Mesajı Okuyun
Old 08-03-2013, 22:30   #9
Av. Engin EKİCİ

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av. Özge Çavuş
Alıntılamış olduğunuz Anayasa ve AiHS maddelerinin tartıştığımız konuyla bir bağlatısı yok zira o maddeler suçun sabit olmasını yani mahkeme tarafından bir karara varılması ve bu karar olmadan kimsenin suçlu sayılamayacağı ilkesinin maddesel karşılıklarıdır.Bizim tartıştığımız şey ise ceza yargılaması sırasında hakimin vicdani kanaatinin yeridir.

Basit gidelim o vakit: Hakim bir ceza yargılamasında neye dayanarak bir hüküm verir? Delillere dayanarak. Yani hükmün dayanak noktası ve maddi gerçeğe ulaşma yolu delillerdir. Peki o delilleri nasıl değerlendirir? Vicdani kanaatine göre ve serbestçe. Bu yöntem "şüpheden sanık yararlanır" ilkesi ile çelişmez zira ortada bir şüphe olup olmadığını belirlemek için öncelikle delillerin değerlendirilmesi gerekir. O değerlendirme vicdani kanaat ile yapılır. Bu değerlendirme yapıldıktan sonra ortada bir şüphe olup olmadığına bakılır. Yani bahsettiğiniz ilke delillerin değerlendirilmesinden sonra devreye girer.

Benim bu soruya ilk verdiğim cevap, dava içi ikrar durumlarında mahkemenin nasıl hareket edeceğine ilişkin bir soru üzerine verilmiştir. İkrar da bir delil sayıldığından, hakimin bunu vicdani kanaatine göre takdir edeceğini belirttim. Soruyu soran kişi de meslektaş olduğundan, uzun uzun açıklama gereği duymadan sadece vicdani kanaat kısmına işaret ettim. O cevaptan bir cümleyi çıkarıp, bağlamından farklı bir şekilde değerlendirip, sanki ben "vicdani kanaat, her zaman her ilkenin önüne geçer" demişim gibi argümanlar geliştirmeyi doğru bulmadığımı da belirtmek isterim. Saygılar.
Sayın Meslektaşım;

İlk mesajınızın (3 numaralı) alıntıladığım ve mesajımda (4 numaralı) koyulaştırdığım cümlenizden ne anlaşılması gerekiyor ise onu anladım.

"Önemli olan şey" demekle, vicdani kanaatin öncelikli olduğunu ifade ederek bunu bir argüman olarak sunan sizsiniz ve ceza yargılamasının özü ve amacıyla ters düşmekte olan bu cümle, mesajınızın en can alıcı, aynı zamanda hatalı noktasıdır.

Delillerin değerlendirilmesi noktasında vicdani kanaatini kullanırken hakim, şüpheden ari olarak bir sonuca varmak zorundadır.

Basite indirgemişken; hakimde vicdani kanaatine göre sanığın müsnet suçu işlediği yönünde bir algı oluşur ve bu algı, şüphenin ortadan kalkmadığı bir noktada devreye girerse, hakimin vicdani kanaati doğrultusunda sanığı suçlu bulmasını nereye sığdırabiliriz?

Muğlak ve müphem durumlardan ceza yargılamasında her zaman uzak durmak gerekir ve "şüpheden sanık yararlanır" ilkesi var iken, sadece delilleri değerlendirirken vicdani kanaatini kullanacak olan hakimin bu yetkisine adalet kurban edilemez.

Saygılarımla..