Mesajı Okuyun
Old 27-12-2010, 12:53   #3
üye32062

 
Varsayılan

T.C. YARGITAY
Ceza Genel Kurulu

Esas: 2001/6-142
Karar: 2001/147
Karar Tarihi: 03.07.2001

ÖZET: Nesnel ölçülere göre, birçok kimseyi aldatabilecek nitelikte olduğu belirlenen belgelerin sahte olarak memur sıfatını taşıyan sanıklarca düzenlenmesinde memurun evrakta sahteciliği suçunun oluştuğunun gözetilmesi gerekir.

(765 S. K. m. 59, 64, 240, 321, 339)

Dava: Sanıklar Remzi, Nilüfer, Nilgün ve Feridun’un resmi evrakta sahtecilik suçundan TCY’nın 64. maddesi delaletiyle aynı Yasanın 339/1, 59. maddeleri uyarınca 2 yıl 6 ay ağır hapis cezasıyla ayrı ayrı cezalandırılmalarına ilişkin İzmir 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nce 18.12.2000 gün ve 440-407 sayı ile verilen kararın sanıklar vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesi’nce 02.05.2001 gün ve 5276-7454 sayı ile hükmün onanmasına karar verilmiştir.

Yargıtay C. Başsavcılığı ise 14.6.2001 gün ve 89090 sayı ile;

<Türk Ceza Yasası’nın 6. babının 3. faslında düzenlenen <Evrakta Sahtekarlık> kamu güvenine karşı işlenen bir suç türüdür. Suçun koruduğu hukuki varlık, her türlü saldırı ve ihlallere karşı korunmak istenen belgelere ilişkin kamu güvenidir.

Resmi evrakta sahtecilik suçunun mağduru Devlet olduğu için suç resmi belgenin sahte olarak düzenlenmesi ya da resmi belge üzerinde sahtecilik yapılmasıyla oluşur.

Evrakta sahtekarlık suçunda söz konusu olabilen <zarar> kamunun güveninin sarsılmasından başka bir şey değildir, kamunun güveni ise ancak hukuki hüküm ifade eden, yani geçerli olan evrakta yapılan sahtekarlıkla sarsılabilir. (ERMAN-ÖZEK Ceza Hukuku Özel Bölüm s. 347)

Yapılan sahteciliğin aldatma gücü olması suçun maddi unsurlarındandır. Sahtecilik herkesçe kolaylıkla anlaşılabiliyorsa aldatma gücü olmadığından suçun maddi unsuru gerçekleşmemiş olacaktır.

Kalpazanlık suçlarında kalpazanlığın kolaylıkla anlaşılabilir olması cezayı azaltıcı bir sebep sayılmıştır (TCK 321). Sahtecilik suçlarında kanun böyle bir hüküm kabul etmemiştir, zira para dikkat edilmeksizin de alınan bir şeydir. Halbuki evrak için böyle düşünülemez. O halde kanunda açıkça işaret edilmemekle beraber iğfal kabiliyetini aramak lüzumludur.(Pof. Dr. Faruk Erem, Türk Ceza Kanunu Şerhi, Özel Hükümler C.2. s.1686-1687).

Mahkemece görevlendirilen balistik, grafoloji ve sahtecilik uzmanı bilirkişi A.Ç.’nin düzenlediği 23.9.2000 günlü raporda;

Dilekçelerin kaydedildiği defter ve ruhsat verilmesine esas teşkil eden makbuzlar üzerinde yapılan sahteciliklerin iğfal kabiliyetini haiz olmadıkları belirtilmiştir.

Her ne kadar suça konu belgeleri aynı zamanda kontrol etmekle de görevli olan sanıkların kendilerini aldatmalarının söz konusu olamayacağı düşünülebilirse de sahtecilik suçundaki aldatma gücü, fiili anlamda aldatma olmayıp yapılan sahteciliğin genel anlamda aldatma yeteneği taşımasıdır. Kaldı ki belediye işlemlerinin denetlenmesi sırasında denetim elemanlarınca da belgelerde yapılan tahrifatın derhal anlaşılması olanaklıdır.

