Mesajı Okuyun
Old 25-06-2006, 19:31   #2
nfb

 
Varsayılan SSK rücu davaları -2

SSK’ nın zararının SAĞLIK , HAYAT VE EMEKLİLİK BRANŞLARINDA olduğu ekte sunduğumuz 2003 yılı faaliyet raporu ve Kurum verilerinden açıkça anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Kurumun mali yapısının bozulması , iş kazaları ve meslek hastalığı faslından doğmadığı gibi bu fasıldan elde edilen gelirlerin diğer sigorta fasıllarında kullanılması da mümkün olmadığı nedeniyle, Kurumun zararının sonucunu işverenlere yüklemek haksızlıktır.Kurumun mali yapısını güçlü tutmak, devletin görev ve sorumluluğundadır. Yıllar yılı siyasi mülahazalarla emeklilik yaşı uygulaması sonrasında 1 sigortalının neredeyse 1 emekliye bakmasının sorumluluğu da işverenlerde değildir.

Yukarıda da açıkladığımız üzere, İŞ KAZALARI VE MESLEK HASTALIKLARI primi tamamen işveren tarafından ödenmektedir. 26/1. maddenin düzenlemesine bakıldığında peşin sermaye değerlerinde meydana gelen artışlar dahi işverene yansıtılacaktır. Ancak işveren tarafından bu FASILDAN ödenen sigorta primi, SSK tarafından nemalandırıldığı halde, rücuan tazminat taleplerinde bu prim sanki hiç ödenmemiş gibi işlem yapılmakta ve peşin sermaye değerlerinde meydana gelen artışlar aynen işverene yansıtılmaktadır. Öyleyse İŞVEREN TARAFINDAN ÖDENEN PRİMLERİN ANLAMI NEDİR? İŞVEREN TARAFINDAN İŞ KAZALARI VE MESLEK HASTALIKLARI SİGORTASI İÇİN ÖDENEN PRİMLER, TAMAMEN SSK’NUN KASASINA GİRMEKTE VE SSK lehine bir SEBEPSİZ ZENGİNLEŞME yaratmaktadır. Zira rücuan tazminat hesaplarında işveren tarafından ödenen primler hiç nazara alınmamaktadır. Bunun sosyal politikalarla, Sosyal Devlet ilkesiyle ve kamu yararı ile açıklanması mümkün değildir.
Böylece SSK, ömür boyu işçiye veya ödeyeceği sürekli işgöremezlik ödeneğinin tamamını bir defada ve peşin olarak işverenden almaktadır. Bu düzenleme sonucunda SSK tarafından açılan rücu davaları sonunda işverenler son derece yüksek tazminatlar ödemek zorunda kalmaktadır. Bu tür davalarda kusur belirlemesi işi de yargı organlarınca tamamen hiçbir hukuki düzenlemede belirlenmemiş ve ne gibi hukuki, bilimsel ve teknik ölçütlere göre tayin edildiği meçhul olarak hukuk, adalet, hakkaniyet ve insaf ölçütlerinden ari bir biçimde tamamen bilirkişilerin kendi inisiyatiflerine ve sübjektif görüşlerine terkedilmiş durumdadır.

Bu durumda işverenin hem prim ödeyerek hem de riskin gerçekleşmesi halinde Kurum tarafından ödenen meblağları tekrar Kuruma ödemek zorunda kalmakla ASIL OLARAK İŞVERENİN MAL VARLIĞINDA İKİ KEZ AZALMA MEYDANA GELMEKTE, zararı artmaktadır. Oysa ki İşverenin prim ödemesindeki amaç, bu tür risklere karşı mal varlığında azalma olmasını engellemektir.

Bu konuda bir diğer sakınca da, Kurumun hak sahiplerine ileride yapacağı ödemeleri dahi bir defada ve peşin olarak işverenden tahsil etmesidir. 26 maddedeki bu düzenleme ile SSK bir kez daha sebepsiz zenginleşmiş olmaktadır.

Bu uygulamanın genel anlamda sigorta mantığı ile açıklamak mümkün değildir. Çünkü primin tamamı işverence karşılanan iş kazası ve meslek hastalığı sigortasının, sigorta kavramına uygun olarak kasıt ve suç unsurları dışındaki bütün riskleri karşılaması gerekir. Sosyal Sigorta haksız fiil sorumluluğuna dayanmaksızın sigortalının menfaatlerini garanti altında bulunduran bir rejim olduğuna göre vukubulan bir iş kazasında ayrıca haksız fiil sorumluluğuna dayanarak tazminata hükmedilmesi olası değildir.

