Mesajı Okuyun
Old 13-07-2004, 21:42   #12
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Türkiyeli Kadınlar Hâlâ Sığınaksız
Mor Çatı'dan Işık, "Türkiye'de hâlâ kadın gelinlikle girdiği evden kefenle çıkar
anlayışı hakim" diyor. Belediyeler Yasası'na göre, "korumaevleri"ne başvuruların
"aile içi şiddet"le sınırlanmamasının "kadına yönelik şiddeti
görünmezleştireceğini" söylüyor


---------------------------------
Birgün Gazetesi
12/07/2004 İrfan AKTAN irfanaktan@mynet.com
---------------------------------
BİA (İstanbul) - Sığınmaevlerinin yaygınlaşmasıyla birlikte, "kadın gettoları"
oluşabileceğini söyleyen dostların kafamızda oluşturduğu soruları,
sığınmaevlerinin yaygınlaşması için uzun yıllar mücadele veren ünlü feminist
Nazik Işık'a danıştık.

İsmiyle müsemma Nazik Işık, kadın sığınmaevlerinin tarihini, kadınların
ihtiyaçlarını, "ağır erkeklik halinin" gerilediği noktayı, Ankara'nın ağır
sıcağına karşın iki saat boyunca sorularımızı yanıtlayarak anlattı.

Türkiye'de şu an kaç sığınmaevine ihtiyaç var?

Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkelerde her 8-10 bin yetişkin kadın nüfusa bir
sığınmaevi öngörülüyor. Sadece evli ev kadınlarını düşünsek, 12 milyon ev
kadınının olduğu bir ülkede yaşadığımıza göre, bizim en az bin 200 sığınmaevimiz
olmalı.

Halen devletin sekiz, belediyelerin dört sığınmaevi var. Kadın kuruluşlarınınsa
açık tek bir sığınmaevi yok. Zaten kadın hareketinin 15 yılı aşmış olan şiddetle
mücadele tarihinde ancak iki sığınak oldu. Birincisini, 1993'te Kadın Dayanışma
Vakfı Ankara'da, ikincisini Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı 1995'te İstanbul'da
açtı. Mor Çatı'nın sığınağı Eylül 1999'dan beri kapalı. Kadın Dayanışma'nınki de
son yerel seçimlerden sonraki belirsizlik nedeniyle tekrar kapandı.

Merkezi ya da yerel devlet sığınaklarının yatak kapasitesi ise sadece 250.
Devletin 1994 tarihli yaygınlık araştırması ise, evli her üç kadından en az
birinin kocasından fiziksel şiddete uğradığını söylüyor. Yine sadece evli ev
kadınları üzerinden hesaplarsak bu en az 4 milyon kadın dövülüyor demek.

Bu sayıları birarada düşününce durum gayet açık: Kadınların sığınağa ihtiyacı
var ama sığınak yok. Bu alanda devletin bir ihtiyaç araştırması ve hizmet
planlaması yok. Kadına yönelik aile içi şiddete dair devletin yaptırdığı ilk ve
son yaygınlık araştırması, 1993-94'te yapıldı, yani artık çok eski.

Çok sayıda sığınmaevi olursa, şiddet gören kadınlar bir ölçüde kamusal alandan
çekilecek, bunun sonucunda bir kadın gettosu yaratılmış olmayacak mı?

Sığınmaevi, evdir, bildiğimiz, yaşadığımız evlerden farksız, kadınların,
hayatlarını yeniden düzenlerken geçici bir süreyle barındıkları güvenli bir ev.
Örneğin, kadınlar, Kadın Dayanışma Vakfı'nın sığınağında ve devletin
konukevlerinde -zorunlu haller hariç- en çok üç ay kalırlar. Sığınak, kadının
dışına çıkamayacağı bir köy değil, kadının hayatını orada ve koruma altında
tamamlaması söz konusu değil.

Sığınmaevleri ilk kez ne zaman kuruldu?

İlk sığınmaevleri 1974'te ikinci dalga feminist hareket tarafından İngiltere,
Fransa ve Almanya'da açıldı. Kadın hareketi sığınmaevlerini kadına yönelik
şiddete karşı kampanyalar sırasında keşfetmiş. Tarih adeta tekerrür etti; biz de
danışma merkezi ve sığınmaevi gerektiğini 1980'lerde "dayağa hayır" kampanyası
sırasında keşfettik.

Sığınmaevlerine daha çok hangi kadınlar, nasıl başvuruyor?

