Mesajı Okuyun
Old 04-01-2008, 10:23   #6
ali ekmekçi

 
Varsayılan

T.C.
Y A R G I T A Y
Hukuk Genel Kurulu
E: 2005/10-364
K: 2005/390
T: 15.06.2005

Taraflar arasındaki "tesbit" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; A. 1. İş Mahkemesince davanın reddine dair verilen 30.12.2003 gün ve 2003/834-1421 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 18.5.2004 gün ve 2004/1642-4437 sayılı ilamı ile,
(...Dava sonucu itibarîyle; davacıya, Sosyal Sigortalar Kurumundan yaşlılık aylığı almakta iken vefat eden eşi üzerinden aynı Kurumca ölüm aylığı bağlanması gerektiğinin tespiti ile aksine Kurum işleminin iptali istemine ilişkindir.
Davada uyuşmazlık konusu olan husus ise; 506 sayılı Kanuna tâbi pasif sigortalı nikâhlı eşini kasden öldüren davacıya, aynı Kanun kapsamında eşinden dolayı ölüm aylığı bağlanıp bağlanamayacağı, bir başka anlatımla murisi sigortalıyı kasden öldüren davacının bu nedenle mirastan yoksun bırakılmasının; Sosyal Sigortalar Kanununda düzenlenen sosyal sigorta hakları kapsamında, ölüm sigortasından eş olarak hak sahipliği sıfatını kazanmasında önleyici nitelik taşıyıp taşımadığı konusundadır.
Bu yönde; öncelikle, 506 sayılı Kanundaki sosyal sigorta haklarından bu bağlamda ölüm sigortası yardımlarından olan ölüm aylığından yararlanmada "mirasçı" değil "hak sahibi" sıfatı önem taşımaktadır.
Türk Medeni Kanunun 578. maddesi hükmünde; "murisin kasten ve haksız yere öldürülmesi veya öldürmeye teşebbüs edilmesi" mirastan yoksunluk nedenleri arasında öngörülmüşse de, Medeni Kanun; muris ile mirasçı ilişkilerini bu ikisi ile sınırlı biçimde ve murisin mal varlığı açısından düzenlenmektedir.
Öte yandan, 506 sayılı Kanun kapsamında; sosyal sigorta yardımlarından yararlanacak hak sahiplerinin kimler olduğu, hak sahiplerinin gelir yada aylık bağlanması hakkından yararlanmalarını önleyen ve ilerde bu yararlanmayı kaldıran nedenler, anılan Kanunun emredici nitelikteki ilgili maddelerinde sınırlı ve sayılı biçimde ayrı ayrı düzenlenmiştir.
Hâl böyle olunca da; 506 sayılı Kanun kapsamında, sosyal sigorta yardımlarından yararlanma koşullarını (hak sahipliğine ilişkin olanlar da dahil olmak üzere) taşıyanlar bakımından, miras hukukuna göre mirası reddetmenin mirasçılıktan çıkarılmanın, hak sahipliği niteliğini etkilemeyeceği açıktır.
Kaldı ki, "Kişilerin sosyal güvenlik hakkından yoksun bırakılmaması" Sosyal Güvenlik Hukukunun temel ilkelerinden olup, bu ilke; anayasal niteliği ve insan yaşamına ilişkin bulunduğu gözetildiğinde, "hiç kimsenin kendi kusurundan yararlanamayacağı" ilkesine karşı belirli bir üstünlük ve uygulama önceliğine sahiptir.
Davada somutlaşan olayda da; davacı, Sosyal Sigortalar Kurumundan yaşlılık aylığı almakta olan nikâhlı eşini maruz kaldığı ağır tahrik sonucu kasden öldürmüştür.
506 sayılı Kanun kapsamında ölüm sigortası yardımlarından bu bağlamda ölüm aylığından yararlanma koşulları aynı Kanunun 65 ve devamındaki madde hükümlerinde sınırlı ve sayılı biçimde öngörülmüş olup, sigortalının ölümü ile dul kalan kadın eşe ölüm aylığı bağlanabilmesinin koşulu; sigortalı ile aralarında yasal bir evliliğin mevcut olmasıdır. Dul eşe bağlanan ölüm aylığının devamı içinde tekrar evlenmemesi gerekli ve yeterlidir. Bu yönde; Medeni Kanunun 578. maddesi hükmünde sıralanan mirastan yoksunluk nedenlerinin, 506 sayılı Kanun kapsamında ölüm aylığına hak kazanmayı önleyici nitelik taşıdıklarından söz etmek mümkün değildir.
Hâl böyle olunca da, davacı eş yönünden ölüm aylığına hak kazanma konusunda; ölen sigortalıya ilişkin koşullar yanında 506 sayılı Kanunun 68. maddesi hükmünde hak sahipliğine ilişkin olarak
2005/10-364-390 -2-

