Mesajı Okuyun
Old 09-11-2007, 15:29   #2
Sinerji Hukuk Yazılımları

 
Varsayılan

T.C. YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

Esas: 2000/4-843
Karar: 2000/856
Karar Tarihi: 03.05.2000

ÖZET : Yargı kararını uygulamamak, Kamu görevlisinin, kişisel kusurunu oluşturduğundan başka, ceza hukuku bakımından da, TCK.nun 228 nci maddesinde açıklanan "Devlet memurlarından her kim bir şahıs veya memur hakkında memuriyetine ait vazifeyi suistimal ile kanun veya nizamın tayin ettiği ahvalden başka suretle keyfi bir muamele yapar veya yapılmasını emreder veya ettirirse cezalandırılır." hükmünü ihlal eden suç niteliğinde olduğu ceza yargısı ile tesbit edilmiştir.

(2709 S. K. m. 125, 128, 137) (2451 S. K. m. 1)

Dava: Taraflar arasındaki "manevi tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 26.11.1998 gün ve 1998/556 E- 1998/800 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 12.5.1999 gün ve 1999/437-4353 sayılı ilamı ile; ( ...Dava, yargı kararının uygulanmaması nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir.

Davacı vekili, müvekkilinin Muhabere ve Elektronik Daire Başkanı iken 2.12.1997 de bu görevden alındığını, Ankara 4. İdare Mahkemesince yürütmeyi durdurma kararı verildiğini, Gümrük Müsteşarı olan davalının bu kararı süresinde uygulamadığını, daha sonra işlemin iptaline ilişkin kararı da süresi geçtikten sonra uyguladığını ileri sürmüştür.

Davalı ise kendisinin bir kusuru bulunmadığını, yürütmeyi durdurma kararından sonra süresi içinde gerekli yazıyı hazırlatıp Devlet Bakanına arzettiğini, ancak bakanın "uygulanmasın" şeklindeki talimatı gereğince davacının görevine iade edilemediğini, iptal kararından sonra ise, süresi içinde göreve iade edildiğini savunarak davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, davacının göreve iade edilmemesinin bakanın "uygulanmasın" şerhinden kaynaklandığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Bakanlıklar ve Bağlı Kuruluşlarda Atama Usulüne ilişkin 2451 sayılı kanunun birinci maddesinde; "Başbakanlık ve bakanlıklarla bunlara bağlı kuruluşlarda teşkilat kanunu bulunup bulunmadığına bakılmaksızın atama ve nakiller bu kanunda belirtilen usullere göre yapılır..." denilmekte ise de üçüncü maddesinde "Bu kanuna ekli cetvellerde yer almayan unvanları taşıyan kadro ve görevlere yapılacak atama ve nakillerde, bu kanunun kapsamına giren kuruluşların teşkilat kanunlarında veya özel kanunlarındaki hükümlerin uygulanmasına devam olunur..." denilmektedir. Davacının bulunduğu görev ekli cetvellerde yer almadığı için davacının atamasının Teşkilat Kanununa göre yapılacağı açıktır. Nitekim görevden alınması aşamasında da Teşkilat Kanunundaki usul uygulanmıştır. Gümrük Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki 485 sayılı Kanun Hükmündeki Kararnamenin 28. maddesine göre davacının atamasının müsteşar ( yani davalı ) tarafından yapılacağı anlaşılmaktadır. Davalının yetkili bulunduğu bir konuda bakanın "uygulanmasın" şerhine dayanarak davacıyı görevine iade etmemiş olması kendisini sorumluluktan kurtarmaz. Mahkemece yazılı şekilde davanın reddedilmiş olması yasal düzenlemeye uygun bulunmadığından bozmayı gerektirmiştir... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Karar: Dava, hukuksal nitelikçe yargı kararının uygulanmaması nedenine dayanan manevi tazminat istemine ilişkindir.

Davacı vekili; davacının Gümrük Müsteşarlığı Muhabere ve Elektronik Daire Başkanı iken 2.12.1997 tarihinde görevinden alındığını; idarenin bu kararı aleyhine Ankara 4. İdare Mahkemesi'nde iptal davası açtığını; idare Mahkemesi'nce, 26.3.1998 tarihinde 1998/42 esas sayı ile yürütmenin durdurulması kararı verildiğini, kararın Gümrük Müsteşarı olan davalının görevli olduğu idaresine, 21.4.1998 gününde tebliğ edilmesine rağmen, davalının bu kararı süresinde uygulamadığını; daha sonra îdare Mahkemesi'nce 7.7.1998 gün E. 98/42, K.98/717 sayılı kararla işlemin iptaline karar verildiğini; bu kararında süresi geçtikten sonra uygulandığını öne sürerek davalının manevi tazminata mahkum edilmesini istemiştir.

Mahkemece dava reddedilmiş, Özel Daire'ce yerel mahkeme kararı yukarda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur. Daha sonra mahkeme, Ankara 4. İdare Mahkemesi'nin yürütmenin durdurulması kararını Gümrük Müsteşarlığı Personel Daire Başkanlığı'nın üst yazısı ile, 21.5.1998 tarihinde, müsteşar olan davalı tarafından Bakan'ın takdirine sunulduğu, Devlet Bakanı Rıfat Serdaroğlu imzası ile "uygulanmasın" şerhini içeren yazılı emir verildiğini, o nedenle davalı müsteşarın buna uymak zorunda olduğunu bu bakımdan sorumlu tutulamayacağını; davacının, Bakan Rıfat Serdaroğlu aleyhine bir manevi tazminat davası açmayıp, sonraki asta karşı dava açmasının da hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğu gerekçesiyle önceki kararında direnmiştir.

