Mesajı Okuyun
Old 19-12-2006, 18:56   #15
Tulin

 
Varsayılan

09.12.2006

Sabah taksiyle (13usd) havalimanına gittim. Bu kez yazlıklarla kışlık giysilerimi değiştirdim tuvalette. Nepalin soğuk havasına hazırım

Şairin dediği gibi gittiğin yere kendini de götür.

Zarif bir inişle Katmandu havalimanındayız. Giriş kapısına otobüs gibi yaklaştı uçak, eh bir iki adımda biz atıverdik artık.
Tek katlı, sıvasız, tuğladan, basit bir bina burası, sanki asker ziyaret salonu gibi.
İki küçük içki satan market var. Geçtiğimiz koridorlar cam kaplı ve bahçede başka hangi havalimanında bahçe vardır ki?) duvar boyu dizilmiş saksılarda cılız eğreti açmış çiçekler, neredeyse ev hali/havası. Öyle şaşkın bakınırken uçaktan inen kalabalığın en sonuna kaldım eh sıraya girip beklemenin bir anlamı olmadığına göre koridoru, marketleri dolaştım. Tuvalete gittim bir kadın çalı süpürgeyle yerleri tozuta, tozuta süpürüyor. Para değiştirdim ,döndüğümde herkes gitmişti.

Aman buralara sakın resimsiz gelmeyin vize formuna ille resim isterim diye tutturdu görevli. Allahtan yanımda vardı forma yapıştırdık. Vize ücreti 30 usd.

Buranın havalimanı olmasının tek kanıtı bahçede bir uçağın olması.İçim ısındı vallahi. Hele bu saksıdaki çiçeklerrrr.

Bagaj bandına ulaştığımda kimsecikler kalmamıştı ortalarda, sırt çantam da benim gibi sona kalmış, bir tarafa atılmış ve kısmen yan dikişleri sökülmüş. Toparladım, sırtladım zavallıyı.

Ana kapıdan adımımı atmamla sekiz on adam bağırarak bana doğru koşmaya başladı, anında ortalarında kalmıştım bir dahaki sefere sırtımı duvara yaslamalıyım. Nepalle ilgili okuduklarımı hatırladım hiç abartmamışlardı benden önce gelenler bu karşılama törenini.
Bir sürü esmer adam beni kendi araçlarıyla kente götürmek istiyor, itişe kakışa.
Kapanın elinde kaldım desem yalan olmaz fiyat kırıla, kırıla on beş dolardan iki dolara indi. Adamın ayakçı olduğunu arabayı başkasının kullanmasından anladım yani sürücüye kalan iki dolar bile değildi. Araba dediğim külüstürün önde gideni tangır tungur tenekeden bir şey. Ben arkada sürücüyle ayakçı önde, toz duman savura savrula gidiyoruz toprak yollarda ayakçı durmaksızın konuşuyor, bana otel pazarlamaya çalışıyor. Ona elimde otel adresleri olduğunu onlara gitmek istediğimi söylüyorum ama boşuna.
Sonunda onun göstereceği otelleri göreceğimi beğenirsem kalacağımı beğenmezsem ısrar etmeyeceği konusunda ortaklaştık. Adam Hintliymiş daha Hindistan’a gitmeden Hintlilerle bayağı haşir neşir olmuştum. Hava kararmaya başlamıştı, toz, sarsıntı, adamın bağırarak ısrarlı konuşması ve durmayan korna sesi sersemletmişti beni.

Thamell

Gittiğimiz yer gezginlerin konakladığı Thamell. Kraliyet sarayından geçtik. Hiç bu kadar yüksek duvar görmemiştim. Ayakçı kralın bir önceki çok sevilen büyük kardeşi kralı yanılmıyorsam 2001 yılında ailesiyle birlikte öldürttüğü için sevilmediğini söyledi. Halktan o kadar korkuyor o kadar korkuyormuş ki yeni ve sevilmeyen kral, polis ve askerin çoğunu kendisini koruması için kullanıyormuş. İyi iş çıkarmış emperyalistler hem halk çıkarlarını görece de olsa gözeten eski kralı ortadan kaldırmış hem de yeni gelenden nefret edilmesini sağlamışlar. Bir taşla iki kuş.

