Mesajı Okuyun
Old 20-06-2008, 17:15   #2
Av.Feridun Yurtsever

 
Varsayılan

Müteselsil sorumluluğğun esası, borçluların aynı anda ve toplam meblağ üzerinden sorumlu olmasıdır. Müteselsil borçlulardan birisi, borcun tamamını veya bir kısmını öderse, iç ilişkide, kendi payına düşen miktar dışında kalan miktar açısından rücu hakkı vardır. Sizin de dile getirdiğiniz gibi, ilk bakışta haksızlık gibi görünse de, müteselsil borçluluğun hukuki niteliği gereğidir. Yani, alacaklıya karşı müteselsil sorumlu iseniz, diğer borçluların ne yaptığı dış ilişkide önemli değildir. Bilirkişi raporuna ben de katılıyorum. Yardımcı olabileceğini düşündüğüm bir kararı da aktarıyorum. İyi çalışmalar.

T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi

E:1978/8214
K:1979/2031
T:16.02.1979

MÜTESELSİL BORÇLULARIN BORÇTAN KURTULMALARINI GEREKTİREN HALLER (İFA - TAKAS - SAİR HALLER)
SULHUN DİĞER SORUMLULARA ETKİSİ (OBJEKTİF VE SUBJEKTİF ETKİLİ SULH)
TAM VE EKSİK TESELSÜL (BENZERLİKLERİ - AYRICALIKLARI)
ZARARA UĞRAYANIN ZİNCİRLEME SORUMLULARDAN OLAN ŞOFÖRLE SULH OLMASI
ZİNCİRLEME SORUMLULUK

1 - Tam teselsülde olduğu gibi, eksik teselsül hükümlerince zincirleme sorumlu olan müteselsil borçlu, talep edilen kısmın kendi borcunu aştığı gerekçesiyle ifadan kaçınamaz; diğer bir söyleyişle alacaklının ifa için başvurmuş olduğu bir müteselsil borçlunun ona karşı (taksim savunması) nı ileri sürmek hakkı yoktur.

2- Hatta alacaklı, bir müteselsil borçluyu dava edip ödetme kararı almış olsa bile, alacağını tahsil etmediği sürece, diğer müteselsil borçlular aleyhine aynı alacaktan ötürü dava açmasına ve mahkemece de "ödetmede tekerrür etmemek" kaydıyla tahsil kararı verilmesine yasal bir engel yoktur.

3- Borçluların borçtan tamamen veya kısmen kurtulabilmeleri, alacaklının bil fili tatmin edilmiş bulunması halinde mümkündür (ifa ve takas). Bunun aksinin kabul edilebilmesi "ya alacaklının teselsülden açıkça feragat etmiş olmasına, ya da böyle bir feragatın durumdan kesin olarak anlaşmasına" bağlıdır.

4- Müteselsil borçlulardan birinin borçtan kurtulması sonucunu doğuran sebeblerden, diğer borçlulara da sirayet edebilecek olan haller genellikle (kusursuz olanaksızlık, ibra, tecdit, sulh ve zamanaşımı) dır.

5- Sulh; maddi hukuk bakımından borcu ve usul hukuku bakımından ise davayı sona erdiren bir sözleşmedir.

6- Müteselsil borçlulardan birinin alacaklı ile akdi etmiş olduğu sulh, alacaklının tatmin edilmesi sonucunu doğurmuşsa, bütün borçlulara sirayet eder. Ancak alacaklının, sulh için müteselsil borçlunun kendisine teklif ettiği menfaat karşılığında sulh yoluyla diğer borçluların da borçtan kurtulmaları amacıyla hareket ermiş bulunması, yani sulhun objektif etkili olması lazımdır.

818 s. BK m. 41,50,51,55, 141/2,142/1, 145/1,2
6085 s. Trafik K m. 50
1086 s. HUMK m. 94

Taraflar arasımdaki trafik kazasından doğan destekden yoksün kalma ve manevi tazminat davası nedeniyle yaPılan yargılama sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı 5450 lira 41 kuruş maddi ve 11000 lira manevi tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacılara ödenmesine ilişkin hakimin süresi içinde davalı Ömer Samiden gayri taraflar avukatlarınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşuldu

