Mesajı Okuyun
Old 18-11-2012, 22:41   #5
Teknik_Uzman

 
Varsayılan

Evlilik birliğinin sarsılması sebebi; şikayetçinin başka bir hemcinsi ile mahrem bir ortamda, şikâyet edilenle yapılan herhangi bir eyleme dayandırılabilir. Çünkü evlilik birliği;

a) 'münasebete dayalı olarak bozuldu' dediğimizde; 'güncel ilişkilerin /tatmin yöntemlerinin/, malûm yöntemlerle sınırlı olmayacağı' hususu, karşı gerekçe olarak gösterilebilir.

b) 'birlikteliğe bağlı olarak bozuldu' dediğimizde ise; 'evli olanla geçirilmesi mümkün olan bir yakınlaşma ortamının /zaten evlilik kapsamında yapılması için sözleşilmiş olan bir tatminin/ başka biriyle karşılandığı' hususu, gerekçe olarak gösterilebilir.

Apaçık bellidir ki bu 'özel' ortamlar; ders çalışma, çay içme, iş konularını görüşme veya evlilik sorunlarını karşı cinsten bir ombudsmanla çözme, ... sınırlarını aşar. Genel temâyül ise; seçilen birliktelik ortamını, zikredilen suç mahâlli ile eşleştirme yoluna gitmektir.

Öte yandan 'ayrı' odalar veya 'ayrı' evler; fizikî /somut delil/ açısından 'birlikte kalmış'lığın karşıtı olduğundan, genelde başvurulan meşrû yöntemlerdir; üstelik bu görüşmeler de lobilerde, yahut usûlen tek yatak odası bulunan evlerde değil, seminer salonlarında veya internet odalarında makûldür. Masûmiyet; yakın konumda bulunan iki karşıt cinsin, derhâl cinselliğe eğilim duymak zorunda olmadıkları şeklinde tanımlanmış yahut iddia edilmiş olsa bile; olayı desenleyen diğer fizikî olgular, sığınılan ikinci kişinin, şikâyetçi olan (birinci kişinin) yerini almakla, aynı işlevi görmekle /yetkilerini kullanmakla/ zaten yitirilmektedir.

Bu resmî hükmün karşısındaki tek olası görüş; mevcut 'zinâ' tanımının gerçekleşmediğine dayalı bir masumiyetin cezalandırılmasının, şikâyet edilene karşı bir haksızlık olacağına ilişkindir. Ancak güven sarsıcı ortam, olayın içeriğine bağlı olarak değil, olayın zamanı ve mekânının iki kişi için eşleşmesiyle gerçekleştiği teâmülüne dayanır. Toplum yasaları, yahut bir güven ortamı; gözlenemeyen bir içerikle değil, belli bir amaçla veya niyetle inşaa edilen sahneden mütevellit sarsılır. Esasen bu sahne de; zaten içeriğin görülmesine, delil aranmasına da gerek bırakmaz!
Yani öte yandan bu bedensel 'zinâ' eyleminin ertelenmesiyle, belki de somut münasebete ilişkin delilleri ortada /arkasında/ bırakmamayı tasarlayan bir taammüd söz konusu olabilirdi çünkü. Yahut diğer yöntemlerle gerçekleştirilebilir olan muhtemel cinsel fiillerin, zaten delil üretebilirliğinin de bulunmayacağı beklentisi geçerlidir.

Aslında tarihteki olgulardan sağıldığında, değişmeyen tek şeyin; kişinin gerçekten ne yaptığını kanıtlaması, ne söylediğine bağlı değil; ancak somut delillerle ortaya koymasına bağlanmıştır. Çünkü gerçek; ilişkinin olup olmadığına değil, başka bir amaç/niyetle gidilebilir ortam olup olmadığına bağlı 'yorumlanır'. Yani konum, gerçektir; içerikse önemini yitirmiştir. Ancak yolda kalanı almak gibi, karşı cinsi açıkta bırakmamak gibi, kazadan kurtarıp tek sığınılan yer bulmak gibi bir amaç/niyetler geçerli olduğunda; belirtilen tüm içerik veya konum saptamaları birdenbire düşer!

Sonuçta bu resmî hüküm, hukuk mevzuâtındaki içtihattan ziyâde; gerçekleşenler ile beklentilerin uyuşmaması ve sonuçta da zan ile yahut başka bir amaçla ilişkilendirilememesinden kaynaklanan bir olayı usavurma işleminden ibarettir. Amaç/niyet tabanlı bir içerik belirlemesine dayanır.

Yani, her ne kadar siz, bir olayı mavzuât maddeleri içinde bulamasanız da, bu açığı kapatmak için üst düzeyde (ama hepimizde bulunan bir mekanizmanın işleyiş esaslarına göre) bir mantık yürütülür. Bu mantık; orada gerçekten ne olduğu ile yahut hangi düzeyde olduğu ile değil; orada ne için bulunulabileceğine (amaca/niyete) ilişkin hükümlerle sınırlı kalan bir 'boşluk doldurma' veya bir 'akıl dolgulama' işlemiyle yetinildiğini gösteriyor.
Savunma; başkaca bir amaç/niyet ilişkilendirmesi yapmadıkça, söz konusu bu hükmün, kendi doğruluğundan taviz vermesi de beklenemez.

Konuyu sunana çok teşekkürler..