Mesajı Okuyun
Old 02-07-2005, 14:23   #60
Gemici

 
Varsayılan

İstanbulu düşünüyorum, gözlerimin açık veya kapalı olması önemli değil. Gözlerim açık ta olsa kapalı da olsa fark etmez, hayalimdeki İstanbul öyle de olsa böyle de olsa hep aynı kalacak çünkü; İnsanın hayalindeki resimler solup sararsa bile hep aynıdır bence.

Aklıma ilk gelen arabalı vapurla Kabataştan Sirkeciye ilk gelişim. Sirkecide benden bir süre önce İstanbula gelen tanıdıkları görünce, ‘nasıl oluyorda bu kadar büyük bir şehirde, bu kadar insan kalabalığının içinde buraya kadar gelipte beni buldular’ diye düşünmüştüm. İnsan belleğinin bir özellği olsa gerek, sonraları ben de, daha büyük yerlerde bile yönümü belirleyip istediğim yeri bulmayı öğrendim.

Aklıma gelen ikinci şey, İstanbulun daracık ahşap sokaklarından geçerken burnuma gelen yemek kokuları. Tüm İstanbul domates dolması yapan büyük bir mutfak sanki. Şehri boydan boya saran bu yemek kokularına rağmen, İsatnbulun yemeklerinde, Malatyanın yemeklerinin tadını bulamadım bir türlü.

Bir de yetmişli senelerin Haliç’inden gelen kokular ve köprüde balık tutmaya çalışmak. Haliçten gelen koku güzel olsa ve balık tutmuş olsaydım o günleri hatırlıyamıyacaktım belki de, kimbilir?

Gözünün önünde gerçekleşen değişikliklerin farkına çoğu zaman varamıyor insan. Hergün gördüğünüz ve tanık olduğunuz bir değişimi tam olarak algılıyamıyrsunuz. Senelerce görmediğiniz bir insanı veya bir yeri seneler sonrası gördüğünüzde, senelerin getirdiği değişiklik bütün gerçekliği ile karşınıza çıkıyor. Okul üniforması ile terkettiğiniz sınf arkadaşınız karşınıza saçı sakalı ağarmış birisi olarak çıkıyor birdenbire. Gözlerinize inanamıyorsunuz. Nazım’ın ‘Büyümez ölü çocuklar’ mısrasında olduğu gibi hayalimizdeki insanlar büyümediği gibi hayalimizdeki yerlerde değişmiyor.

Yetmişli senelerdeki hali ile aklımda kalan İstanbulu seneler sonrası gördüğümde de aynı his kaplamıştı içimi; İstanbul benim hayal edemiyecğim derecede değişmişti. Eski İstanbulun çevresini saran ve kibrit kutusu gibi yanyan sıralanan binalar Şehre yeni bir görünüm kazandırmıştı.

Haliçten eski kokular gelmiyordu artık, buna karşılık Florya ve Aataköyde eskiden plajların oldukları yerlerden keskin bir lağım kokusu etrafa yayılıyordu.

Yukarıdaki satırları yazmamın sebebi, Süddeutsche Zeitung’un bu günkü sayısında okuduğum Christiane Schlüter imzalı yazı. Schlüter İstanbulu Bangkok ve Mexiko City gibi büyük şehirlerle karşılaştırıyor ve İstanbulun diğer büyük şehirlerin aksine, halen oturulabilinecek şehirler arasında olduğunu belirtiyor. Buna gerekçe olarak’ta İstanbulun tarihi eski bir şehir olduğunu ve İstanbullularda, büyük bir şehirde oturmalarına rağmen hemşehriliğin ve bölgeciliğn sosyal bir yaptırım ve dayanışma gücü olarak halen işlerliliğini sürdürdüğünü belirtiyor.

Son gelişimde Çemberlitaşta bir hanın ikinci katında arkadaşlarla beraber yediğimiz nefis izagara balığın tadı aklıma geldi.

Saygılarımla