1- Davalılardan Ali Rıza, davacıların desteğinin ölümü ile sonuçlanan trafik kazasına 'karışan aracın sahidi ve işleticisi, diğer davalı Ömer Sami şoförüdür. Bu itibarla davalı Ali Rıza 6085 sayılı Trafik Yasasının 50. ve diğer davalı Ömer Samiden BK.nun 41. maddesi hükümlerince davacılara karşı müteselsilen sorumludur. Bu sorumluluk muhtelif hukuki sebeblerden kaynaklandığından anılan teselsül, BK.nun 51. maddesinin öngördüğü eksik (nakıs) teselsül niteliğindedir. Tam teselsülde olduğu gibi (BK. 50), eksik teselsülde de sorumlulardan her biri tazminat borcunun tamamından sorumludur. BK.nun 142/1. maddesi hükmüne dayanarak alacaklı ya da zarara uğrayan, sorumlulardan dilediğine başvurarak alacağının tamamını veya bir kısmını istemekte serbesttir; sorumlulardan birinin zararı ödemesi halinde, diğerleri bu oranda borçtan kurtulurlar. Bu bakımdan tam teselsül ile eksik teselsül arasında bu yönden bir benzerlik mevcuttur. Bunun içindir ki, alacaklının talebi üzerine müteselsil borçlu, talep edilen kısmın kendi borcunu aştığı gerekçesiyle ifadan kaçınamaz; başka bir deyimle alacaklının ifa için başvurmuş olduğu bir müteselsil borçlunun ona karşı "taksim def'i"ni (beneficium divisionis) dermeyan etmek hakkı yoktur (141/2). Çünkü, diğer borçlular gibi bu borçluda edimin tamamından sorumlu bulunmaktadır. Borçlular arasında sorumluluğun başka şekilde tesbit edilmiş olması ve örneğin bu borçlunun haddizatında borcun belli bir kısmından dahi sorumlu bulunmaması, borçlular arasındaki dış münasebet açısından hiçbir rol oynamaz; yani alacaklıyı hiçbir şekilde ilgilendirmez. Borç, iç münasebette borçlular arasında ne şekilde taksim edilmiş olursa olsun, alacaklı edimin tamamını borçlulardan herhangi birinden talep etmek hakkına sahiptir. Hatta alacaklı, bir müteselsil borçluyu dava edip tahsil hükmü almış olsa dahi, alacağını tahsil etmediği sürece diğer müteselsil borçlular aleyhine aynı alacaktan ötürü dava açılmasına bir yasal engel ve mahkemece de "ödetmede tekerrür etmemek" kaydıyla tahsil kararı verilmesinde bir yasal sakınca yoktur. Borçluların borçtan tamamen veya kısmen kurtulabilmeleri, alacaklının bilfiil tatmin edilmiş bulunması halinde söz konusu olabilir (BK. 145/1). Bunun aksinin kabul edilebilmesi için, ya alacaklının teselsülden açıkça feragat etmiş olması, yahutta böyle bir feragatın durumdan kesin olarak anlaşılması lazımdır (Turgut Akıntürk - Müteselsil Borçluluk Ankara 1971 - Sayfa 164, dip not 21 ve orada anılan eserler). Temyiz incelemesine konu edilen bu davada her iki durum da söz konusu değildir.

Ancak, her iki davalı aleyhine tazminat davası açıldıktan sonra davacılardan Saike kendisine asaleten ve çocukları Fatma, Hülya ve Ahmet'e velayeten verdiği 21.2.1976 günlü ve yine duruşma sırasında mahkemeye ibraz ettiği tarihsiz (ek 11/6) iki dilekçe ile davalılardan Ali Rıza ile sulh olduğunu ve hakkındaki davasından feragat ettiğini bildirmiştir. Her iki dilekçe birlikte incelendikte; davacı Saike'nin kendisi ve velayeti altında bulunan davacı çocukları Fatma, Hülya ve Ahmet adına maddi ve manevi tazminatları karşılığında 10.000 lira almak suretiyle davalılardan şoför Ali Rıza ile sulh oldukları ve sulh sözleşmesine dayanarak adı anılan davalı hakkındaki davalarından feragat ettikleri anlaşılmaktadır. Esasen bu konuda taraflar arasında da bir uyuşmazlık yoktur. Yerel mahkeme, davalılardan Ali Rıza ile bir kısım davacının yapmış Olduğu sulh sözleşmesine dayanarak araç sahibi olan diğer davalı Ömer Sami hakkındaki davayı da reddetmiş bulunmaktadır. 0 halde, bu davada soruna, sulh sözleşmesi yönünden bakılmasında ve böyle bir sözleşmenin diğer davalı hakkında doğuracağı hukuksal sonucun ne olacağının saptanmasında zorunluk vardır.

