi doğu toplumlarının çoğunda budizm hakim bir inanıştır. Benim örneklerim de budizme inanan insanların reenkarnasyon'a inandıkları ve bunu bazı delillerle açıkladıklarıdır.

Budizm, Japonların çoğunlukta olan dini, Hindistan’da MÖ 560-483 (veya diğer tarihçilere göre ölümü 400 ile 410) yıllarında yaşayan Budha (Siddhartha Gautama) tarafından kurulmuştur. Koreli ve Çinli misyonerlerle japonya’ya yayılmış. Bu coğrafya’da Çin, Hindistan, Moğolistan, Kore, Japonya, Singapur, Honkong gibi ülkelerde yaygın dindir. Bu inanca göre doğru yolu bulmak için insanın bir aracıya ihtiyacı yok, kendi kendine pek çok bilgiyi elde edebilir ve doğru yolu bulabilir. İnsana ait ne kadar güzel özellik varsa bütün bunları elde edebilir ve 3 aşamaya ayrılan insanın olgunluk derecesinin sonuncusu Nirvana’dır. Nirvana ulaşılabilecek en son olgunluk noktasıdır. Kişinin bu noktaya ulaşması için çok çalışması gerekir ki bunların içinde birinci sırada Budha’nın yazdığı 6000 sayfa civarındaki kitapların okunması gelir. 10 cilt olduğu söylenen kitaplarda iyi ve kötü özellikler ve nelerin yapılıp nelerin yapılmayacağı yazıyor. Budha yaşadığı dönemde din adamlarına karşı durmuş, ibadetlerine, dualarına, onların yardımı olmadan da doğruyu bulabileceğine inanmış ve bulduğunu göstermeye çalışmış. Bu noktada Budha’nın çok bilgili biri olduğuna inanılıyor. Budistler Budha’nın daha önce başka insanlar olarak dünyada yaşadığına inanıyorlar. Yani farklı bedenlerde daha önceki yıllarda yaşamış Budha. Buna inanmalarının sebebi de Budha’nın önceki hayatlarını hatırlıyor olması ve insanların onu dinlediklerinde şaşırmaları ve bu insanların hayatını nasıl bilebildiği şaşkınlığı ile Budha’nın etrafındaki insanlar onun dediklerine inanıyor ve onun cemaati oluyorlar. Budist toplumlarda bu tür hikayeler çok fazla var. Örneğin küçük çocuklar başkalarının hayatlarını anlatıyorlarmış, bu hikayeler de toplumda yaygın olarak var. Uzak Asya’da Budizm inanışında bu inanç var ve pek çok örnek hikaye de mevcut. Reenkarnasyon da diyebileceğimiz bu inancın savunucularını ruhçu olarak niteleyebiliriz. Bu insanlar, Ruh’un ölmediğine ve bedenden ayrılıp başka bir bedene girdiğine inanıyorlar. Bu şekilde de önceki yaşantılarını unutmuyorlar ve hatırlıyorlar. Ruhun gezginliği devam ediyor. Bir bedenden diğer bedene.

Aslında bu konu dinlerin içerisine girmiş ve dini inançlara dönüşmüş bir konu. Bir Myanmar'lı Budist'ten de öğrendiklerim bunlardan ibaret. Yorum yapmadan anlatmaya çalıştım.

Niye yaptıysam!?
Herhalde paylaşmak için...