Mesajı Okuyun
Old 11-02-2007, 17:11   #4
Hekimbaşı

 
Varsayılan Başlığı kaybettim ama uygun yer burası herhalde

Sn.Katılımcılar,


NOT: Bu yazıyı Kadın Hakları Forumu' nda 'Kürtajda Eşin Rızası' diye bir başlık için
hazırlamıştım, fakat kayboldu? Ziyan olmasın diye bu başlığa koyuyorum. Nitekim
burada da eşin rızasına ilişkin birkaç gönderi var.

Hukukçu olmadığım için, sadece düşüncelerimi belirtecek, yasalarda nelerin nasıl yer
almasını beklediğimi dile getireceğim. Yani, bu yazıyı sanki siz yasama organında
bir görevliymiş, ben de size bir dilekçe yazmışım gibi okumanızı isterim. Yoksa
konunun yasalarla veya uygulama usulleriyle ilgili yönlerini tartışmak benim için
mümkün değil. Kadın hakları veya hasta hakları olarak değil, felsefi bir bütün
olarak ele almaya çalışacağım.

GİRİŞ
=====
Konuya üç açıdan yaklaşılabilir:

1. Çocuğun kadın ve erkeğin ortak ürünü olduğu
2. Çocuğun kadın vücudunda taşındığı
3. Çocuğun toplumun geleceği olduğu

Bunların ardından olağan dışı durumlara ilişkin çözümlere eğilmek gerekir. Örneğin
ensest ilişki, tecavüz, taşıyıcı annelik, biyolojik ana ve babalık, vs ...

1. Ürün ortak olduğuna göre, her iki tarafın da ürün üzerinde eşit hakları olmak gerekir;
çünkü biri olmadan diğeri yalnız başına bu ürünü ortaya çıkartamaz. Bu açıdan bakıldığında,
kadının isteği, erkeğin de onayı olmadan istemli düşük yapılamaz.

2. Öte yandan, çocuğu 9 ay karnında taşıyan kişi kadındır. Vücut onun vücududur ve üzerinde
her türlü tasarrufu yapabilir. Bu açıdan bakıldığında, istemli düşük için kadının isteği
yeterlidir, erkeğin onayı hiç de gerekmez. Fakat burada ince bir çizgi olması gerektiği de
açıktır: kadın, gebe kalma olasılığını bilerek ve isteyerek ilişkiye girmiş ise, erkeğin
onayının alınmasını isteme hakkı doğmaktadır. Dolayısıyla, erkeğin onayının aranması
koşullarını bu çerçevede ele almak gerekir.

3. Çocuk, anne ve babası olmadan da, belli süre dışarıdan destekle hayatını sürdürerek
topluma katılacak bir bireydir; bu nedenle, aslında sadece ana ve babanın istekleri
doğrultusunda değil, toplumun istek ve beklentileri doğrultusunda olaya yaklaşmak gerekir.
Bu açıdan bakıldığında, istemli düşük bir hak olamaz, toplumun onayına tabi bir işlem
olmalıdır. Bu onayın önkoşulları toplumdan topluma ister istemez farklılık gösterecektir.
Fakat, bu onay verilirken (1) ve (2) nin de gözönünde tutulması gerekir.

TOPLUMSAL ETKİLER
=================
Önce yanlız yaşayan bir çifti düşünelim. Onların verecekleri kararda (3) bir etken olamaz,
çünkü ne yaptıklarını kimse bilmemektedir. Fakat, gayet açıktır ki, (2) daha ön planda
olacaktır. Kadın erkeği bırakıp gidebilir durumdaysa, erkeğin değil onayı, haberi bile
olması gerekmez. Elbette, burada haklar değil, fiili durumdan söz ediyoruz.

Ancak, hem erkeğin, hem de kadının bu konudaki istek veya onayları asla sadece kendi özgür
iradelerinden ibaret olmayacaktır. Onları da doğuran, büyüten birileri olmuştur. Hayatlarının
herhangi bir döneminde bu konuda gözlemci olabilmişlerse, iradeleri ister istemez o gözlemler
çerçevesinde oluşacaktır. Yani, toplumun etkisi yine olacaktır, ama ihmal edilebilir miktarda.