Zararın doğması için aldatma olgusunun hukuken korunan güveni sarsacak oran ve düzeyde olması gerekir. Sahtecilik ilk bakışta anlaşılabiliyor ise aldatma gücünü yitireceğinden suçun hukuki konusu olan kamu güveni de sarsılmayacaktır.

<Memurun, düzenlemeye yetkili bulunduğu bir belgeyi zarar doğacağını bilerek (kast) gerçek dışı (sahte) olarak düzenlediğini kabul edelim. Bu resmi belge, açıklanan şekilde biçim koşulları, ya da içeriğinde çelişmeler, yasa dışılıklar nedeniyle aldatıcılığı bulunmaması, hukuki sonuç doğuramaması halinde sahtecilik suçu oluşmamış olacaktır. Bu gibi hallerde memurun görevi kötüye kullanma suçu gündeme gelmektedir. Zaten sahtecilik suçları, memur açısından aldığımızda görevi kötüye kullanmanın özel hallerinden biridir. Yani görevi kötüye kullanma TCY’nın 339. maddesinde belirtilen koşullarda işlenmiş, bu maddede öngörülen öğeler oluşmuşsa, artık görevi kötüye kullanma suçu, TCY’nın 339. maddesinde belirtilen, yetkili memurun resmi belgede sahteciliği suçuna dönüşmüştür. Bu nedenledir ki, sahtecilik suçunun öğelerinin (özellikle aldatıcılık) bulunmamasından ötürü bu suçun oluşmadığı hallerde görevi kötüye kullanma suçunun oluşabileceğini dikkatten kaçırmamak gerekir.> (Yargıtay 6. C.D.nin 12.10.1984, 5662/7660 sayılı kararlarına atfen MALKOÇ İ.- GÜLER M. Türk Ceza Kanunu Özel Hükümler C.3 s.2515)

Sanıkların başlangıçtan itibaren kast ve amaçları yasaya aykırı olarak inşaat ruhsatı vermektir. Belgelerde tahrifat yapmadan da yasaya aykırı inşaat ruhsatı verebilirlerdi. Belgelerde tahrifat yapmadaki kasıtları sahtecilik suçunu işlemek değil yasaya aykırılığı gizlemektir.

Yasal görevlerini yaparken yasalara ve yazılı hukuka aykırı davrandıkları anlaşılan sanıkların eylemi TCY’nın 240. maddesinde yazılı, görevde yetkiyi kötüye kullanmak suçunu oluşturmaktadır. TCY’nın 339. maddesinde tarif edilen suçun yasal unsurları gerçekleşmemiştir.> görüşüyle itiraz yoluna başvurarak özel daire kararının kaldırılmasına ve hükmün bozulmasına karar verilmesini talep etmiştir.

Dosya Birinci Başkanlığa gönderilmekle Ceza Genel Kurulu’nca okundu, gereği konuşulup düşünüldü.