Thamell’e girdik renginden anladım… Rengarenk, ışıl ışıl, kalabalık. Çeşitli gürültülerle yemek kokuları da katılmış bu şölene. Sağlı sollu restoran, kafe, market her çeşit tezgahlar sevimli mi sevimli.
Hintli bana üç otel gösterdi üçü de içime sinmedi sonunda elimdeki adrese itirazsız götürdü beni.

Bir kaç otel de ben dolaştım, sonuncusunda genç bir çift daha vardı resepsiyonda pazarlık yapan, tesadüfen birlikte çıktık dışarı. Çekine, çekine bir otel bildiklerini oraya gideceklerini istersem katılabileceğimi söylediler. Motosikletle beş saat uzaklıktaki bir kentten iş için gelmişler. İç sesime uyup kabul ettim gittiğimiz otel öncekilerle aynı kalitede ama daha ucuz, (7usd) sıcak sulu banyosu içinde.
İnsanların bu denli güler yüzlü olması beni keyiflendirdi resepsiyondaki delikanlı çok nazikti, çifte teşekkür edip odama çıktım.

Yorgunluktan hemen uyumuşum. Gece yarısı genzimin yanmasıyla uyandım. Havada yoğun duman, egzoz kokusu, yanmış lastik kokusu, camın biri kapanmıyordu ve yardım almak için çok geçti. Ara, ara pis hava nedeniyle uyanarak sabahı ettim.

10.12.2006

Nameste

Bademciklerim şiş, ateşim var ama hava güneşli. Yürüyerek Durbar Meydanı yirmi dakikaymış. Sökük sırt çantamı onarması için resepsiyondaki çocuklara verdim Durbar (Saray Meydanı)yol tarifini aldım ve otelden ayrıldım.

Bisiklet ve motosikletlerin arkasına iki kişinin sığabileceği oturma yerleri bulunan araçlara Rikşa denildiğini okumuştum gelmeden önce. Yol boyu rikşacılar yanımdalar ısrarla götürelim diyorlar aldırmamaya çalışarak inatla yürüdüm. Bisikletli olanlar daha ucuz.



İşte bir rikşa sürücüsü dinleniyor

Bin yıllar önce Nepalin olduğu yerde bir göl gölün ortasında, üstünde bir tapınak olan ada varmış. Hem söylence hem de bilimin ortaklaştığı bu yaklaşımı Durbar Meydanında satılan Saligramlar kanıtlıyor. Dışı taşlaşmış siyah renkli, kırılınca içinden deniz kabukları çıkan fosillere Saligram deniyor. Fosiller on milyon yıllıkmış, ben anlatanın yalancısıyım. Saligramlar kutsal sembolleri taşıdığından tapınaklardaki her çeşit törende kullanılıyor.
Katmandu Bakhtapur ve Patan birbirine yakin üç tarihi kent, yıllarca birbirinin kanını akıtmış birbirinden esinlenmiş kimi zaman kıskançlık yarışına girişerek bu güzel eserleri yaratmış. Yin yan kısacası. Karşıtlar karışmış, iç içe, birlikte, kendi özünü de koruyarak.

Katmandu Nepalin en önemli kenti. Adını Durbar Meydanındaki Kastamanadap tapınağından almış. Dönemin kralı bu tapınağı yaptırdıktan sonra kent tapınağın çevresinde kurulup gelişmeye başlamış. Söylene söylene Kastamanadap Katmandu olup çıkmış. Vadiye kurulan bu kentin etrafı üç bin metreye kadar ulaşan dağlarla çevrili. İlk yerleşenler Newarlar. Hemen, hemen tüm tarihi kalıntılar Nepale altın dönemini yaşatan Malla hanedanından kalma.

Sabah serinliğinde giydiğim mevcut tüm tişörtler (topu, topu üç tane) ve üstündeki yegane kazağımla polar montum güneş vurdukca fazla gelmeye başladı, polarla kazağımı çıkarttım yürüyüp ısındıkça.
Cırlak yeşil tişörtümle daha az fark edilir durumdayım şimdi bu renk cümbüşünde.