Çiftimizi bir topluluk içerisinde düşünmeye başlarsak; ki günümüzde fiziksel olarak topluluk
içinde yaşıyor olmasalar bile, insanları eğitimle yönlendirmekle kalmayıp bir de yasalarla
bağlamakta olduğumuzdan; toplumun etkisi ve / veya baskısı özgür iradeden daha bile baskın
hale gelebilir; özellikle inançların koşullandırmaları çok güçlü olmaktadır. Çocuk, tüm tek
tanrılı dinlerde ana rahmine düştüğü andan itibaren tanrının nimeti olarak görülmektedir.

Dolayısıyla, toplumsal etkiler
1. Ailenin görüşleri
2. Çevrenin görüşleri
3. İnançlar
4. Yasalar
olarak özetlenebilir. Bu etkiler hep aynı yönde olabileceği gibi, birbirinden farklı yönlerde
olmalarına bir engel de yoktur. Özellikle göçler, farklı dine mensup insanlar arasında yaşama
gibi hallerde farklılıktan öte, çatışma bile olabilir.

GÖRÜŞLERİM
==========
DÜŞÜK - DOĞUM KONTROLU - ÜÇÜNCÜ ŞAHISLARLA İSTEMLİ BİRLİKTELİK (ALDATMA)
------------------------------------------------------------------------
Bana sorarsanız, çocuk annenin vücudunda taşındığı için o kabul etmeden düşük asla yapılamaz.
Ama bu işlem sadece annenin isteğiyle de yapılmamalıdır. Toplumun olaya bakışı yaptığı
düzenlemelerde kendini gösterir. Çocuğun toplumun malı olduğu görüşü ne derece ağır basıyorsa,
istemli düşüğe o kadar dar alan tanınmaktadır. Babaya ne kadar hak tanındığı da toplumun
yapısına bağlı olarak değişmektedir.

Ancak, genellikle gözardı edilen bir nokta vardır: çocuk, doğana dek ayrı bir varlık niteliği
taşımaz. Zaten bu nedenle ana rahmine düştüğünde değil, ana rahminden çıktığında nüfusa
kaydedilir. Dolayısıyla, çocuğun ana rahmindeki durumu ve doğana dek başına gelecekler
konusunda ister istemez, sadece müstakbel ana ve baba yetkin olacaktır. Ayrı bir birey
olmamasından dolayı, çocuğun hakkından söz etmek de mümkün olamaz.

Bir başka çok önemli nokta, erkek ile kadının bir aile kurmak üzere akitlerinin varlığıdır.
Bu akit, her iki taraf için çocuklar açısından da bağlayıcıdır. Aktin doğal sonuçlarından
biri de çocuk sahibi olmaktır ve aksi özellikle belirtilmediği sürece ana rahmine düşen
çocuklar bu aktin ürünleri sayılmak gerekir. Taraflardan herhangi biri bu ürün üzerindeki
haklarından feragat etmedikçe diğerinin kendi başına tasarrufu söz konusu olamaz. Burada
gerçek babanın kim olduğundan çok, aile kurma aktini yapan erkek önem taşır. Taraflar
doğrudan çocuk nedeniyle akti sonlandırmaya kalkışmadıkları sürece de, biyolojik babanın
kim olduğunun önemi yoktur ve araştırılmasına dahi izin verilmemelidir.

Çocuğun istemli düşükle ortadan kaldırılması için verilecek karar da aynı bakışla
değerlendirilmeli, kadınla birlikte yaşayan erkeğin onayı mutlaka aranmalıdır. Bu onayın
alınması sırasında erkeğin çocuğun kendisine ait olup olmadığını araştırma hakkı vardır,
fakat kadının veya üçüncü tarafların böyle bir istemi olamaz. Kadın, ancak akti sonlandırmak
üzere yola çıkmışsa, erkek istemediği halde araştırma yaptırabilir. Çocuğun kime ait olduğu
sorusunun yanıtı kadın açısından zaten çoğu zaman bellidir, fakat belli olmadığı hallerde
de, akti sürdürecekse, çocuğun birlikte yaşadığı erkeğe ait olacağını akitle kabul etmiştir,
böyle bir araştırmayı istemek hakkı yoktur.