Kadınlar, çoğunlukla telefonla arar. Karakoldan gelen de olur, hastaneden gidip
aldığımız kadınlar da oldu. Genellikle evli, ortalama iki çocuklu, ilkokul
mezunu, 20-35 yaş arasında ve hayatı boyunca ev dışında çalışmamış kadınlar
başvuruyor. Demek ki, ücretsiz destekler yoksul kadınlar için çok lazım.

Yasalara göre eşine şiddet uygulayan erkek, evden uzaklaştırılabilir...

Ama otomatik birşey değil bu. 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun'a göre,
kadın şikayetçi olursa ya da kadının şiddete uğradığına tanık olan biri şikayet
ederse, mahkeme de karar verirse koca evden uzaklaştırılabilir.

Bu hakimin takdir yetkisinde bir şey. Mesela, hakim, özellikle içki içtiği zaman
şiddet uygulayan kocaya içki yasağı getirebilir, adamın silahını emanete
aldırabilir, karısına telefon etmesini, evin yakınına gelmesini bir süre için
yasaklayabilir.

O halde erkek, sığınmaevlerinin yaygınlaşmasıyla birlikte, kendisi evden çıkmak
yerine, eşini sığınmaevine gitmeye zorlamaz mı?

İlkin, sığınmaevinin yaygınlaşmasıyla erkekleri evden uzaklaştırma kararları
arasında bir ilişki yok. İkincisi, kırsal alanda, küçük yerleşimlerde bu
kararları almak mümkün değil, oralarda hakimlerin bu kanundan haberi olduğundan
bile emin değilim. Üçüncüsü, Türkiye'de karısı sığınağa gitmiş erkek olmak
erkeklik açısından iyi bir ün değil, kadının evi terk etmesi, kocanın kadını
evde tutamaması, güçsüzlük demek. Yani erkeğin kadını göndermesi zor. Kadın,
ancak kaçıp sığınıyor.

Bir de 4320 sayılı Kanun resmi nikahlı karı-koca arasındaki şiddetle sınırlı.
Oysa, Ceza Kanunu'yla ilgili olarak da söylediğimiz gibi, milyonlarca kadın imam
nikahıyla evli. Kumalık da birlikte yaşamak da gerçeklerimiz.

Aileiçi şiddet sadece kocanın karısına uyguladığı şiddetten ibaret değil; evli
ya da değil, babasından, ağabeyinden şiddet gören kadınlar, boşanmış olup eski
kocasından şiddet görenler var.

Bütün bu kadınlar bu kanundan yararlanamıyorlar. Ayrıca, hakimin kararına
uymamak da yaygın. Herkesin evinin önüne polis dikilemiyor. Hakim kocayı evden
uzaklaştırma kararı verse de, kadın can güvenliği için sığınmaevine sığınabilir.

Sığınmaevi her ne kadar bir alternatif olsa bile sonuçta, şiddet gören kadın
aynı zamanda kendi evinden uzaklaşıyor. Buna rağmen sığınmaevleriyle ilgili
düzenleme neden bir kazanım olarak görülüyor?

Çünkü sığınak, şiddet gören bir kadın için bir güvence. Türkiye'de pek çok kadın
kocasından şiddet görmesine rağmen kendi ailesinin yanına dönemez. O kapı kadına
kapalı. "Koca evine gelinlikle girilir, kefenle çıkılır" anlayışı hala çok
yaygın.

Abi kapısı kapalı; çünkü büyük olasılıkla o da karısını dövüyor ve karısı
tahammül ediyor, bu abi kardeşinin neden tahammül edemediğini bile anlamaz. Baba
da böyle. Anne, kendi deneyimlerine dayanarak, "kırkına kadar dayan, sonra
azalır" diyor, zaten elindeki imkanlar da sınırlı. Yani, kadının gidecek yeri
yok.

Sığınmaevi, gidecek yeri olmayan kadınlar için güvence, gidecek yer, önemli,
değerli olduğunu hatırlatan açık bir kapı. Sığınaklara başvuran kadınlar
genellikle yoksul. Yani, bir otele gitmeye cesareti yetse parası yetmez.
Kadınlar her toplumun yoksulları, mesela Türkiye'de mülkiyetin ancak yüzde 8'i
kadınların. Arkadaş-komşu evinde 2-3 çocukla ne kadar kalınabilir?

