Mesajı Okuyun
Old 13-08-2012, 12:21   #135
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Kutsal “zar”

Şebnem Korur Fincancı

Bedenimizin pek çok bölgesinde adına bir ön ekle birlikte “zar” denilen dokular var. Bunların bir kısmı gerçekten ve sözcüğün tam da gözümüzün önünde somut olarak canlandırdığı, bakınca diğer tarafını görebildiğimiz zarlar. Öyle şeffaf, incecik ve fakat zarar görmesi halinde ağrısından duramayacağımız, yaşamımızın tam da o bölgede yoğunlaştığını, yüreğimizin orada duracağını sandığımız doku parçaları. Bir kulak zarı yangısına tutulmaya görün, tüm hücreleriniz kulağınızda toplanır. Başınızı koyacak yer bulamazsınız. Hele karın zarı yangısı, öldürür insanı sahiden.
Bir de adına zar denen ama aslında diğer zarların yapısına pek de benzemeyen bir doku parçası vardır ki, o doku parçasında her nasılsa bütün memleketin kalbi ortak atar. Ataerkil bir dünyaya uyandığımız gün, o doku parçası da eril bir hayatın kutsalları arasına katılmıştır. İnsanın dişi türü de bir daha birleşmemecesine ikiye ayrılmış, o doku parçasına da “kızlık zarı” denilerek bakirelik denen kendinden menkul bir kavram icat olunmuştur.
Dünyada hayat durmadan değiştiği, kendisiyle birlikte kavramları, algıları da değiştirdiği için hayatın kutsalları değişim gösterse de, yaşadığımız topraklarda üretim ilişkileri ve mülkiyetin inatçılığı kutsalları da değişimden uzak tutmakta pek bir kararlı olmuştur. Bilimi de en fazla “b” harfi düşmüş haliyle benimseyince, aslında zar gibi olmayan o doku parçası yasalar taşların üzerine kazındığı günden bugüne eril mülkiyetin kutsalları arasındaki yerini bir türlü terk edememiştir. Bugün uzayın boşluğunda asılı kalan “0” ve “1” kodlamalı yasalar, onu uygulayan, eril zihinlerle yorumlayan insanlar 5000 yıl önce taşlara kazınanlardan ve kazıyanlardan çok da farklı değildir. Bakireliğin 5000 yıl önce bir değişim değeri vardı, bugün de var…
Değişim değeri de, kullanım değerinden bağımsız değil. Bilinen kullanım değerinden elbette, oysa bu doku parçasının o bilinen kullanım değeri ancak bedensel gelişimin tamamlanmadığı çocukluk yaşlarında geçerli olabilir. Bilinen kullanım değeri bu doku parçasının, zorlanması ile zarar görmesi ve zarar gören her doku gibi kanaması ve dolayısıyla kadın cinselliğinin, doğurganlığının denetim altına alındığı yanılsamasının yaratılmasıdır. Bu doku parçasına atfedilen kutsallık da, gerçekte mülkiyetin kutsallığıdır. Kadının ve kadın soyunun erkeğin mülkiyeti olarak tescillenmesi çabası, erkeğin soyunun her zaman bilinemez kalacağının da onlar adına hüzünlü bir bilinçaltıdır.
O “zar” kadının bedeni geliştikçe, vajinanın dış kısmına doğru uzanan bir kıvrım olarak devamı olduğu vajina ile birlikte gelişir, büyür ve genişler. Gelişimini tamamlamış bir bedende zarar görme ve kanama olasılığı da hayli azalır. Bu doku parçasından kan beklentisi ve dolayısıyla vücuda organ veya cisim sokulmasının tek delili olarak görme anlayışının altında yatan tek neden binlerce yıllık ataerkil mülkiyet algısıdır. Bu öylesine körleştiren bir algıdır ki, gebeliği ve DNA iplikçiklerini görünür kılan bilimsel gelişmeleri yok sayıp, bir babanın Down sendromlu çocuğuna tecavüzünü basite indirgeyebilir. Çocukların 20-30 erkeğin tecavüzüne sessiz kalmak zorunda olmasını da rızanın delili olarak yorumlayabilir.
Kadınlar neredeyse iki yüzyıldır bu algı kapılarını açıp da algılananları değiştirmek için mücadele ediyor. Kolay değil 5000 yıllık bir tarihi algıyı değiştirebilmek, mülkiyet ilişkileri yerli yerinde dururken.

Mücadeleye devam, bir gün gelir…

http://evrensel.net/news.php?id=34371