Erkeğin istemli düşük kararını onaylamadığı, ama kadının istediği hallerde ne olacaktır?
Kadın akti bozmadığı sürece düşüğe izin verilemez. Benzer mantıkla, kadın bu onayı almadan
düşük yaparsa, erkek tarafından akti bozmuş sayılabilir. Aynı nedenle, taraflardan birinin
diğerinin haberi ve onayı olmaksızın doğum kontrol yöntemi uygulaması da aktin feshine
yol açan bir neden olmalıdır. Elbette, aktin düzenlenebildiği toplumlarda taraflar çocuk
konusunu karara bağlamış olabilirler, o zaman o kararlar geçerli olacaktır.

Ayrıntısını bilimiyorum, belki sadece asparagas haber ve dizi abartmasıdır, fakat bazı
ülkelerde biyolojik baba hakları genişletilmektedir. Bunun kabul edilebilir bir tarafı
yoktur. Akitle bağlı taraflar akti bozmadıkları sürece çocuğun babası tek olmalıdır. Ancak
onlar isterse biyolojik babalık hakkı olabilir. Elbette bunun bir istisnası, çocuğun aktin
tarafları biraraya gelmeden önce dünyaya gelmiş (ana rahmine düşmüş değil) olması ve
anne tarafından durumun biyolojik babadan saklanmış, babanın kasten haberdar edilmemiş
olmasıdır. Fakat babalık haklarından bağımsız olarak, biyolojik babanın çocuğu mirasına
konu etmesine de engel olunmamalıdır. Ancak, biyolojik baba buna mecbur da edilemez.

TECAVÜZLER (IRZA)
----------
Kişinin isteği dışında, fiziksel veya ruhsal anlamda zor kullanılarak gerçekleştirilmiş
cinsel eylemlere tecavüz diyoruz. Reşit olmayanlarla kurulan cinsel ilişkiler ve ensest
ilişkiler de bir anlamda tecavüz sayılıyor. Bu eylemlerin kendisi ayrı, sonucunda ortaya
çıkabilecek gebeliklerse ayrı şeyler. Eylemi gerçekleştireni elbette cezalandıracağız,
fakat mağdura ve istem dışı ortaya çıkan ürüne ne yapacağız? Onlara yapacaklarımızın da
ceza niteliğinde olmaması, tam tersine, faili var eden toplumun kusurlarını affettirecek
nitelikte olması gerekir.

Ortada bir akit olmadığı için, erkeğe ürün üzerinde hiçbir hak tanınamaz. Öte yandan,
sorumluluk yüklenebilir, hatta manevi olanlar hariç tüm sorumluluklar ona yüklenmelidir.
Örneğin, muayene, izlem, işlem ve tedavi masrafları erkeğe ödetilmelidir, hatta bu işler
için devlet kurumlarınca yardım olarak ücretsiz yapılanlar da dahil. Eğer kadın çocuğu
doğurmak yönünde karar verirse, nafaka almaya hak kazanmalıdır. Elbette, bu nafakayı
talep etmesi kadının tecavüz nedeniyle doğan tazminat hakkını ortadan kaldırmamalıdır.
Talep edilen nafakanın tahsili ve kadına ulaştırılması sırasında kadının eylemi
gerçekleştiren erkekten korunması için gerekli her türlü gizlilik sağlanmalıdır. Eğer
erkeğin maddi durumu bu yükümlülükleri yerine getirebilecek düzeyde değilse, ceza
orantılı miktarda arttırılmalı, ceza sırasında erkek çalıştırılarak geliri kadına
verilmelidir. Bu maddi yükümlülükler sona ermeden erkeğin cezası bitmiş sayılamaz.
Ayrıca, anne isterse, erkek babalık haklarından da ömür boyu mahrum bırakılmalıdır.

Peki, bu durumlarda gebeliği sonlandırma yetkisi tümüyle kadında mı olacaktır? Kadının
ruhsal durumu bu kararı almaya uygun olduğu taktirde evet! Ancak, elbette kadının ruhsal
durumu tehlikesiz bir müdahale yapılabilecek süre içerisinde düzelmeyebilir. O zaman ne
yapmak uygun olacaktır? Benim önerim; yasaların yukarıda sıralanan aile, çevre ve inanç
gibi toplumsal etkenleri göz önüne alan bir düzenleme yapmasıdır. Gerekirse devlet bu
tür durumlardaki çocuklar için evlatlık, bakıcı aile benzeri şeyler önerebilmelidir.