Yürüye, yürüye, sora, sora Durbar Meydanına gittim. Saat ona geliyor yol boyu otuz kadar irili ufaklı tapınak var ve gelip geçenler hemencecik bir adım yanaşıp dinsel sembolleriyle kısacık ibadetlerini yapıp çanı çalıp tikalarını ezbere alınlarına kondurarak işlerine, yollarına, güne devam ediyorlar. Sağ el orta parmaklarını kırmızı boyaya batırarak iki kaşlarının ortasına yaptıkları işarete Tika deniyor. Tapınakların hemen hepsinde taze çiçekler var bazılarında pirinç gibi yiyecekler de adanmış.
Her tapınakta rengarenk çeşitli figürler var Şivadan Ganeşaya kadar ve hemen girişte bir çanağın içinde Tika için kırmızı toz boyalar; başlangıçta taze gün sonuna doğru etrafa bulaşmış ıslanmış.

Thamell’den Durbar’a kadar sokaklar yine kalabalık ama yaklaştıkça renkler solmaya, turist sayısı azalmaya başladı daha çok yerli halk var ve her sokak küçük iç içe karmakarışık görünen dükkanlardan oluşuyor. Sütten tütsüye, kumaştan bebek çıngırağına kadar her şey satılıyor bu sokaklarda. Yol boyunca tezgahlar, sokak lokantaları, dilenciler, sarili kadınlar akıp gidiyor.

Yol çok zevkli Sağda solda yöresel davul imalathaneleri var, taşıyabilsem almayı çok isterdim. Eski bakımsız sanki unutulmuş evlerin tahta oymalarının ince, zarif işciliği gözlerimi kamaştırdı inadına buradalar, inadına fark ediliyorlar.

İnsanların salına salına dolandığı Durbar Meydanına giriş paraylaymış turistler için. Giriş çıkış kapısı yok ama turistleri hemen tanıyorlar. Biletimi aldım bir usd otuz rupi, bilet iki yüz rupi. Bileti başka bir eğreti ofiste onaylatmak zorundaymışım, bana bir hafta kullanacağım geçiş kartı çıkardılar bu ofiste. Bir daha gelemeyeceğim halde kartı aldım. İlk gördüğüm pastaneye girdim, siyah çay özellikle belirtilmediyse dodualı çaydan getiriyorlar. Kek poğaça çayla kahvaltımı yaptım.

Elimde Turist danışmadan aldığım harita meydanı geziyorum, tapınaklar saraylar tarihi kalıntılar o kadar iç içe ki haritadan yerlerini bulmak için bir sonrakine hamle yaptığımda neredeyse bir sonraki yeri geçiyordum. Kırk civarında tarihi eser var bu küçücük alanda, geleli on dakika olmadı ama bir amca şimdiden bir kral kraliçe figürünü bana yarı fiyatına sattı bile. Pek inanmadım ama pahalı oluşunu “Yak kemiğinden” yapılması ile açıkladı, sanki daha çok polyester döküme benziyor. Ağırlığı bir kiloya yakın. Alsam bir türlü almasam bir türlü alsam kurtulacağım peşimden ayrılmayan amcadan ama bu seferde diğer satıcıları tetikleyecek bu. Birinden kurtuluyor öbürlerine yakalanıyorum. Sanki çok gizli değerli bir şeymiş gibi cebinden çıkardıkları Mandala vb çıkarıp çok ucuz çok deyip satmaya çalışıyorlar.



Durbar meydanına giriş

Yaşayan tanrıça Kumari’nin kapısında (bir yerde yabancıların girmesinin yasak olduğunu okumuştum) tereddütle beklerken altmış yaşlarında, minyon, güler yüzlü alnının ortasında tikası Nepalli bir kadın samimiyetle koluma dokunup gir gir dedi, birazdan Kumari çıkar cama. Kol kola bahçe kapısını geçtik avluya girdik, arkamızdan da Japonlar.



Kumarinin göründüğü pencere

Kadının anlattığına göre bu Kumari de bir sürü yaşıtı arasından beş yaşında çeşitli sınamalardan geçerek ilan edilmiş. Sonra Ailesiyle beraber bu eve taşınmış. Kumari’nin tanrıçalığı taa ilk kan akana dek sürüyor. Taa dediğime bakmayın siz olsa, olsa altı yıl daha. Bu kan adet kanaması olabilir bir yerinin kazara kesilmesi de. Yani tanrıçalık en geç yaş 10 civarında bilemedin on ikisinde sona eriyor.

