Mesajı Okuyun
Old 26-06-2005, 17:48   #109
Merhaba

 
Varsayılan

ateşböcekleri

hayallerim,
canlı ışık lekecikleri,
karanlıkta göz kırpıştıran
ateş böcekleridir.

o dikkati çekmeyen
sesleri, yol kıyısı hercailerinin
mırıldanır bu gelişi güzel çizgilerde.

zihnin uykulu karanlık mağaraları içinde, rüyalar,
günün kervanından dökülen parçalarla,
yuvalarını yaparlar.

bahar, geleceğin meyveleri için değil
fakat bir anın kaprisi için
çiçeklerin petallerini saçar.

neş'e kımıltısız yerin zincirinden kurtulmuş
sayısız yapraklara doğru
koşar ve dans eder
bir gün için havada.

hiç bir önem taşımayan kelimelerim
zamanın dalgaları üstünde hafifçe dans edebilirler,
mana ile ağırlaştıkları zaman dibe çökerler.

zihnin derinliklerinde güveler
ince kanatlarını büyütürler;
ve veda ederek uçuşurlar,
gün batımı göğünde.

kelebek ayları değil, fakat an'ları sayar
ve yeter zamana sahiptir.

benim düşüncelerim, kıvılcımlar gibi, kanatlanmış
sürprizler üzerinde giderler,
tek bir gülüş taşıyarak.
ağaç sevgi ile bakar kendi güzel gölgesine
buna rağmen onu hiçbir vakit kucaklayamaz.

izin ver, güneş ışığı gibi, aşkım seni sarsın
ve yine de aydınlık özgürlüğü versin sana.

renklendirilmiş kabarcıklardır günler,
dipsiz gecenin yüzüne çıkan.

hatırlamanı istemek için armağanlarım çok küçüktür;
ve bunun için
onları sen hatırlamalısın.

çıkart, at ismimi armağandan;
bir yük olacaksa,
ancak şarkım kalsın.

nisan, bir çocuk gibi,
çiçeklerle tozlar üzerine hiyeroglifler yazıyor.
onları siliyor ve unutuyor.

hatıra, rahibe, hali öldürüyor,
ve onun kalbini ölü geçmişin türbesine sunuyor.

mabedin kasvetli heybetinden
çocuklar tozda oynamak için dışarı koşuyorlar,
tanrı onların oyununu seyre dalıyor,
ve rahibi unutuyor.

zihnim, düşüncelerinin akışında
birdenbire yanan bir ışık gibi çalışmaya başlar,
asla tekrarlanmayan akıcı notasıyla bir küçük ırmak gibi.

dağda, sessizlik kendi yüksekliğini bulmak için
kabarmaktadır,
gölde, hareket kendi derinliğini tahayyül etmek için
hareketsizleşir.

veda eden gecenin
sabahın kapalı gözlerine kondurduğu öpücük
şafak yıldızında parlıyor.

ey bakire, senin güzelliğin bir meyve gibidir,
henüz olgunlaşmamış ve açılmamış bir sırla dopdolu.

onun anısını yitiren acı
kuş seslerinden uzak,
fakat yalnız ağustos böceğinin ıslığının duyulduğu sessiz karanlık saatler gibidir.

gerilik onun öldüren bir pençe ile gerçeği elinde güvenle
tutmaya çalışır
zayıf bir lambayı canlandırmayı arzulayarak uzun gece
bütün yıldızlarını ışıklandırır.

her ne kadar O
dünyayı
-gelini-
kollarında tutuyorsa da,
gök,
sonsuzluğa kadar
uzaktadır.

tanrı, dostlar arar ve sevgi diler,
şeytan, eserler arar ve itaat ister.

toprak hizmetine karşılık
ağacı kendisine bağlar,
gök ise hiçbir şey istemez
ve onu özgür kılar.