Son haline bakmadım, fakat bizim yasalarımız benim bu görüşlerim açısından çok yetersiz
bir yapıdaydı. Örneğin, kadının çocuğu o ya da bu nedenle doğurmayı seçebileceği hiç
gözönüne alınmadığı için, işin maddi yönleri konu edilmiyordu. Ayrıca, tecavüz eden
evlenmeyi teklif, edilen de kabul ederse, konu kapatılıyordu. Böyle yaklaşımlar yapanın
yaptığının yanına kalması anlamına geliyor, ki kabul edilemez. Bu fiili yapmış insanı
bir süre bir yere kapatmakla iş çözülmüş olmuyor ki! Madem toplum ona bu fiilinin
sonuçlarını öğretememiş, verilen ceza ile bu yönde adım atmalı, sorumluluklarını
kavratmalıdır. Kadının şikayetini geri çekmesi halinde davanın düşmesi de inanılmaz
bir durumdu.

Elbette, aynı cinsten insanların birbirine cinsel tasallutta (umarım doğru kullanmışımdır)
bulunmaları da tecavüzdür. Ama Allah' tan bunun sonucunda gebelik olmuyor ve konumuz
dışında. Öte yandan, çok yakın zamanda 'istem dışı dölleme' diye bir suç da ortaya
çıkacak, ve bunun faili pekala aynı cinsten olabilir. Bence yasalarımızı hazırlarken
buna da şimdiden önlem düşünmeliyiz.

Kadınların erkeklere tecavüzü ise (reşit olmayanlar hariç) bir efsane veya cinsel fantezi
gibi görünmekle birlikte, mümkün. Hapla, sarhoş edip kendinden geçirerek normal erkeklere,
zorlamayla da fiziksel açıdan zayıf erkeklere pekala yapılabilir. Özellikle maddi açıdan
zengin ailelerden erkeklere yapılması muhtemeldir. Peşinden bir babalık davası açılarak
menfaat elde edilmek hedeflenebilir. Buna benzer olarak, erkeğin aldığı koruma önlemini
etkisizleştirerek veya koruma altında olduğunu belirterek erkeği kandıran ve özellikle
gebe kalma isteğiyle ilişkiye giren kadınlar da söz konusu olabilir. Bir başka yöntem
de, belli süre içerisinde erkeğin menisini çalarak kullanmak olabilir. Çevre koşulları
nedeniyle bu sürenin çok kısa olması ve canlı sperm adedinin hızla düşmesi nedeniyle
başarılı olması oldukça güç de olsa; teorik olarak mümkündür. Bunlar, kanıtlanması
çok zor olaylardır. Ama tecavüzdeki yaklaşımlara benzer yaklaşılması gerekir.

Yani, bu gibi durumlarda da ürün üzerindeki hak tamamen erkeğe ait olmalıdır. Gerçi çocuk
doğmadan önce ortaya çıkartmak failin aleyhine olduğu için, düşüğe konu edilmesi pek
olası değildir; ama böyle bir durumda kadının rızası olmasa dahi, mahkeme kararıyla
çocuğun cebren alınması yoluna gidilebilmelidir. Öte yandan, çocuk doğduktan sonra
babaya hiçbir sorumluluk düşmemesine özen gösterilmeli, mirasına dahil edip etmemekte de
özgür bırakılmalıdır.

EVLİLİK DIŞI BİRLİKTELİKLER
---------------------------
Ortada ne evlilik akti, ne de tecavüz olmadığı durumlarda ortaya çıkan gebelikleri iki
bölümde ele almak gerekir: istemli ve istemsiz. İstemsizi de nereden çıktı diyebilirsiniz.
Aslında cevabı yukarıda mevcut. Ama yeni bir sistematikle bakmakta yarar var.

Taraflar birlikte olmayı isteyebilir, fakat gebeliği istemeyebilir. Gebeliği istemedikleri
için önceden önlem almayı kararlaştırmış oldukları halde biri diğerinden gizli olarak
korunmaktan imtina etmiş olabileceği gibi, önlem aldıkları halde gebelik gerçekleşmiş,
taraflardan biri önceden almış oldukları karardan vazgeçmiş olabilir. O halde, sadece
gebeliğin istemli veya istemsiz olması değil, bir de gebeliğin devamına ilişkin istekler
önem taşır.

