Mesajı Okuyun
Old 05-10-2006, 19:59   #5
Merhaba

 
Varsayılan

Merhaba,

Konuyu başlatan sayın hukuçunun yazısındaki temel gerekçeler doğrultusunda konuyu tartışmaya açmak istemesine karşın, bir diğer katılımcının yanıtını okuyunca, aynı dili konuşan ve yazan insanlar olarak iletişimden ne denli kopuk olduğumuzu, olaylara ve kavramsal olgulara, adına “değerlerimiz” dediğimiz ve aslında genel geçerliliği olmayan kaygan zeminleri referans alarak ürettiğimiz kör gözlükleriyle bakmaya ne denli koşullandığımızı görmek şaşırtıcı değil elbette.

Konu içeriğinde bir haktan, “anne olma” hakkından ve bir kadının yaşamının belli bir evresinden sonra, bu biyolojik yeteneğini doğanın bir kanunu olarak yitireceği noktasından hareketle, kadın ve erkeğin ortak irade ve istemiyle “evlilik dışı çocuk sahibi olma” hakları ile ilgili olarak, hiç kuşkusuz olgunun hukuki boyutunu da içeren “çok yönlü” bir tartışma açılmak isteniyor. Tartışmanın çok yönlülüğü, doğal olarak ahlaki, sosyal, psikolojik…vb. boyutları da içeriyor.

Konuya yanıt yazan bir sayın katılımcı konuyu bu kapsamda değerlendirmek yerine, onu, başlangıç yazıda hiç te böyle bir gerekçe ileri sürülmediği halde, olayı sapkın bir “özgürlük anlayışı” na, ve bu özgürlük anlayışının toplum değerleriyle çatıştığına ve kabul edilemeyeceğine taşıyor. Sanki o yazıda, evlilik içinde çocuk sahibi olmak horlanmış ve evlilik dışı çocuk sahibi olmak teşvik edilmiş gibi. Daha da ileri giderek “bir aydın edasıyla, kendi değerlerine saldırıldığını” iddia ediyor.

Benim gibi hukukçu olmayan katılımcıların bu tür “yanlış anlamaları” bir nebze olsun mazur görülebilir belki, o nedenle bu sayın katılıcının bir hukukçu olmamasını diliyorum.


“Ocak 2002 tarihi itibarıyla yürürlüğe giren 4721 sayılı Türk Medeni Kanunununda evlilik içi ve evlilik dışı çocuk ayrımı kaldırılmıştır. “

Şimdi “eski” olarak adlandırdığımız 2002 öncesi medeni kanunun yürürlükte kaldığı bilemiyorum kaç yıl boyunca, bu kanuna dayanarak verilen nice kararlar sonrasında belki on binlerce anne ve çocuk mağdur oldu. Bu kararlar “hukuki” idiler ama “adaletli” değildiler.

Yasamanın, (zaman zaman da kendi yaşam anlayışlarını ve değerlerini referans alarak) ürettikleri kanunlar bir dönemin hukuk zeminini oluştursa da, çoğu zaman onlar, ülke insanının temsilcisi olmak sıfatıyla, kendi inanç ve düşüncelerini ve hatta değerlerini temsil ettikleri ülke insanına dayatmışlardır.


Toplumumuzun yüzyıllarca oluşturduğu değer yargılarının bizi bu gün övünç duyacağımız bir uygarlık düzeyine taşıdığını, eğitimde, bilim ve teknolojide ve ekonomik kalkınmışlık düzeyinde katettiğimiz olağanüstü yolu, insanlarımızın mükemmele yakın refah düzeyini ve insanlarımız için hukuksallaştırdığımız insan haklarının ne denli evrenseliğe ulaştığını görmek, elbette bu “değerlere” daha bir sıkıca sarılmamızı gerektiriyor.!!!

Bu katılımım, konuyu başlatan sayın hukuçunun konusuna iştirak ve bu doğrultuda düşünce açıklamaktan öte, bu konuya verilen bir yanıta bakışımı yansıttı.

O nedenle özürlerimi bildiriyor, bilahare konunun özüne dönerek görüş ve düşüncelerimi açıklayacağımı bildirmek istiyorum.

Saygılarımla.

Merhaba.