Son yapılan değişikle 26. maddeye kaçınılmazlık unsurunun dikkate alınacağına dair getirilen düzenleme ise konuya çözüm getirmekten çok uzaktır. Zira bu unsurun varlığı veya yokluğunun tayini ile kusur derecelendirilmesine yansımasının tespiti yine bilirkişilerin sübjektif değerlendirmelerine terkedilmiş durumdadır.

Yine Yüce Mahkemenin anılan kararında

26. m. gibi bir düzenlemenin olmaması halinde işverenlerin, nasıl olsa sigorta primi ödüyorum, kaza olursa da SSK işçinin tazminatını öder rahatlığı içinde işyerinde işgüvenliği tedbirlerini alma sorumluluk ve yükümlülüğünü yerine getirmeyeceği peşin hükmü içindedir. Keza bu kararda Anayasanın eşitlik ilkesine de aykırılığın olmadığı çünkü kamu yararının gerektirdiği durumlarda eşitlik ilkesinin olamayacağı, Anayasanın 2,49 ve 60.m. kurallarının, SSK’ nun yararının üstün tutulması gerektiği belirtilmektedir.

Dünyamız ekonomik, teknolojik ve sosyal alanlarda akıl almaz değişimlere sahne olmaktadır. Ülkemizin de değişimlerden etkilenmemesi, nasibini almaması söz konusu değildir. Bu meyanda işverenlerin zihniyetlerinde de olumlu yönde çok önemli değişimler olmuştur. İşverenlerin, işçisinin iş kazası geçirmemesi için önlem almadığı söylenemez. Örneğin bir fabrika veya işyeri açılırken Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığından Çalışma Belgesi almak zorunludur. Bu belge işyerinde işçi sağlığı ve işgüvenliği kurallarına uygunluk halinde verilmektedir. İşyerleri Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca işçi sağlığı ve işgüvenliği kuralları açısından sürekli denetlenmekte, eksiklik görülmesi halinde çok ciddi idari para cezaları ile cezalandırılmaktadır. Kaldı ki İş kazaları, işverenin üretimini ve verimini düşürmektedir. Bu gün özellikle imalat sektöründe kalifiye bir işçinin yetişmesi için işveren çok ciddi yatırımlar yapmaktadır. Artık Özel Sigorta Şirketleri işveren mali mesuliyet sigortasından tutun da, hayat sağlık ve emeklilik gibi pek çok alanda hizmet vermektedir. Bütün bu gelişim ve değişimler, çalışma hayatında SSK’ nun yükünü azaltıcı mahiyettedir.

İş kazası meslek hastalığından dolayı işverenin sorumluluğuna giderken dayanılan gerekçe her zaman Kurumun malvarlığında azalmanın önlenmesidir. Bu sorumlulukta Borçlar Kanununun genel hükümlerinden hareketle istihdam edenin sorumluluğu objektif sorumluluk ilkeleri ve giderek yargı kararlarındaki risk teorisi tehlike sorumluluğu gibi kavramlarla değerlendirilerek işverenin sorumluluğu giderek genişletilmektedir.
Yeri gelmişken, özel sigortacılıkta 26. madde nedeniyle uygulamaya konulan İşveren Mali Mesuliyet Sigortası Genel Şartlarının 3/a. maddesi, Kasden ika olunan veya bilerek sebebiyet verilen olaylar sonucu doğacak zarar ve ziyan taleplerinin POLİÇE TEMİNATI DIŞINDA KALACAĞINI belirtmektedir. Doğru olan uygulama da budur. İş kazasının meydana gelmesinde işverenin KASTI yok ise sigorta ettiren konumundaki işverene rücu edilememelidir. Suç sayılır eylem dendiğinde ise İşçi Sağlığı ve İşgüvenliği Tüzük ve Yönetmeliklerinde belirlenen kurallara ihmal nedeniyle aykırılığın da suç sayılır (taksirli) bir eylem olarak değerlendirilerek rücu imkanı yaratılmış olacaktır ki, bu düşünce tarzı sigortacılığın genel prensiplerine aykırıdır.