Evli her üç kadından biri kocasından dayak yiyorsa sığınmaevi ihtiyaçtır. Bir
de, sığınak sayısı artarsa, özellikle kocasından ya da ailesinden mesela namus
cinayetine kurban gitmemek için saklanan kadınların izini kaybettirmek de
kolaylaşacak.

Peki sığınmaevleri gerçekten de yeteri kadar hizmet verebiliyor mu?

Devletin belirlediği standartlar var. Aslolan sığınağın kadını şiddetten
uzaklaştırması, can güvenliği sağlaması. Sığınak, kadının şiddetten kurtulmasına
yeter mi? Her zaman değil. Örneğin, kadınların yüzde 60-70'i kadın ilk 10 gün
içinde şiddet gördüğü eve geri döner. Çünkü, şiddetten uzak bir yaşam kurmak
için gereken gücü henüz toplamamıştır. Ama, kadın eve dönse de sığınak deneyimi
çok yararlı. Zaten tekrar gelir, neredeyse mutlaka geri gelir.

Örneğin Almanya'da kadınların arabalarını park etmeleri için özel park alanları
olduğu söyleniyor. Bu belki kadını tacizden koruyor ama yine de bir ayrıştırmaya
ve belki de kadına yönelik şiddeti başka boyutlara taşımaya da neden olmuyor mu?

Bence sığınak gettolaşma yaratmaz. Çünkü kadınları kamusal hayattan koparmaz.
Sığınak, oturduğunuz apartmandaki herhangi bir daire olabilir. Kapısında
"sığınak" diye yazmaz, çünkü güvenlik için gizli olmak zorundadır. Ama orada
kalan kadınlar hapis değildir; dışarı çıkar, alışveriş yapar, tehlikeli
olmayacaksa işe gider, işi yoksa iş arar, ev arar...

Kadınların, sığınmaevlerinin yaygınlaşmasının önünü açan yerel yönetimler
yasasına bazı itirazları oldu. Nedir bu itirazlar?

Önerge, sadece büyükşehir belediyeleri ve nüfusu 50 binden fazla olan
belediyelerin sığınak açmasını öngörüyordu. Danışma merkezleri olmadan,
sığınmaevlerinin anlamlı olmaz. Sığınağın adresi gizli, siz ona ancak danışma
merkezinden ulaşabilirsiniz, oysa yasada kadın danışma merkezlerine dair bir
hüküm yok.

Sığınmaevlerinin belediye bünyesine alınması süreklilik açısından sorun yaratır
mı?

Belediyelerin bütçelerini buna göre düzenlemezseniz, evet. Belediye
yönetimlerinde süreklilik yok. Mesela Yenimahalle Belediyesi'nde başkan
Cumhuriyet Halk Partiliydi (CHP), Kadın Dayanışma Vakfı ile protokol yaptı,
Mart'ta Adalet ve Kalkınma Partili (AKP) aday seçildi ve danışma merkezini
kapattı, sığınağa da pratikte destek vermiyor. Yani, politik süreklilik
olmayınca kurumsal süreklilik de olmuyor.

Her yönetim, önceki yönetime karşı olarak geliyor, ideolojik veya kurumsal
olarak öncekinin yaptığını sürdürmek istemiyor. İstanbul'da Bakırköy, Güngören,
Şişli, Ankara'da Altındağ ve Yenimahalle'de yaşadığımız sorun, hep belediyenin
sosyal demokrat bir partiden muhafazakar bir partiye geçmesiyle çıktı.
Muhafazakarların aileye ve kadına bakışı sığınakları doğru anlamalarını
engelliyor.

Ama sığınmaevlerinin yaygınlaşmasını sağlayacak değişiklik, muhafazakar bir
hükümet döneminde yapıldı?

Evet, ama adına "sığınak" değil "korumaevi" dediler. "Koruma" muhafazakarların
sevdiği, kadını zayıf, muhtaç olarak algılamaya elverişli bir sözcük. Bir de,
devletin sığınaklarında olduğu gibi bu evlere de sadece aileiçi şidet nedeniyle
gelen kadınlar değil, aynı zamanda, örneğin cezaevinden çıkmış gidecek yer
olmayan veya kocası ölmüş evsahibi de kadını evden çıkarmış kadınlar da
gelebilecekler.

Bu olumsuz birşey mi peki?