Bilindiği gibi müteselsil borçluların borçtan kurtulmalarını gerektiren haller iki grupta mütalaa edilmektedir. Bunlardan birincisi "bütün borçluların borçtan kurtulması" halidir ki, bu nitelikteki kurtulma ya alacaklının tatmin edilmesi suretiyle ya da tatmin edilmeksizin olur. "Alacaklının tatmin edilmesi suretiyle kurtulma" BK.nun 145/1. maddesinde düzenlenmiş olup, bu haller (ifa) ve (takas) olmak üzere iki tanedir. "Alacaklının tatmin edilmesi suretiyle kurtulma" şeklinde isimlendirilen bu halin dışında, borçlulardan birinin bir eylemi, muamelesi veya içerisinde bulunduğu hukuk iki durumun diğer borçlulara sirayet etmesi, başka bir deyimle, bu borçlunun ifa ve takas dışındaki bir sebeple borçtan kurtulmasının diğer borçluların da borçtan kurtulmaları sonucunu doğurması mümkündür. Bunun hangi hallerde soz konusu olabileceği BK.nunda açıkça belirtilmemiş, sadece BK.nun 145. maddesinin 2. fıkrasında aynen "eğer müteselsil borçlulardan biri borç tediye olunmamış iken ondan tahallus etmiş ise, diğer borçlular ancak halin veya borcun mahiyetinin irade ettiği nisbette, bu beraatten istifade edebilirler denilmiştir.

Borçlulardan birin in borçtan kurtulması sonucunu doğuran sebeblerden, diger borclulara da kısmen sirayet edebilecek olan haller genellikle (kusursuz imkansızlık, ibra, tecdıt, sulh ve zamanasımı)dır. Bu davada bir kısım davacılarla davalı asıl fail Ömer Sami arasında yapılan anlaşmanın sulh niteliğinde Olduğu kuşkusuzdur. Zira, alacaklı durumundaki bir bölüm davacılar alacaklarına karşılık bir miktar tazminat almış olduklarından ortaya bir sulh sözleşmesi çıkmıştır (Feyzi Necmettin Feyzioğlu - Borçlar Hukuku - Genel Hükümler - Cilt: II İstanbul 1977, Sayfa 427). Gerçekten Sulh (Vergleich), tarafların arasındaki hukuki münasebete ilişkin bir uyuşmazlığa veya şüpheli bir duruma son vermek amacıyla karşılıklı rıza ve feda,karlıkla yapmış oldukları bir sözleşmedir. Sulh maddi hukuk bakımından borcu, usul hukuku bakımından ise davayı sona erdiren sebeblerdendir (Turgut Akıntürk - Müteselsil Borçluluk - Ankara 1971 - Sayfa 187).

Müteselsil borçlulardan birinin alacaklı ile akdetmiş olduğu sulhun, diğer borçlulara ne oranda tesir edeceği konusunda doktrinde çoğunlukla ileri sürülen görüşe göre: sulh, alacaklının tatmin edilmesi sonucunu doğurmuşsa bütün borçlulara sirayet eder. Ancak alacaklının, sulh için müteselsil borçlunun kendisine teklif ettiği menfaat mukabilinde sulh yoluyla diğer borçluların da borçtan kurtulmaları maksadiyle hareket etmiş olması lazımdır. Aksi takdirde, yani alacaklının tatmin edilmiş olmasının söz konusu edilemiyeceği hallerde sulhun etkisi subjektifdir; binaenaleyh sadece alacaklı ile sulh akdetmiş olan borçlu hakkında hüküm ifade eder. Bu halde, diğer borçlular, alacaklı ile sulh akdetmiş olan borçlunun iç münasebette hissesine isabet eden miktar oranında borçtan kurtulmuş olurlar (Akıntürk -ağe187 vd. 194)(V. Tuhr-Borçlar Hukukunun Umumi Kısmı - Cilt II - C. Edege çevirisi - İstanbul 1952 - Sayfa 862)(Oser/Schönenberger Borçlar Hukuku Şerhi - Ferit Ayiter Çevirisi - Ankara 1950 - Madde 145, N. 6 - Sayfa 914)(H. Becker - İsviçre Medeni Kanunu Şerhi - Borçlar Kanunu - 4. Fasikül - Saim Özkök Çevirisi - Ankara 1972 - Madde 145 N. 5-Sayfa 171)(S. S. Tekinay - Borçlar Hukuku - İstanbul 1971 - Sayfa 238)(Feyzioğlu -age- 329)(Kenan Tunçomağ - Türk Borçlar Hukuku - Cilt l - İstanbul 1976 - Sayfa 1052). Hal böyle olunca, bu davada üzerinde durulup çözümlenmesi gereken en önemli sorun her iki davalının iç münasebette hisselerine ne oranda borc düştüğünün, diğer bir deyimle birbirlerine rücu edip edemeyeceklerinin, eğer edebileceklerse, bu rücuan kapsamının ne olacağının tesbiti yönünde toplanmaktadır.