Ceza Genel Kurulu Kararı

Karar: A. Belediyesi sınırları içinde bulunan bir otel inşaatının, Kıyı Yasası ve bu yasanın Uygulama Yönetmeliğine aykırılık taşıyıp taşımadığı hususunda kurumlar ve kişiler arasında farklı görüşler ve başvurular bulunması nedeniyle İzmir Valiliğince görüş sorulması üzerine, İçişleri Bakanlığı Mahalli İdareler Kontrolörlüğünce inceleme yapılmış ve 11.7.1992 tarihli Resmi Gazete yayımlanarak yürürlüğe giren değişiklik ile 3621 sayılı Kıyı Yasası’nda yer alan kıyılardaki yapılaşma yasağının 30 metreden 100 metreye çıkartılması nedeniyle anılan otel inşaatının bu değişiklikten etkilenmemesi için yapı ruhsatının 10.7.1992 tarihinde verilmiş gibi gösterilmek istendiği, bunun sağlanabilmesi için; yapı ruhsatı üzerinde ve makbuz asıllarında yol kanal harcı ile bina inşaat harcının 10.7.1992 tarihinde tahsil edilmişler gibi gösterildiği halde makbuz dipkoçanlarında 13.7.1992 ve 15.7.1992 tarihlerinin yer aldığı, ayrıca inşaatın bir süredir devam edip belli seviyeye geldiğini göstermek için, inşaatın fenni sorumlusu tarafından 8.5.1992 tarihinde yapılan bir başvuruya dayalı olarak 11.5.1992 tarihinde inşaata başlanabilmesi için ön izin verildiğine dair belge düzenlendiği halde başvuru dilekçesi ile verilen ön izin belgesinin ilgili defterlere kaydının 24.8.1992 tarihinde yapıldığı belirlenerek açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda sanıkların dolaylı ikrarları, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamı itibarıyla, tahsilat makbuzlarının asılları ve dipkoçanlarında tahrifat yapan sanık Nilüfer’in, gerçeğe aykırı bu belgelere dayalı olarak yine gerçeğe aykırı şekilde inşaat ruhsatı düzenleyen sanık Feridun ile bu ruhsatı onaylayan sanık Nilgün’ün, ayrıca gerçeğe aykırı ön izin belgesi düzenleyen sanık Remzi’nin eylemleri sabit görülerek cezalandırılmalarına karar verilmiştir. Esasen sanıkların eylemlerinin sübutunda ve belirlenen bu oluşta bir uyuşmazlık da bulunmamaktadır.

Özel daire ile yerel mahkeme arasındaki uyuşmazlık, özde suça konu belgelerdeki sahtecilikte aldatıcılık unsuru bulunup bulunmadığı, buna bağlı olarak da sanıkların sabit olan eylemlerinin hangi suç niteliğine uyduğunun belirlenmesi noktasında toplanmaktadır.

Gerek yerleşmiş yargısal kararlarda, gerekse öğretide genellikle kabul gören görüşe göre evrakta sahtekarlık suçlarının hukuki konusu, kamunun güvenidir. Belgelerin gerçeğe aykırı olarak düzenlenmesi, gerçek bir belgeye eklemeler yapılması, tamamen veya kısmen değiştirilmesi eylemlerinin kamu güvenini sarstığı kabul edilerek suç sayılıp yaptırıma bağlanmıştır. Bu nedenle de fiilen bir zararın ortaya çıkması aranmamakta, zarar olasılığı yeterli görülmektedir.

Resmi evrakta sahtekarlık suçunda, evrakın sahte olarak düzenlenmesi yeterli olup kullanılması suçun oluşması için gerekli değildir. Bu nedenle zarar olasılığının bulunması için evrakta yapılan sahtekarlığın çok sayıda kişiyi aldatacak nitelikte olması, bir başka anlatımla belgenin nesnel olarak aldatma gücü olup olmadığının belirlenmesi gerekir. Belgede aldatma gücü olup olmadığını değerlendirmek, belge ile doğrudan ilişki kuran mahkemeye aittir. Mahkemece resmi belgede bulunması gereken başlık, sayı, tarih, imza, mühür vs. gibi zorunlu ögeler incelenmeli, nesnel olarak aldatma gücü olup olmadığı saptanmalıdır. Ancak aldatma gücü kavramının değişken ve göreceli bir kavram olması nazara alındığında açıklanan yöntemle sonuca ulaşılamazsa mahkemeye yardımcı olma ve aydınlatma bakımından konusunda uzman bilirkişinin görüşüne de başvurulabilir. Nitekim Ceza Genel Kurulu’nun 30.06.1998 gün ve 183-255 sayılı kararında da aynı husus vurgulanmıştır.