Burada gebelik akit olmadan ortaya çıktığı için, kimsenin çocuğu istediği varsayılamaz.
Eğer iki taraf da biliyor ve istemiyorsa, mesele basittir, düşük yapılmalıdır. Toplum
veya yasaların buna engel olarak; kadını doğurmaya ve anne olmaya, erkeği de baba
olmaya zorlama hakkı yoktur. Böyle bir hakkın olduğunu ileri sürebilmek için insanları
zorla evlendirip çocuk yapmayı şart koşan yasa maddelerinin de var olması beklenir. Böyle
maddeler hiçbir yasada olmadığına göre, böyle bir zorlamanın da gerekçesi olamaz.

Eğer istemeyen kadınsa, erkeğin onu gebeliği sürdürmeye zorlama hakkı yoktur, çünkü
ortada akit yoktur.

Eğer istemeyen erkekse, kadının gebeliği sürdürmeye hakkı vardır, çünkü olay kendi
bedeninde cerayan etmektedir. Fakat, bu durumda erkeğin babalık hak ve yükümlülüklerinden
dışarıda bırakılmayı isteme özgürlüğü olmalıdır. Eğer kadın buna razıysa, erkek, kadının
imzasını taşıyan bir dilekçeyle mahkeme kararı çıkartabilmeli; kadın razı değilse de
karşı dava açarak bu özgürlüğünü kullanabilmelidir. Ancak erkeğin bu yükümlülüklerden
tamamen düşmesi için çocuğun reşit olması beklenmeli, annenin ölümü halinde çocuğun bakımı
babadan istenebilmelidir. Eğer kadının maddi durumu çocuğu doğurup büyütmeye uygun
değilse bile, başka yapılacak birşey yoktur, mahkeme kadını gebeliği sonlandırmaya
ikna etmeye çalışmalı, ikna edemezse de çocuğun kadından alınıp bakımevine verileceğini
ihtar etmelidir. Böyle durumlarda, erkeğe, isteğine bağlı fakat kesinlikle orantılı
olarak yükümlülük ve haklar verilmesi düşünülebilirse de; bunun takdiri çok zordur ve
tartışmalı durumlara yol açabileceği için, hiç verilmemesi en uygunu gibi görünmektedir.
Ancak, bu gibi durumları değerlendirmede büyük bir güçlük vardır: erkeğin gerçekten
çocuk yapmamak için elinden geleni yapıp yapmadığı veya kadının önlem almaktan imtina
edip etmediği gibi konularda nasıl karar verilecektir? Diğer bir deyişle işin içinde
kötü niyet var mıdır, yok mudur?

Kötü niyet varsa, ve bunun saptanması mümkün olursa, ona göre karar verilmesi kolaydır.
Ama varsayalım ki, kötü niyet yok, hatta taraflar birbirini bu nedenle suçlamıyor bile.
O zaman yukardaki yaklaşım erkeğin hakkını korumakta, ancak kadının hakkını tam olarak
korumamaktadır. Örneğin; kadın, inançları gereği çocuğu doğurmak zorunluğu hissedebilir.
Çocuk doğurmak konusunda fikrini değiştirmiş, ama buna gücü yetmiyor olabilir. Başka
nedenler de düşünülebilir. Ancak, böyle durumlarda erkeği çocuk sahibi olmaya zorlamak
da yasalara düşmez, olsa olsa önerilebilir. Eğer öneriye rağmen ısrarcıysa, annenin ve
doğacak çocuğun bakımını bakımevlerinin üstlenmesi gerekir. Ancak mali yükün bir kısmı
da erkekten talep edilmelidir, çünkü kadının kötü niyetini ispat mümkün değildir.

Dikkat ederseniz, kadına nafaka verilmesini önermedim; doğuma kadar annenin bakımı ve
doğum masraflarının tamamıyla, doğduktan sonra erişkin olana dek çocuğun bakımına ilişkin
masrafların yarısını erkeğin karşılamasını önerdim. Bu da erkeğin yasa dışı birlikteliği
için üstlenmek zorunda olduğu bir diyettir.