On dakika bekledim camdan kimsenin çıkığı yok, muhtemelen kadın beni oyalıyor. Kumari söylencesi çeşi,t çeşit vakit buldukça duyduklarımı aktaracağım ama en kötüsü; zamanın mihracesi küçük bir kıza tecavüz ettikten sonra vicdan azabıyla aynı yaşlardaki kız çocuklarından birini temsilen seçerek Kumari (anlamı zaten kız çocuğu demekmiş) ilan/ihya ediyor. Eskiden tanrıçalık dönemi biten emekli Kumarilerle kimse evlenmezmiş, ömür boyu bekar yaşarlarmış, şimdilerde bu adet değişmiş. Başka ve daha zarif söylenceler de var tabii.

Neyse daha fazla beklemeyi anlamsız buldum ve teşekkür edip ayrılırken kadın beni (bana sürekli sister diye hitap ediyor) tezgahına davet etti. Esas derdi bana bir şeyler satmak. Bu günlük kral kraliçe figürü yeter diyerek zor da olsa kadından ayrılmayı/kurtulmayı başardım.



Durbar Meydanında Nepalli kadınlar

Katmanduya adını veren Kastamandaph tek bir ağaçtan yapılmıs tamamen ahşap iki katlı bir yapı. Fotoğrafçı gezgin Yurdalan’ın betimlediği Şiva tapınağı kapalı olduğu için(tadilat varmış) Siva lingamını göremedim.

Meydandaki devasa çan kötü ruhları kovması için 1797 de yapılmış. Hemen yanında büyüklükte çanla yarışan davul var ama artık çok eski.

Jagannath tapınağındaki erotik figürler çatının pervazlarını süslüyor.
Ve Şiva’nın en korkunç görünümü altı kollu Kalabhairab gerçekten de kapkara boynundan göbeğine sarkan kafataslı kolyesiyle kötü kötü bakıyor önü oldukça kalabalık, bir kadının uzattığı mumu alıp Şiva’nın önüne koyuyorum, ne de olsa kızdıklarının kafalarını kesip boynuna takıyormuş. Sivanın pek çok yerde reankarne figürleri var, bu onlardan en korkuncu.



Kalabhairab

Yan taraftaki eski saraya girmek ayrıca ücrete tabi içinin bir kısmı müze ve oğlu tarafından öldürüldüğü sanılan, zamanının sevilen kralı ve ailesinin fotoğraflarıyla bezenmiş.
Kapıların eşiklerinin yüksek tavanlarının alçak olmasının sebebi girerken ve çıkarken eğilmek zorunda kalarak girişte içerdekileri, çıkışta dışarıdakileri selamlamakmış.

Thamell’e yürüyerek döndüm.
Yol boyunca kapısız doğal olarak da penceresiz tek göz odalarda miyadını doldurmuş görünen dikiş makinelerine eğilmiş dikiş diken terziler var. Neplin terzilerinin ününü duymuşsunuzdur. Hepsi de erkek.



Terziler

Hava kararmıştı resepsiyondaki çocukların önerisi olan dört mevsim lokantasına girdim gelişigüzel bir Nepal menüsü ısmarladım. Altı adet sarı metal havana benzeyen küçücük kaselerde çeşitli yemekler tepsinin ortasındaki pilavın çevresine dizilmiş getirildi. Ana yemek bu, onun öncesinde kızarmaktan yanmaya daha yakın kavrulmuş et ve patates verdiler en son yerel alkollü içeceği(pirinç rakısı) ve harika bir tatlı getirdiler. Ana yemeğin adı Nepal thal bundan sonra bu çeşit thallerden çok yiyeceğimi tahmin edebiliyorum. Yemek nefisti ama benden başka iki kişiyi doyurabilecek kadar boldu. Saat sekiz ve hava yavaştan egzoz yanık lastik kokmaya başlamıştı.

Otele yürüdüm etrafta birçok Avrupalı turist var sanki uzun süredir burada yaşıyorlarmış gibi görünüyorlar pek çok canlı müzik yapan bar var. Yolda çantadan Chitwan turuna kadar her şey satılıyor. Chitwan’a gitmeyi istiyordum hatta neredeyse aklımı çeliyordu satıcılar ama oranın daha soğuk olacağını düşünerek vazgeçtim.



Çok güzel değimli?

Otele gidip Dubaidekinin benzeri sıcak su sorunu yaşadım tek farkı buradaki telefon çalışmıyordu. Her odada (girişte bunu mutlaka belirtiyorlar) 120 kanallı televizyon var ama telefon ve duş çalışmıyor.