Bu açıklamalar ışığında somut olay ele alınıp değerlendirildiğinde;

Sanıkların sahte olarak düzenledikleri harç tahsiline ilişkin makbuzların dayanak alınarak kullanılması suretiyle yine gerçeğe aykırı olarak sahte inşaat ruhsatı, inşaatın ruhsat tarihinden 2 ay öncesinde başlayıp belli bir seviyeye ulaştığını kanıtlamak için de yine sahte olarak ön izin belgesi düzenlendiği, bu belgelerin kamu kurumlarına bildirilerek işlemler yapılmasının sağlandığı anlaşılmaktadır. Nitekim dosyada bulunan İzmir İl Bayındırlık Müdürlüğü’nün 3.12.1997 günlü inceleme raporu örneğinde bu belgelere dayanılarak, söz konusu inşaatın Kıyı Yasası ve Uygulama Yönetmeliği hükümlerine uygun yapıldığının bildirildiği görülmektedir. Yine, aynı belgelerin turizm teşvik belgesi için kullanıldığı da anlaşılmaktadır. Kaldı ki, İzmir Valiliğinin bu belgelerin varlığı karşısında kesin bir sonuca ulaşamayarak İçişleri Bakanlığından görüş istediği, yapılan kapsamlı araştırmada belgelerin sahteliğinin ortaya çıktığı da bir gerçektir. Her ne kadar mahkemece bilirkişi incelemesi yaptırılmış ve bilirkişi raporunda bir kısım belgelerin aldatma gücü olmadığını bildirmişse de bu tespitinin dosyadaki bilgi ve belgelere uymadığı anlaşıldığı gibi inşaatı yaptıran şirket tarafından ancak fotokopilerinin gönderilmiş olması karşısında makbuzların aldatıcılık ögesini taşıyıp taşımadığı hususunda bilirkişinin, görüş bildirilemeyeceğini beyan ettiği görülmektedir. Yerel mahkemece bilirkişi raporunun bu niteliği belirlenerek, genel ve hukuki bilgi ile dosyadaki belgelerin aldatma gücünün saptanması isabetlidir. Nesnel ölçülere göre, birçok kimseyi aldatabilecek nitelikte olduğu belirlenen belgelerin sahte olarak memur sıfatını taşıyan sanıklarca düzenlenmesinde TCY’nın 339/1. maddesindeki suçun unsurları oluşmuştur. Bu itibarla Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan bir kurul üyesi, <Haklı nedenlere dayanan Yargıtay Başsavcılığı itirazının kabulüne karar verilmelidir.> görüşüyle karşı oy kullanmıştır.

Sonuç: Açıklanan nedenlerle Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının REDDİNE, dosyanın yerine gönderilmek üzere Yargıtay C. Başsavcılığı’na TEVDİİNE, 03.07.2001 günü oyçokluğu ile karar verildi. (¤¤)

Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programları


T.C. YARGITAY
Ceza Genel Kurulu

Esas: 1986/6-210
Karar: 1986/440
Karar Tarihi: 13.10.1986

ÖZET: Sahtecilik suçlarına konu olan belgenin aldatma yeteneği olup olmadığının tartışılması ve belirlenmesi öncelikle duruşmayı yürüten ve bu konuda karar verecek hakimin yetki ve görevi içerisindedir. Hakim olayın ortaya çıkış, oluş ve akışını, düzenlenen belgelerle yapılan işlemleri göz önüne alıp sahetciliğin kolaylıkla anlaşılıp anlaşılamadığını bizzat saptamalı ve sonucuna göre belgelerde aldatma yeteneği olup olmadığını takdir ve tespit etmelidir. Ancak; bilimsel açıdan kesinlikle neden-sonuç ilişkisi kurulamayan konularda bilirkişiye başvurulabilir. Bilirkişi görüşünü de; olayın bütünlüğü içinde kanıtlara göre irdeleyip değerlendirmelidir. Olayımızda ise yerel mahkeme hakimi yukarıda yazılı hususları araştırmış, belge üzerinde bilirkişi incelemesine gerek olmadığına ilişkin yasal ve inandırcı gerekçeleri göstermiştir. Bu itibarla usul ve yasaya uygun bulunan direnme hükmünü sanığın temyiz itirazlarının reddiyle onanmasına karar verilmelidir.