öngörülen koşullarında gerçekleşmiş bulunması nedeniyle ve yine yukarıda açıklanan hukukî esaslar çerçevesinde davanın kabulü gerekirken yazılı biçimde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O hâlde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır...)
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN: Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
A-Davacının isteminin özeti; Davacı vekili, ölen eşinden dolayı davacıya bağlanan ölüm aylığının, eşini öldürmüş olduğu nedenle kesilerek ödenen aylıkların iadesinin istenmesine karşın, öldürme olayının sigortalının ağır tahriki nedeniyle meydana geldiğini belirterek; "... davacıya, eşinden ötürü 506 sayılı Kanunun 66/A maddesi uyarınca ölüm aylığı bağlanması gerektiğinin tespitine ve o tarihten itibaren ödenmemiş aylıkların iadesine karar verilmesini" istemektedir
B-Davalının cevabının özeti; Davalı vekili, davacıya eşini öldürdüğünü beyan etmemesi nedeniyle aylık bağlanmasına karşın, eşini kasten öldürdüğünün anlaşılması üzerine bu aylığın kesilerek, iadesinin istendiğini, eşini kasten öldüren davacının hak sahibi olamayacağı, bu nedenle de Kurum işleminin hukuka uygun olduğunu savunmaktadır.
C-Yerel Mahkemenin kararının özeti; Yerel mahkemece, davacının kocasını kasten öldürdüğü, bu durumda davacının hak sahibi olamayacağı, Kurumca mevzuat çerçevesinde yürütülen işlemlerin hukuka uygun olduğu gerekçesi ile "davanın reddine" karar verilmiştir.
D-Temyiz evresi Bozma ve direnme; Hüküm, davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece yukarıya aynen alınan gerekçeyle bozulmuş, yerel mahkeme bu bozmaya karşı özetle "davacı, her ne kadar üzerine atılı suçu ağır tahrik altında işlemişse de, kanunlarca suç sayılan adam öldürme eylemi sonucu hak elde etmesi, ister Anayasamızdaki sosyal devlet ilkesine, isterse sosyal güvenlik hukukunun genel ilkelerine dayandırılarak açıklanmaya çalışılsın, yaşam hakkının en temel hak olması ve hiç kimsenin kendi kusurundan yararlanamayacağı ilkeleri karşısında savunulamayacağını, 506 sayılı Kanunda hak sahibi eşin sigortalıyı kasten öldürdüğü durumlarda ölüm aylığı bağlanıp bağlanmayacağı konusunda yasal bir boşluk bulunduğunu, bu boşluğun doldurulurken, sosyal güvenlik hukukunun genel ilkelerinin yanında hakkaniyet ve iyiniyet kuralları da göz önünde bulundurulmasının gerektiğini..." belirterek direnme kararı vermiştir.
E-Maddi Olay: Davacı, yaşlılık aylığı almakta olan eşini, ceza mahkemesi kararında saptandığı üzere ağır tahrik sonucu kasten öldürmüş olup, davacı eşe bağlanan ölüm aylığı bu durumun fark edilmesi üzerine kesilmiştir.
F-Gerekçe; Ölüm sigortasından hak sahiplerine aylık bağlanabilmesi için 506 sayılı Kanunun 66. maddesinde sigortalıya ilişkin belirtilen belli süre sigortalı olma ve prim ödeme koşullarının gerçekleşmesi yanında, 68. madde ile bu aylıktan yararlanacaklar için bir takım olumlu ve olumsuz koşullar aranmaktadır.
Yerel mahkeme ile Yüksek Daire arasındaki uyuşmazlık; dul eşin ölüm aylığı alabilmesi için sigortalının ölümü, prim gün sayısı ve sigortalılık süresi dışında başka koşulların da gerekip gerekmediği, diğer bir ifadeyle sigortalı eşini kasten öldüren davacıya ölüm aylığı bağlanıp bağlanmayacağı noktalarında toplanmaktadır.
506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun ölüm sigortası kolundan eş ve çocuklara aylık bağlanmasını düzenleyen 68. maddesi hükmü "Ölen sigortalının aylık bağlanmasına hak kazanan kimselerine aşağıdaki hükümlere göre aylık bağlanır" ifadesine yer verdikten sonra, eş ve çocukların şahsında aranan diğer koşullar sıralanmış, bu kapsamda da dul eşe ölüm sigortası kolundan aylık bağlanacağı ve bu aylığın tekrar evlenme ile sona ereceği belirtilmiştir.