çocuk, tarihin tozu ile aydınlanmış
yaşı bilinmeyen zamanın gizliliği içersinde
edebi olarak oturmaktadır.

uzakta olan O, sabahleyin bana geldi,
ışık tarafından alınıp götürüldüğünde daha da yakınlaştı.

beyaz ve pembe zakkumlar buluştular
ve, ayrı lehçelerde neş'e ile eğlendiler.

sessizlik
kendi kirlerini
süpürüp yürüyünce
fırtına olur.


Rabindranath Tagore







ATEŞBÖCEĞİ

"Yıldızlar ateşböceği sanılmaktan korkmazlar"

"Düşünüyorum da, sanırım en büyük korkumuz olduğumuz gibi görünmek.

Yumuşacık kalbimizin fark edilmesi, naif yönlerimizin keşfedilmesi, cesaretsizliğimizin anlaşılması, korkularımızın paylaşılması sanki zarar göreceğimizin en büyük işareti.

Kabuklarımızın altında kendimizi saklamakta ne kadar da ustayız.

Ve ne kadar güçlü korunuyoruz kalkanlarımızın ardında.

Hissedilmeden, el değmeden, sevgimizi göstermeden. İstiridyeler, deniz minareleri, midyeler, kirpiler ve kaplumbağalar gibi.

Sahi koruyor mu bizi bu çatlamamış sert kabuk?

Kimse incitemiyor mu duygularımızı, inançlarımızı, benliğimizi?

Yoksa zarar mı veriyor bu ürkeklik, bu kabuk bize?

Hissettiklerimizi gölgeliyor, yansıtmıyor mu gerçek kimliğimizi?

Duygularımızı bastırıyor, el ele tutuşmamızı engelliyor mu?

Eğer bir yıldız gibi ışıl ışılsam ve bir yıldız kadar parlak…, Ne çıkar ateşböcegi sansalar beni?

Belki en hoyrat yürek bile ateşböceğinin o uçucu, masum, sevimli çocuksuluğuna el kaldırmaya kıyamaz?

Güçlü kapıların arkasına kilitlemesem kendimi, korkaklığımı, sevgi isteğimi, en insani yönlerimi kayıtsızca sunabilsem, bu sert kabuğun ağırlığından kurtulup bir kuş gibi uçacağım özgürce.

Anlaşılacağım ve bir ayna gibi yansıyacağım karşımdakine.

O da çözülecek belki.

Samimi ve güvenliksiz, silahsız biriyle göz göze gelince.

Oysa bir görebilsek bunu. Kalmadı böyle insanlar demesek.

Güven duygusuna bu kadar muhtaç olmasak.

Kırılmaktan korkmasak.

İncinsek, yaralansak.

Ne olur bir darbe daha alsak.

Yeniden açsak kendimizi, atabilsek o kabuğu.

Denesek.

Risk alsak.

Yanılsak.

Fark etmez.

Tekrar, tekrar bıkmadan denesek.

Ve kucaklaşsak yeniden.

Tıpkı eskisi gibi.

Ne olduğunu anlayamadığımız o onbeş yıldan öncesi gibi.

O zaman fark edeceğiz. Ne kadar özlediğimizi birbirimizi. Neler biriktirdiğimizi, kaybolan değerlerimizi ne kadar özlediğimizi.

Beraber geldik beraber gidiyoruz oysa.

Vakit az, paylaşmak, sarılmak için.

Yaşadığımız coğrafya zor, şartları ağır.

Yüreği daha fazla küstürmemek lazım.

Sırtımızıda ağır küfeler, her gün katlanan. Ve koşullar, bir türlü düzelmeyen.

Sevgiye çok ihtiyacımız var. Ufukta kara bir kış görünüyor. Ancak birbirimize sokulursak atlatırız o günleri.

Kırın o sert, o ağır kabuklarınızı.

Kurtulun bu yükten. Korumuyor o kabuklar, aksine zarar veriyor bize. Yalnızlığa mahkum ediyor bizleri.

Hem hepimiz bir yıldızız. Ne çıkar ateşböceği sansalar bizi".


Rabindranath Tagore