(765 S. K. m. 345) (647 S. K. m. 4)

Dava: İftira ve evrakta satekarlık suçlarından sanıklar İhsan ve Ramazan'ın yapılan yargılamaları sonunda; İhsan'ın hükümlülüğüne, Ramazan'ın beraatine dair, (Akşehir Asliye Ceza Mahkemesi)nden verilen 29.11.1983 gün ve 50-465 sayılı hüküm,müdahil ve sanıkların temyizleri üzerine, Yargıtay 6. Ceza Dairesi'nce incelenerek bozulup yerine geri çevrilmiştir.

İlk hükümde direnmeye ilişkin aynı mahkemeden verilen 24.5.1985 gün ve 117-184 sayılı son hükmün Yargıtay'ca incelenmesi, sanık tarafından süresinde verilen dilekçeyle istenilmiş olduğundan, dosya C. Başsavcılığı'nın hükmün onanması istemini bildiren 7.4.1986 gün ve 6-7592 sayılı tebliğnamesiyle 1. Başkanlığa gönderilmekle; Ceza Genel Kurulu'nca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:

Karar: İftira ve özel evrakta sahtecilikten sanık İhsan'ın TCK.nun 345, 285/1, 59; 647 sayılı Kanunu 4. maddeleri uyarınca mahkumiyetine ilişkin hükmü Özel Daire (üzerinden tahrifat yapıldığı ileri sürülen protokol (ibra) başlıklı 29.3.1982 tarihli belge üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılarak tahrifatın iğfal kabiliyetini haiz olup olmadığını tespit olunmadan sahtecilikten yazılı şekilde hüküm kurulması) isabetsizliğinden oybirliği ile bozulmasına karar vermiştir.

Yerel mahkeme ise:

Sanık İhsan, bir oto alım-satımı ile ilgili olarak bizzat kendisinin düzenlediği, müşteki ve tanıklar tarafından imzalanan 29.3.1982 tarihli belgeye sonradan bazı ilaveler yaparak elinde kalan ve anlaşma dışında bulunan 4 adet 15.000 liralık senetleri hükümsüz kılmış, müşteki Ramazan tarafından vadesi gelen 15.000 liralık senetler Akşehir İcra Memurluğu'na tahsile konulduğunda, sanık İhsan, Akşehir İcra Tetkik Mercii Hakimliği'ne başvurarak borca itiraz etmiş ve delil olarak tahrif ettiği 29.3.1982 tarihli bu belgeyi ibraz etmiştir. Akşehir İcra Tetkik Mercii Hakimliği'nin sanığın ibraz ettiği ve tahrif edilmiş belgeye dayanarak 28.2.1983 gün ve 982/57 esas, 1983/16 sayılı kararla itirazı varit görülerek icra takibinin durdurulmasına karar vermiştir. Böylece resmi bir merci olan İcra Tetkik Mercii Hakimliğinin iğfal edilerek böyle bir karar alınabildiğine göre bu belgedeki tahrifatın iğfal kabiliyeti olup; olmadığının bilirkişiye incelettirilmesine gerek yoktur. Zira hakimliğin iğfal edilmesi, tahrifatın iğfal kabiliyeti olduğunu gösteren çok açık ve kesin bir delildir.