Elbette erkeğin mali gücünün ne olduğu önemlidir. Hatta işsiz bile olabilir. Fakat
mahkeme duruma göre karar vererek, varsa mal varlığının bir kısmına el koyarak,
karşılayamadığı kısımlar için de bu diyeti erkeğin bütün ömrüne yayma yoluna giderek
işi çözmeye çalışmalıdır. Artık herkesin bir vergi numarası, kimlik numarası olduğu
bir döneme giriyoruz. Bugün işsiz, beş parasız olan birisinin yarın çok iyi bir gelir
elde etmesi pekala mümkündür. O geliri ne zaman elde ederse, devlet o gelirden zorunlu
giderlerini düştükten sonra kalanın hepsine el koyabilmelidir.

Ama dediğim gibi, bunun nafaka olarak kadına verilmesi doğru bir yöntem değildir. Çünkü
nafaka müessesesinde tarafların maddi güçleri gözönüne alınmakla haksızlıklara yol
açılmaktadır. Kadının rolü gözardı edilerek erkeğin maddi gücü tek ölçüt olarak
ele alındığında kötü niyetli girişimlere kapı açılmış olmaktadır.

Elbette, kadının mali gücü yerindeyse ve erkeğin itirazına rağmen çocuğu doğrumak ister
ise, erkekten maddi yardım talep etmek doğru olmayacaktır. Bu, erkeği isteği dışında bir
çocuk sahibi olmaya ve evlilik aktine zorlamak anlamını taşıyacak; ceza niteliği alacaktır.

DİĞER
=====
Dikkat ederseniz kürtajda eşin rızası başlığında, konuyu genel olarak ele alan bir
yazı yazmayı tercih ettim, çünkü bence bu konu bir bütünlük içinde ele
alınmak gerek. Parça parça ele alındığında, görüşü aktarmak zor oluyor. Elbette,
şu anki yasalarla benim görüşlerim örtüşmüyor. Örneğin, kadının 10 haftadan sonra
kürtajına izin verilmemek bir yana, kadın hapse atılıyor. Bunlar yanlış ve yasa dışı
işlere kapı açan kurallar. Kürtaj, 12 haftaya kadar hekim eliyle gerçekleştirilebilir,
18 haftaya kadar da tıbbi gerekçeler nedeniyle (ki buna ruhsal gerekçeler de dahildir)
uygulanabilir. Kadını hapse atmak da neyin nesi oluyor? Bunun için yapanı hapse atmak
gerekir, o ayrı konu.

Evlilik içi tecavüzden hiç söz etmedim. Böyle bir iddianın ancak evlilik akdini
sonlandırma iradesi beyan edildikten sonra konu olabileceğini düşünüyorum; ki
o zaman onun adı evlilik içi tecavüz değil, tecavüz olur. Çünkü evlilik akdi cinsel
birleşmeyi tanımsal olarak içinde barındırır, ancak taraflar birbirinin istek ve
ihtiyaçlarına saygılı olarak bunu yerine getirmelidirler. Zaten, aktin tarafların
iyi niyet ve arzularına dayalı yürüdüğü varsayılır. Eğer taraflardan biri buna uymuyorsa
buradaki konu tecavüz değil, evlilik içi şiddettir. Şiddete uğrayan taraf ya akdi
bozmak için girişimde bulunur, ya da bulunmaz. Bulunmamak kendi bileceği iştir, ama
bu yöndeki iradesini beyan etmesinden önce olanlara tecavüz demek doğru olmaz. Ancak,
uygulanan şiddetin elbette ağırlık dereceleri olacaktır ve cinsel ilişkiye zorlamanın
daha ağır veya daha hafif şiddet olduğuna ilişkin düzenlemeler yapılabilir. Elbette,
bu şiddet uygulaması sonucunda ortaya çıkan bir istenmeyen gebeliğin, evlilik aktinin
sona ermesine karar verilirse, aktin dışında olduğu kabul edilmelidir. O andan itibaren
tecavüz olarak değerlendirilebilir. Ama burada da daima niyete dikkat edilmelidir.
Örneğin, yıllardır doğum kontrol hapı almakta olan bir kadının tesadüfen şiddete maruz
kaldığı günlerde nedensiz olarak buna ara vermiş olması kuşkuyla karşılanmalıdır.


Saygılarımla,