Mesajı Okuyun
Old 05-01-2012, 12:36   #56
janveljan

 
Dikkat

Alıntı:
Yazan Av.Evran KIRMIZI
Arkadaşlar o kadar güzel tartışıyorsunuz ki;imrendim.
Hemen söyleyeyim. Manevi tazminatın belirsiz alacak davası olarak açılabileceğine ben de katılmıyorum. Ta ki, Sayın Nevra Öksüz'ün yazdığı gibi, davacının duyduğu acı ve elemin karşılığının matematiksel olarak hesaplanabildiği bir sistem getirilene kadar.
Manevi tazminatın belirsiz alacak davası olarak açılamayacağına ilişkin Sayın Güntay'ın "tazminat miktarı hakim kararı ile belli olacaktır" fikrine ve Sayın Konyalı'nın "hakimin taleple bağlı olduğu ve Borçlar Kanunu'nda buna bir istisna getirilmediği" düşüncelerine aynen katılıyorum.
Ama ben manevi tazminatın belirsiz alacak davası olarak açılmasının uygulanamaz olduğunu düşünüyorum. Örneğin: Davacı fazlaya ilişkin haklarını saklı tutup 1.000 TL'lik dava açtı.Mahkeme zaten bu rakamın altında bir tazminat vermişse dava orada bitti. Çünkü fazlasını verecek olsaydı zaten verirdi. Bu noktada derdestlik ve/veya kesin hüküm nedeniyle başka dava açılamaz. Gelelim diğer şıkka: Hakim 1.000 TL verdi ve fazlaya ilişkin hakları saklı tuttu. Davacı fazlaya ilişkin hakları saklı 1.000 TL'lik bir dava daha açtı. Bu davalar nereye kadar gidecek? Altmışıncı davanın hakimi "Bu olay için 60.000 TL yeter, davanın reddine" diyene kadar mı?
Sonuç olarak; en başta söylediğim gibi manevi tazminatın hesabında matematiksel bir hesaplama söz konusu olmadığı sürece belirsiz alacak davası olarak açılmasını hem doğru hem de uygulanabilir bulmuyorum. Açılabileceğini söyleyen hocalara da bir çift sözüm var: İşçinin ücreti ve çalışma süresi ile kıdem, ihbar tazminatını hesaplayabileceğini, bu nedenle belirsiz dava açılmayacağını söyleyen hocalarımız; acaba bir uzvunu yada yakını kaybeden davacının duyduğu acının karşılığını hesaplayamayacağını mı düşünüyorlar? Bugün Türkiye'deki hakim sayısı kadar Hukuk Usulü'nün varlığında kendilerinin çok büyük katkıları vardır.


Değerli meslektaşım;bir davacının manevi tazminat talebini içerir davasını belirsiz alacak davası şeklinde açıp açamayacağını belirsiz alacak davasının açılması şartlarını düzenleyen HMK. 107. Maddesine bakarak söyleyebiliriz.

Alıntı:
107.madde;
Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği…hallerde,alacaklı …belirsiz alacak davası açabilir.


Bu davanın açılabilmesi için yegâne ve biricik şart davanın açıldığı tarihte alacağın miktarının tam ve kesin olarak belirlemesinin davacıdan beklenememesidir.

Kanun koyucu bunun dışında başka hiçbir şart aramamıştır.


Manevi tazminat taleplerinde davanın açıldığı tarihte manevi tazminat alacağını davacıdan tam ve kesin olarak belirlemesini bekleyebilir miyiz bekleyemez miyiz?
Bu sorunun cevabı evet ise belirsiz alacak davası açılabilir. Hayırsa açılamaz.

Bana göre ve pek çok meslektaşıma göre bekleyemeyiz. Dolayısıyla belirsiz alacak davası bal gibi açılabilir. Sizin cevabınız hayır davanın başında belirlemesi davacıdan beklenebilir şeklindeyse de size göre belirsiz alacak davası şeklinde açılamaz.

Yeni Usul kanunumuzla belirsiz alacak adı altında yepyeni bir ve oldukça kullanışlı bir dava çeşidi getirilmiş. Biz avukatların (ve doğal olarak hak arama uğraşı içindeki davacıların) oldukça işine yarayacak bir enstrüman.

Benim anlamakta zorlandığım şey şu, kanun koyucu tarafından bu davanın açılabilmesi için getirilen yegane şart dışında birtakım farazi, hayali şartlar ve engeller getirerek bu davanın kadük kalmasına sebep olarak neden tabiri caizse kendi ayağımıza sıkıyoruz.

Ben bir davacıysam yasanın bu davalar için aradığı yegâne şartı taşıyorsam bu davayı belirsiz alacak davası olarak açarım. Bundan sonrası benim sorunum değil hâkimin sorunu.

Manevi tazminat taleplerinin belirsiz alacak davası şeklinde açılmayacağı şeklinde kanaat belirten meslektaşlarımın ileri sürdüğü hâkimin takdir hakkının bölünüp bölünemeyeceği, duyduğum elem ve acının matematiksel olarak hesaplanıp hesaplanamayacağı, tazminatın belirlendiği anı hakimin karar anı olup olmadığı… bunların hiçbir benim sorunum değil(gerçi bana göre bunlar sorun da değil ya) uygulayıcı ve karar verici olan hakimin sorunu.

Ben kanun koyucunun bu davayı açmak için aradığı şartı taşıyor muyum taşımıyor muyum ona bakarım. Bu şartı taşıyorsam da bu hakkımı kullanır ve belirsiz alacak davamı açarım. Deliller toplandıktan, kusur miktarı belirlendikten, tarafların sosyal ekonomik durumları netleştikten sonra da ıslaha gerek duymadan ve hiçbir yasakla ve zamanaşımı itirazıyla karşılaşmadan kendimce belirlediğim manevi tazminat miktarını belirtir ve talep ederim.
Hâkim de talebimden fazla olmamak kaydıyla takdir hakkını kullanarak manevi tazminat miktarına hükmeder. Bunu yaparken hâkimden matematiksel hesaplamalar kullanmasını beklemem, takdir hakkının ne durumda olduğunu bölünüp bölünmediğini merakta etmem.

Sayın hâkimin takdir ettiği manevi tazminat miktarını az bulursam da temyiz ederim. Yargıtay’daki sayın hâkimler benim gibi düşünüyorlarsa “olaya uygun olmayan tazminat miktarının üç liradan beş liraya yükseltilerek kararın… şeklinde düzeltilmesine şeklinde karar verirler olur biter.