Anayasa'nın 2. maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti Demokratik, Sosyal bir Hukuk Devleti'dir. Hukuk Devleti insan hak ve özgürlüklerine ön planda tutan, bu hakları koruyucu, adaletli bir hukuk düzeni kuran ve bunu sürdürmekle kendini yükümlü sayan, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yönetenlerin her türlü işlem ve eylemlerinin yargı denetimine tabi olan bir devlettir.

Gerçekte de, bireylerin devlete karşı güven duyabilmeleri, maddi ve manevi varlıklarını serbestçe, korkusuzca geliştirebilmeleri, ancak hukuk güvenliğinin sağlandığı bir sistem içinde olanaklıdır. Şu durum karşısında Hukuk Devleti ilkelerinin yaşamda tutulması, amacının sağlanması için bağımsız yargı kararlarına uymak kaçınılmaz bir zorunluluk olduğu açıktır, işte bu nedenledir ki, yasa koyucu, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine yargı yolunu açık tutmuş, yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uyma zorunluluğunu hükme bağlamıştır ( Anayasa Md.125, 138 ).

Ayrıca Anayasa'nın 138. maddesi hükmüne paralel olarak; 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu'nun 28. maddesinin 1. fıkrasıyla "Danıştay, Bölge idare Mahkemeleri, İdare ve Vergi Mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre, idare gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiç bir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez...." 4.fıkrasında ise; "mahkeme kararlarının otuz gün içinde kamu görevlilerince kasten yerine getirilmemesi halinde ilgili, idare aleyhine dava açabileceği gibi, kararı yerine getirmeyen kamu görevlisi aleyhine de tazminat davası açabilir." şeklinde bir düzenleme getirilmiştir.

Gerek öğretide, gerekse sapma göstermeyen yargısal içtihatlarda yargı kararlarına uygulamamanın, salt kişisel kusuru oluşturacağı benimsenmiştir. Hemen belirtelim ki, yürütmenin durdurulması kararları da nihai kararlar gibi bir mahkeme kararı olduğundan, yürütme ve idarenin uyma zorunluluğunda olduğu çok açıktır.

Öte yandan, idari yargı ve Danıştay'ca verilen yürütmenin durdurulması veya iptal kararlarının salt uygulanmaması, bu kararlan uygulamayan kamu görevlilerinin, zararın gerçekleşmesi halinde tazminatla sorumlu tutulmasını gerektirici bir olgudur. Diğer bir anlatımla sorumluluk için idare, o zamanın ( kamu görevlisinin ) ayrıca kin, garez, husumet ve benzeri duyguların etkisi altında hareket ettiklerinin araştırılmasına gerek yoktur. Salt yargı kararının yerine getirilmemesi sorumluluk için yeterli bir unsurdur ( Bkz. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 22.10.1979 T. 7/2 sayılı kararı ).

Ayrıca yargı kararını uygulamamak, Kamu görevlisinin, kişisel kusurunu oluşturduğundan başka, ceza hukuku bakımından da, TCK.nun 228 nci maddesinde açıklanan "Devlet memurlarından her kim bir şahıs veya memur hakkında memuriyetine ait vazifeyi suistimal ile kanun veya nizamın tayin ettiği ahvalden başka suretle keyfi bir muamele yapar veya yapılmasını emreder veya ettirirse cezalandırılır." hükmünü ihlal eden suç niteliğinde olduğu ceza yargısı ile tespit edilmiştir ( Bkz. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 5.5.1998 T. E.98/14- MD. 122, K. 1998/167 sayılı kararı ).

O halde yargı kararını uygulamamak suçtur. Konusu suç teşkil eden bir emir, hiçbir suretle yerine getirilmez. Yerine getiren kimse ise sorumluluktan kurtulamaz ( Anayasa Md.137/2. ).

Kaldı ki, Gümrük Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki 485 sayılı Kanun Hükmündeki Kararname'nin 28. maddesi "23.4.1981 tarihli ve 2451 Sayılı Bakanlıklar ve Bağlı Kuruluşlarda, Atama Usulüne İlişkin Kanun hükümleri dışında kalan memurların, atanmaları Müsteşar tarafından yapılır. Müsteşar bu yetkilerini gerekli gördüğü alt kademelere devredebilir" denilmektedir. Davacının bulunduğu görev 2451 sayılı Yasa'ya ekli cetvellerde yer almadığından, davacının atamasının davalı müsteşar tarafından yapılacağında, kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır. Bu durumda Müsteşar olan davalının yargı kararının uygulanıp uygulanamayacağı konusunda Bakan'ın görüşüne başvurması, az yukarda açıklanan atama usul ve yetki sınırları karşısında hukuki bir geçerliliği bulunmamaktadır.

Tüm anlatımların ışığında; Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bozma nedenidir.

Sonuç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 3.5.2000 gününde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)

Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programları
**************************************