Evet, şiddeti görünmezleştiriyor, kadına geleneksel bakışı sürdürüyor. Kanuna
"sığınmaevi", "aile içi şiddete uğrayan kadınlar için" diye yazılsaydı AKP'nin
eski muhafazakar anlayıştan koptuğunu, "sığınmaevleri aileyi parçalar, dağıtır"
demediğini düşünebilirdim. Şimdi AKP'nin yeni muhafazakarlığının kadın açısından
bir yenilik içerdiğine dair kuşkum sürüyor. Yine de, belediye kanununa eklenen
bu görev önemli bir gelişme.

Sığınmaevleri gerçekten de ailenin parçalanmasını, kadının istediği zaman evden
ayrılmasını teşvik ediyor mu?

Sığınmaevlerinin varlığı kadınları güçlendirir. Kocasından, ailesinden şiddet
gören kadınlar güçlü olduklarında buna daha az tahammül ediyorlar. Ama, aile
parçalanmasın diye kadını aşağıda, geride, şiddete mahküm mu tutacağız?

Sığınmaevlerinin yaygınlaşmasını sağlayacak yasal düzenlemeye benzer bir adımı
İran 2000 yılında atmış. Türkiye bu konuda çok mu geride?

Dediğiniz gibiyse, evet. Ama halen yürürlükte olan 1580 sayılı Belediyeler
Kanunu da yapmak isteyen belediyeye, "olmaz, yapamazsın" demiyor. 1580, biz
1993'te ilk bağımsız sığınmaevini açarken, bizi de belediyeyi de engellememişti.
Ama yasada sığınak açmayı teşvik eden, hatırlatan açık bir görevlendirme olması
daha iyi.

Avrupa ülkelerinde sığınmaevlerine en fazla Türk kökenli kadınların başvurduğu
doğru mu?

İstatistiksel olarak bilmiyorum ama, örneğin Berlin'de çok Türkiyeli var, 70
kişi kapasiteli 1.Ev'de kalan kadınların % 10-15'i Türkçe konuşan kadınlardı. Bu
çoğunluk demek değil, ama en fazla mıdır, bilmiyorum. Küçümsenemez bir oran
olduğunu, göçmenlik sorunlarının aile içi şiddetin ortaya çıkmasını
kolaylaştırdığını biliyorum.

Belediye Kanunu'nda yapılan değişiklikte kadın hareketi ne kadar etkili oldu?

Önergeyi veren Serpil Yıldız ve A.Faruk Ünsal "CEDAW Şampiyonları"ndan ikisi.
CEDAW şampiyonlarını Uçan Süpürge'de biz seçtik, teklif ettik, kabul ettiler.
Şimdi hak etmek için çalışıyorlar.

Bence belediyelerde sığınak önergesi kadın hareketiyle doğrudan ilişkili bir
girişim, kaç yıllık emeğimizin sonucu. Biz, 15 yılı geçti, şiddete hayır
diyoruz. Bir de, dünyada kadınlar lehine bir rüzgar esiyor. Gelecek 5-10 yıl
Türkiye'de de güçlü bir kadın lehine rüzgar esecek. Bu rüzgar kadınları siyasete
de yerel ya da ulusal meclislere de daha güçlü şekilde taşıyacak.

AB uyum sürecinde olmasaydık, kadınlar bu kazanımları ne zaman elde
edebilecekti?

Sosyal alanda bu tür tahminlerde bulunmak çok güç ama, bence, AB sürecinde
olmayan bir Türkiye kadınlar için daha zor, daha yavaş ilerlerdi. AB ile işler
hayal ettiğimiz gibi gitmezse, ciddi başka politik sonuçlar olur; örneğin geri
çevrilmiş, püskürtülmüş olmanın acısı milliyetçiliği, islamcılığı kabartır. Bu
da kadının lehine olmaz.

Nazik Işık kimdir?

1957 İzmir doğumlu. 1978 Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat-Maliye Bölümü
mezunu. Ankara Üniversitesi'nde Ekonomi ve Londra Üniversitesi'nde Kalkınma
Çalışmaları Yüksek Lisansı yaptı. Ekonomist. Devlet Planlama Teşkilatı'nda
planlama uzmanı olarak çalıştı. Ka-Der'de danışmanlık, Kadın Dayanışma Vakfı'nda
koordinatörlük ve Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü'nde Genel Müdür
Yardımcılığı yaptı. Kadın sığınma evleri için yıllardır mücadele veriyor. Kadın
sorunlarıyla ilgili çok sayıda makalesi yayınlandı. Halen Uçan Süpürge, AB ve
Dış İlişkiler Danışmanı. Evli ve iki çocuk annesi. (İA/BB)