2005/10-364-390 -3-

Bu noktada çözümlenmesi gereken, aylığa "hak kazanma" olgusunun, eşini kasten öldüren davacı eş yararına gerçekleşip gerçekleşmediğidir. Bu konuda, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ayrı bir düzenleme öngörmemiş olup, Bu nedenle sorunun çözümünde genel hükümlerden yararlanılması gerekmiştir.
Konuya açıklık getirebilmek için mirasçılıkla ilgili Medeni Kanun hükümleri ve sosyal güvenlik mevzuatının "hak kazanma" olgusuna yaklaşımlarının irdelenmesi gerekmektedir.
Mirastan yoksunluk sebeplerini düzenleyen Türk Medeni Kanununun 578. maddesi (eski 520. madde) miras bırakanı kasten ve hukuka aykırı olarak öldüren veya öldürmeye teşebbüs edenlerin mirasçı olamayacakları gibi; ölüme bağlı tasarrufla herhangi bir hak da edinemeyeceklerini hükme bağlamıştır.
5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunun "Dul ve Yetim Aylığının Bağlanmıyacağı" halleri düzenleyen 77. maddesi hükmünde de;
"Aşağıda yazılı hallerde dul ve yetimlere aylık bağlanmaz:
a) Kendisinden aylık bağlanacak, iştirakçiyi veya emekli, adi malüllük, vazife malüllüğü aylığı alanı;
Kasten ve haksız yere öldüren veya öldürmeye teşebbüs edenlere veya bu kanun gereğince adi malül sayılacak hale getirenlere;" düzenlemesine yer verilmiştir.
Türk Medeni Kanununun 578. maddesinde sayılan mirastan yoksunluk nedenleri ve bu düzenlemeye koşut bulunan 5434 sayılı Kanunun 77. maddesi sosyal güvenlik hukuku alanında da evrensel hukuk ilkeleri arasında yer alan "hiç kimsenin kendi kusurundan yararlanamayacağı" ilkesinin gözetilmesini zorunlu kılmakta, sigortalının kasten öldürülmesi halinde, 506 sayılı Kanunun 68. maddesinde öncelikle aranan "ölüm aylığına hak kazanma" olgusunun gerçekleşmediği sonucunu ortaya koymaktadır. Aksine düşünce, yasa koyucunun temel kavramlar yönünden sosyal güvenlik kurumları arasında farklılık yaratmak istediği sonucunu ortaya koyacaktır ki, bu durumda buna ilişkin düzenlemeye yasa metninde açıkça yer verilmiş olması gerekirdi.
Yukarıda açıklanan yasal ve maddi olgular karşısında, delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanması gerekir.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçelerle ONANMASINA ve gerekli temyiz ilam harcı peşin alınmış olduğundan başkaca harç alınmasına mahal olmadığına 15.06.2005 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY GEREKÇESİ

