Mesajı Okuyun
Old 09-12-2007, 07:11   #14
fikirbay

 
Varsayılan hepimiz gerçeğin farkındayız, ama...

Örneğin; “kamu yararı ve hizmet gerekleri” ölçüsü idari davalarda kullanılması gereken “olmazsa olmaz” bir ölçüdür. Kamu yararı ve hizmet gerekleri ölçüsü, hakimin takdirine bırakılmış ve re’sen kullanılan bir ölçü değildir. Dava konusu bir idari işlemin hukuka uygunluğunun denetimi sırasında, hakim, davayı kamu yararı ve hizmet gerekleri açısından “isterse inceler, istemezse incelemez” demek mümkün değildir. Hakim, dava konusu işlemin kamu yararı ve hizmet gereklerine uygun olup olmadığını mutlak surette incelemek, bu yönden bir karara varmak ve hüküm kurmak zorundadır. Kamu yararı ve hizmet gereklerine aykırı bir işlemin hukukiliğinden söz edilemeyeceği tartışmasızdır. O halde, dava konusu bir işlemin “kamu yararı ve hizmet gereklerine aykırılığı aşikar ise” o işlemin iptali gerekir. Böyle bir işlem iptal edilmiyorsa eğer, kamu yararı ve hizmet gereklerine aykırı uygulamalara göz yumuluyor demektir ki, bu hiçbir hakimin yetkisinde değildir ve TÜRK MİLLETİ ADINA böyle bir karar verilemez. Kamu yararı dışında bir yarar ve hizmet gerekleri dışında bir gereklilik kabul görebiliyorsa eğer, adalet mülkün temeli olmaktan çıkmış ve idare hukukunun temel kavramlarına ihanet ediliyor demektir. Bu durumda da yargılamanın adil ve tarafsız olduğundan söz edilemez. Dava konusu işlemin kamu yararı ve hizmet gereklerine uygunluğunu kararda irdelemeyerek gerekçesiz ve şablon bir kararla davayı sona erdirmek bir İDARİ HUKUK SKANDALI yaratır. Yaratılan haksızlık ve hukuksuzluğu halkın anlamadığını ve tavassutlu subjektif kararlar karşısında halkın çaresiz olduğunu zannetmek gaflet ve dalalet belirtisidir. Daha da vahimi, bizzat hukukçuların (hakimlerin), adaletin ve dolayısıyla mülkün temeline dinamit koyması, gaflet ve dalalet değilse eğer, bu ülkeye ve bu halka İHANETTİR.

Bireylerin hakları korunamıyorsa, idarenin hukuksuzlukları engellenemiyorsa ve hiçbir caydırıcılığı yoksa, neden hukuka bağlı yaşamamız gerektiğini ve adaletin yerini bulmasını temin edemeyen bir mekanizmaya hangi nedenle ihtiyaç duyulacağını sorgulamak gerekir. Devleti, kendi halkına karşı korumak da ne demektir? O Devleti kuran ve gerektiği şekilde koruyan o halktır. Ceberut Devlet mekanizması kullanılarak, halkı yıldırmak ve Devleti koruyorum görüntüsü altında fiiliyatta bozuk düzenin ve oligarka teslim edilmiş anti demokratik bir rejimin kangren olmuş hastalıklarını korumak mülkün temeline hizmet değildir. Yönetim erki halktan kopuk ise ve Devletin korunması adı altında esasen halktan kopuk bir yönetim sınıfının çıkarları korunuyorsa adalet mülkün temeli olmaktan çıkar.

Böyle bir düzende, akıllı bir avukat, elbette birkaç müvekkili için düzenin derinliğinde boğulmak istemeyecektir ve böyle durumlarda müvekkili aldatmak veya oyalamak daha evladır. Akıllı ve fiili durumu iyi bilen hiçbir avukatın, sırf adalet yükselsin diye, tek bir müvekkil için kendini yakacağını zannetmem. Böyle hallerde, müvekkile sezdirmeden, avukatın mevcut düzenle ve fiili işleyiş ile sessiz mutabakata girebileceğini öngörebilmek bir uzak görüşlülük değildir.

Aslında hepimiz herşeyin farkındayız ve samimi olmadıkça muhtelif rollere soyunmamızın geyikten öteye pek de bir anlamı yok.