Sanık İhsan tahrif ettiği belgeyle icra tetkik mercii hakimliğinden takibatın durdurulması yoluna karar almakla yetinmemiş, yine bu belgeye dayanarak müşteki Ramazan hakkında savcılığa emniyeti suistimal iddiası ile şikayette bulunmuş ve savcılık sanığın tahrif ettiği belgeyi delil gösterilerek Ramazan hakkında bedelsiz senet kullandığı iddiası ile 11.2.1983 gün ve 1983/85-31 sayılı iddianamesi ile Akşehir Asliye Ceza Mahkemesi'ne kamu davası açmıştır. Cumhuriyet Savcılığı tahrif edilen belgeyi delil olarak değerlendirip kamu davası açmış olduğuna göre, resmi bir mercii olan C. Savcılığıda iğfal edilmiş olmaktadır. Bu nedenlerle belgenin iğfal kabiliyeti olup olmadığının bilirkişi incelemesi yaptırmak suretiyle incelenmesine gerek bulunmadığı görüş ve gerekçesiyle önceki hükümde direnmeye karar vermiştir.

Dosya içeriğine göre:

İlkokul öğretmeni olan sanık İhsan, Murat 124 Marka otusunu müşteki Ramazan ile trampa etmiştir. Sanık, müştekiye fazladan 200.000 lira verecektir üste ödeyeceği 200.000 lira için 13 adet 15.000, bir adet de 20.000 liralık bonoyu müştekiye vermiştir. Sanık bir ay sonra trampa suretiyle aldığı Opel otonun 6 silindirli olmayıp 4 silindirli olduğunu ileri sürerek anlaşmayı bozmak istemiş, müşteki sanığın otosuna 60.000 lira masraf ettiğini bildirerek 15.000 liralık 4 bonoyu iade etmemiş, diğerlerini sanığa iade etmiştir. Bu konuda tek nüsha bir ibraname düzenlemişler, ibranameyi sanık almıştır.

Kendisi tarafından düzenlenen müştekinin ve sanığın imzaladığı 29.3.1982 tarihli ibranamedeki geçerli olan 5.4.1982 tarihli bonoların geçersiz olduğunu tahrifat yapmak suretiyle yazmıştır. Müşteki tarafından vadesi gelen senetler icraya konunca sanık icra takibine itirazda bulunarak senetlerin geçersiz olduğunu idida etmiş ve tahrif ettiği ibranameyide delil olarak ibraz etmiştir. Akşehir İcra Tetkik Mercii 29.2.1983 gün ve 1983/16 sayı ile itirazı yerinde görerek icra takibinin durdurulmasına karar vermiştir.

Sanık ayrıca Akşehir C. Savcılığı'na bu belgeye dayanarak müşteki hakkında emniyeti suistimalden şikayette bulunmuş, müşteki hakkında C. Savcılığı'nca 11.2.1983 gün ve 1983/85-31 sayılı iddianame ile emniyeti suistimalden Akşehir Asliye Ceza Mahkemesi'ne kamu davası açılmıştır.

Yargıtay'ın yerleşmiş içtihatlarına göre:

Sahtecilik suçlarına konu olan belgenin aldatma yeteneği olup olmadığının tartışılması ve belirlenmesi öncelikle duruşmayı yürüten ve bu konuda karar verecek hakimin yetki ve görevi içerisindedir. Hakim olayın ortaya çıkış, oluş ve akışını, düzenlenen belgelerle yapılan işlemleri göz önüne alıp sahetciliğin kolaylıkla anlaşılıp anlaşılamadığını bizzat saptamalı ve sonucuna göre belgelerde aldatma yeteneği olup olmadığını takdir ve tespit etmelidir.

Ancak; bilimsel açıdan kesinlikle neden-sonuç ilişkisi kurulamayan konularda bilirkişiye başvurulabilir. Bilirkişi görüşünü de; olayın bütünlüğü içinde kanıtlara göre irdeleyip değerlendirmelidir.

Olayımızda ise yerel mahkeme hakimi yukarıda yazılı hususları araştırmış, belge üzerinde bilirkişi incelemesine gerek olmadığına ilişkin yasal ve inandırcı gerekçeleri göstermiştir.

Bu itibarla usul ve yasaya uygun bulunan direnme hükmünü sanığın temyiz itirazlarının reddiyle onanmasına karar verilmelidir.

Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme hükmünün istek gibi ONANMASINA, 13.10.1986 gününde oybirliği ile karar verildi.

Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programları