Bu nedenlerle Sigorta Hukukunun Genel ilkelerine aykırı, primlerini de ödemesine rağmen bu primler yok sayılarak üstelik de peşin sermaye değerlerindeki her artış yansıtılmak suretiyle iş kazası sonrası SSK tarafından işçiye veya hak sahibine yapılan ödemelerin işverene kusuru nispetinde de olsa rücu edilmesinin hiçbir haklı ve hukuki gerekçesi yoktur. Nitekim anılan Yüce Mahkeme kararına Sayın Güven Dinçer tarafından verilen muhalefet şerhinde de :

“ Sosyal Sigortanın özel sigortadan farklı olması, sigortanın temel özelliği ve kuruluş nedeni olan risk karşılaması işlevini kaldırmaz. Sosyal Güvenliğin Devletçe düzenlendiği ve sağlandığı bir sistemde sosyal riskin de bu sistem tarafından karşılanması gerekir. Risk karşılanmayan ve yalnız prim tahsil edilen bir sistem, adı sigorta da olsa özel kişilere ait kaynaklara yasa yoluyla karşılıksız el koymadır.”

Denilmektedir ki bu görüş özellikle günümüzdeki ekonomik ve teknolojik gelişmeler ve sosyal politikaların değişimi gibi etkenler neticesinde son derece yerinde tespitleri içermektedir.



Açıklanan nedenlerle 506 sayılı SSK K. 26. maddesi,

- Anayasamızın 2. maddesine aykırıdır çünkü, iş kazaları ve meslek hastalıkları ile ilgili sigorta primini tamamen işveren ödediği halde bu prim yok sayılarak ve SSK’ nun sebepsiz zenginleşmesi sağlandığı gibi, oluşan zarar dolayısıyla işveren sorumlu tutulmaktadır, ADİL DEĞİLDİR.
- Anayasamızın 5. Maddesine aykırıdır çünkü, sigorta primi ödediği halde sigortanın sağladığı hiçbir olanaktan işveren yararlanamamaktadır. Sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmamaktadır.
- Anayasamızın 10. maddesine aykırıdır, çünkü SSK’ nu özel sigorta şirketlerine üstün tutmaktadır. Ancak bu yapılırken Sigorta Hukukunun Genel İlkeleri ihlal edilmekte, özellikle Can Sigortalarında sigorta ettirene rücu edilemeyeceği ilkesi yok sayılmaktadır. Sosyal Sigortanın sosyal devlet ilkesinin bir gereği olması ve bu nedenle kamu yararı söz konusu olduğundan eşitlik ilkesinin zedelenmediğini söylemek mümkün değildir. Sosyal Sigorta devlet eliyle yürütülen zorunlu bir kamu hizmeti olmakla, bu hizmetin ifası için işverenlerden karşılıksız bir ödenti alınması, bu ilkeyle izah edilemez.

-Anayasamızın 11. maddesine aykırıdır çünkü, Anayasamız, kanunların anayasaya aykırı olamayacağını ifade ederken, aynı zaman adalet anlayışı içinde, kamu yararı ve toplumda mevcut dengeleri gözeterek yasama faaliyetlerinin yürütülmesini, Devletin ise, kişinin temel hak ve özgürlüklerini, sosyal hukuk devleti ve adalet anlayışı ile bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmakla yükümlü olduğunu belirtmektedir. SSK’ nun idari ve mali yapısının güçlü olması hususunda Devletin gerekli düzenlemeleri ve önlemleri alması gerekmektedir. Dolayısıyla da SSK’ nun SSK. K. 26m. göre yaptığı ödemelerin SSK’ nn mali yapısını bozması söz konusu olamaz.

- Anayasamızın 13. maddesine aykırıdır çünkü, çalışma temel hak ve hürriyeti bu düzenleme ile kamu yararı ilkesine sığınılarak sınırlandırılmaktadır.

- Anayasamızın 49. maddesine aykırıdır çünkü, 26. maddenin uygulanması sonucunda, sigorta primi ödediği halde sigortanın hiçbir korumasından yararlanamayan işverenin karşına çıkan tazminat miktarları küçük ve orta ölçekli bir imalatçının sermaye yapısını sarsacak durumdadır. Unutulmamalıdır ki, işyeri (işveren) yoksa çalışacak işçi de olmaz.

- Anayasamızın 60. maddesine aykırıdır çünkü, Herkes Sosyal Güvenlik Hakkına sahip ise ve eğer SSK bir sigortacı ise sigorta primi tahsil ettiği halde, bu primi yok sayarak zarardan işveren sorumlu tutamaz. Bu düzenleme, kamu yararı ile de açıklanamaz. Keza Devlet eğer bu(sosyal) güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri almak ve teşkilatı kurmakla yükümlü ise, adalete, eşitlik ve evrensel hukuk ilkelerine aykırı düzenlemeler getiremez. İş Kazalarını önlemek hususunda daha etkin çalışmak, denetlemek, ağır para cezaları getirmek gibi yöntemler denenebilir ise de, karşılıksız olarak tahsil ettiği sigorta primlerini yok sayarak rücu edemez.



Av. N. Fırat Bayındır