Daire kararının başında da belirtildiği gibi davalılardan Ömer Sami haksız eylemi işleyen ve olayda % 100 kusurlu olan şofordür; kendisi davacılara karşı BK.nun 41. maddesi hükmünce sorumludur. Diger davalı Ali Rıza ise aracın maliki ve işleticisi olup, Trafik Yasasının 50. maddesi hükmünce davacılara karsı sorumludur. Her iki davalı BK.nun 51. maddesi uyarınca ve eksık teselsul hükümlerince davacılara karşı müteselsilen sorumludur. Ancak, eksik teselsül hükümlerince sorumlu olan davalı araç sahibi Ali Rıza, BK.nun 51. maddesindeki rücu sırasına göre ve aynı Yasanın 55. maddesi hükmünce istihdam ettiği şoförü Ömer Sami'ye (% 100 kusurlu olduğu için) ödemek zorunda kalacağı tüm tazminat için rücu hakkını haizdir. 0 halde, davalı araç sahibi Ali Rıza iç münasebette tam rücu hakkı bulunduğu için sonuçta mal varlığından bir şey çıkmayacaktır. Oysa, davalı şoför Ömer Sami, BK.nun 51. maddesindeki sıraya göre bütün zararı ödese dahi, araç sahibi diğer davalıya rücu etmek hakkını haiz değildir. Bundan çıkan sonuç, iç ilişki yönünden bütün zararın davalı şoför uhdesinde kalacağı gerçeğidir. Hal böyle olunca, bir an için sulhun objektif olmayıp subjektif olduğu, yani davacılardan bir kısmının sadece davalı Ömer Sami ile vaki olan sulhun, diğer davalıya teşmil edilemeyeceği kabul edilse ve davalı araç sahibi ister sulh sözleşmesinde öngörülen oran içinde, isterse yarı yarıya sorumlu tutulsa dahi, sonuçta ödediği bütün tazminat için diğer davalıya rücu hakkı bulunduğundan sonuca etkili bir durum doğmayacaktır. Diğer bir deyimle, davalı Ali Rıza ödediği miktar için diğer davalıya ve diğer davalı da kendisi ile sulh olan bir kısım davacılara rücu hakkına sahip oldukları ve sonuçta durumda hiçbir değişiklik meydana gelmeyeceği için mahkemenin verdiği hüküm (ancak sonucu bakımından) doğrudur (Akıntürk - age - 187 ve özellikle 194, dip not 83 ile ilgili metin)(Tekinay-age-244)(Feyzioğ 329, özellikle 330, dip not 50 ile ilgili metin)(Tunçomağ - age 1052). Kaldı ki, bir kısım davacılar yukarıda da belirtildiği gibi borç ilişkisinde asıl rolü oynayacak kişi durumundaki haksız eylem faili ile (davalı şoförle) sulh olduklarına göre, aslında araç sahibini de dolayısıyla ibra etmiş olduğunun kabulü zorunludur. Zira, BK.nun 145/2. fıkrasında öngörülen "halin özelliği ve borcun niteliği" bu kabulü mümkün kılacaktır (Feyzioğlu - age -329)(Tekinay - age - 180)(Tuhrago-862)(Becker-age- 171) ve çünkü işin niteliğinden sulhun objektif etkili olduğu açıkça anlaşılmaktadır.
0 halde bütün bu nedenlerle mümeyyiz davacıların temyiz itirazları yersizdir.

2- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir yolsuzluk görülmemesine göre davalılardan Ali Rıza'nın bütün temyiz itirazlarının reddi gerektir.

Sonuç : Temyiz olunan kararın birinci bentte gösterilen nedenle (ONANMASINA), davalılardan Ali " Rıza'nın bütün temyiz itirazlarının ikinci bentte gösterilen nedenle reddine ve onama harcından 1500 kuruşun davacılara, geri kalanının temyiz eden davalıya yükletilmesine 16.2.1979 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Kaynak:YKD - 1980/1 - Sayfa:29