Uyuşmazlık, davacının sigortalı eşini ağır tahrikle öldürmesi nedeniyle ölüm aylığına hak kazanıp kazanamayacağı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlıkta birinci derecede dayanılan yasal dayanak Sosyal Sigortalar Kanunun 66 maddesidir. Söz konusu madde ölüm sigortasından aylık bağlama koşullarını vermektedir. Bu koşullar arasında eşini öldüren hakkında bir düzenleme bulunmamaktadır.
Bu durumda ortada bir kanun boşluğu bulunmaktadır. Kanun boşluğunun bilinçli bırakılıp bırakılmadığı ya da kanun boşluğunun yargıç tarafından nasıl doldurulacağı konusuna girmeden önce uyuşmazlığın hangi hukuk zemininde çözüleceği araştırılacaktır.
Kanaatimizce sorun bir sosyal güvenlik sorunudur. Beveridge raporuyla toplumun bireyi olmak sıfatı sosyal güvenlik için yeterli kabul edilmektedir. 1982 Anayasasının 60.maddesinde herkesin sosyal güvenlik hakkına sahip olduğu vurgulanmıştır. Keza İnsan Hakları Evrensel Bildirisinin 22.maddesi "Her Kişinin toplumun üyesi olarak, sosyal güvenlik hakkına sahip olduğu "ilkesini koymuştur. 104 sayılı Sözleşme, Avrupa Sosyal Şartı Avrupa Sosyal Güvenlik Kodu ve Avrupa Sosyal Güvenlik Sözleşmesi söz konusu ilkeyi geliştirici rol oynaması sonucu SOSYAL GÜVENLİĞİN ÇAĞDAŞ EĞİLİMİ doğrultusunda temel bir insanlık hakkı olarak belirlenmiştir.
İkinci bir hukuk kaynağı olarak yararlanılan miras hukuku, kişinin mal varlığı ile ilgili özel hukuk ilişkilerini düzenleyen hukuk alanıdır.
Sosyal Güvenlik Hukukununda Devlet olumlu edim yüklenmesi nedeniyle taraftır. Miras Hukukunda ise Devletin doğrudan bir edim yükümlülüğü bulunmamaktadır. Taraf değildir. Kişi özgürlüğü esastır.
Kimse kendi kusurundan yararlanamaz ilkesi hukukun bir genel ilkesidir. Özellikle hukuki bir özdeyiş bir mantık ilkesidir. Kanun boşluğu doldurmada kullanılan bir yöntemdir. Ancak bu yapılırken yargıç, ÇELİŞKİSİZ KURAL KOYMA İLKESİNİ SARSMAMALIDIR. Başka bir anlatımla Kanunun ana yapısını bozmamalıdır.
İkinci sorun Kanun koyucu kanun boşluğunu bilinçli mi bırakmıştır. 506 sayılı Kanunun birinci maddesi Kanunun amacını belirlemiştir. Buna göre; "İş Kazalarıyla meslek hastalıkları, hastalık, analık, malüllük, yaşlılık ve ölüm hallerinde bu kanunda yazılı şartlarla sosyal sigorta yardımları sağlanır" 506 sayılı Kanunun 66.maddesinde uyuşmazlığı davacı aleyhine çözecek bir koşul yoktur. Kanun koyucu söz konusu kanunun bir çok maddesinde 26,27 vs. kasıd ve kusurdan söz etmiştir. Dolayısıyla bir hakkın kısıtlanamayacağına veya ortadan kaldırılmasına ilişkin birçok madde düzenlemiştir. Şu durumda yasa koyucunun söz konusu boşluğu bilinçli bıraktığı daha doğru düşüncedir.
Ölüm olayının yaşama haklarını ortadan kaldırdığı doğrudur. Bunun karşılığı ceza hukukunun konusudur. Sosyal güvenlik hakkı ise bağımsız bir hukuk alanıdır. İnsanı hedefler. İhtiyaç halindeki herkesi kapsamalıdır.
Kaldı ki somut olayda davacı eşini ölüm aylığı almak için öldürmemiştir. Ağır tahrik altında öldürmüştür. Miras Hukukunun ve hukukun genel kurallarının uygulama alanı bulunmamaktadır. Başka bir anlatımla İKİNCİ DERECEDE HUKUK KAYNAĞINA DAYANILAMAZ düşüncesiyle Yüksek Özel Dairenin davacının ölüm aylığını hak edeceği görüşüne katılmaktayım.