Mesajı Okuyun
Old 25-02-2009, 10:00   #2
Av.Özlem PEKSÜSLÜ

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
Esas: 2003/18-588
Karar: 2003/753
Tarih: 10.12.2003
ÖZET: Borçlunun borcunu ödemede temerrüde düşmesi durumunda, alacaklının başkaca bir hususu kanıtlamadan salt ortak olduğu şirketteki kurumlar vergisi matrahındaki artış oranı Borçlar Kanununun 105. maddesindeki munzam zararın kanıtı olarak gösterilip, bu oranda kazançtan mahrum kalındığı varsayılarak bunun doğurduğu olumsuzluk gerçek zarar olarak gösterilemez. Bunu kabul etmek hukuk tekniği bakımından da olanaklı değildir. Çünkü, alacaklının somut olarak herhangi bir zarara uğradığını kanıtlamaksızın salt kamulaştırma bedelinin şirkette değerlendirilmesi halinde vergi matrahındaki artış oranında ilave bir zarara uğradığını varsaymak, borcun zamanında ödenmemesi sebebiyle alacaklıların uğrayacağı varsayılan ve kanıtlanması gerekmeyen zarara karşılık teşkil eden kanuni faizin oranını yükseltmek anlamına gelir ki, bu yetki sadece kanun koyucuya aittir. Kaldı ki şirketlerde her zaman kar elde edilerek vergi oranının artacağı varsayımı da yanlıştır.
(818 sayılı BK. m. 103, 105) (3095 sayılı Faiz K. m. 2)
KARAR METNİ:
Taraflar arasındaki "munzam zararın tazmini" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Eskişehir Asliye 5.Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 7.5.2002 tarih ve 2000/495 E. 2002/349 K. s. kararın tetkiki davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Sekizinci Hukuk Dairesinin 31.10.2002 tarih ve 2002/9510 E. 2003/1596 K. s. ilamı ile; (...Davacı vekili dava dilekçesinde, mahkemece artırılan (726.331.528 TL) kamulaştırma bedelinin asıl alacakla birlikte temerrüt faizi ve bütün giderler olmak üzere toplam 3.508.017.742 TL'nin 12.6.2000 gününde tahsil edildiğini, eğer borç zamanında ödenmiş olsaydı tahsil tarihi (12.6.2000 günü) itibariyle bu paranın 3.000.000.000.000 TL. olacağını ileri sürerek, Borçlar Kanununun 105. maddesi hükmünce ödemede gecikme sebebiyle uğranılan 500.000.000.000 TL. zararın (fazlaya ait hakları saklı tutulmak koşuluyla) reeskont faiziyle birlikte davalıdan tahsilini istemiştir.
Davalı vekili, borcun geç ödenmesinde idarenin kusurunun bulunmadığını, haksız ve yersiz açılan davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Dosyada toplanan belge ve bilgiler bilirkişiye incelettirilmiş, hükme esas alınan ikinci bilirkişi kurulu tarafından düzenlenen raporda; davanın niteliği ve özellikle davacının uğradığını ileri sürdüğü -temerrüt faizini aşan- zararın somut olaylara dayandırıp bunları yöntemince kanıtlaması gerektiği hususu üzerinde durulmamış, davacının ortak olduğu Erler İnşaat Kaplıca Ticaret ve Turizm Ltd Şirketinin kurumlar vergisi matrahlarındaki artış oranı dikkate alınarak yapılan hesaplamada davacının temerrüt faizini aşan munzam zararının, 139.719.557.739 TL. olduğu bildirilmiştir.
Mahkemece yukarda değinilen bilirkişi raporuna dayanılarak davanın kısmen kabulü ile 139.719.557.739 TL'nin faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık, artırılan kamulaştırma bedelinin geç ödenmesinden dolayı Borçlar Kanununun 103. maddesinde ön görülen ve 3095 s. kanun hükümleri uyarınca davacıya ödenen kanuni faizle karşılanmayan zararın Borçlar Kanununun 105. maddesi gereğince tahsili istemine ilişkindir.
Dava konusu edilen zararın kanuni dayanağını oluşturan Borçlar Kanununun 105. maddesi hükmüne göre, borcun geç ödenmesi sebebiyle alacaklı -geçmiş günler için ön görülen faizle karşılanamayacak- bir zarara uğramış ise, borçlu, geç ödemeden dolayı kendisinin hiçbir kusurunun bulunmadığını kanıtlanmadıkça bu zararı da karşılamak zorundadır. Kanun bu hüküm ile alacaklıya temerrüt faizini aşan zararını borçludan isteme olanağı tanımıştır. Ancak bunun için uğranılan zararın varlığı ve miktarının alacaklı tarafından kanıtlanması gerekir. Zarar kanıtlandığı takdirde borçlu, ödemenin geç yapılmasında kendisinin hiçbir kusurunun bulunmadığını kanıtlaması halinde bu zararı ödeme yükümlülüğünden kurtulabilir. O halde, munzam zararının ödenmesi söz konusu olduğunda kusur, bir unsur olarak yer almaktadır. Kısacası, munzam zarar davasında davacı, zararın varlığını ve miktarını; davalı ise, borcun geç ödemesinde kusurunun olmadığını kanıtlayacaktır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 19.6.1996 tarih ve 1996/5-144 esas 1996/503 karar s. kararında da değinildiği üzere; bu konuda kanıtlanması gereken, belirli paranın (somut olayda artırılan kamulaştırma bedelinin) tarihinde ödenmemesinden doğan zarardır. Açıkçası alacaklı, borcun kendisine geç ödenmesi yüzünden uğradığı zararın ne olduğunu ve miktarını kanıtlamak durumundadır. Doğaldır ki bu zarar paranın zamanında ödenmemesinden dolayı mahrum kalınan olası (muhtemel) kar ya da varsayılan (farzedilen) gelir değildir. Bu zarar davacının öz varlığından, ekonomik ve sosyal faaliyetlerinden, toplum içerisindeki statüsünden, başına gelen olaylardan kaynaklanan somut olgular sebebiyle uğramış olduğu zarardır. Hal böyle olunca davada istenen zararı doğuran somut olayın ve bu sebeple uğranılan zararın kanıtlanması gerektiği duraksama yaratmayacak denli açık bir olgudur.
Munzam zararın tazmini konusuyla ilgili olup Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Dairemizin 22.3.1994 tarih ve 1994/2060-3571 s. kararı ve bunu izleyen kararlarında belirtildiği gibi; alacaklı, uğradığı zararın kendisine ödenen temerrüt faizinden fazla olduğunu somut olgulara dayanarak inanılır, kesin ve net bir şekilde kanıtlanmak zorundadır. Genel ve soyut nitelikteki ortak olduğu şirketin kazancındaki artış oranı kadar munzam zararın gerçekleştiği ve kanıtlandığının kabulü mümkün değildir. Burada davacının kanıtlaması gereken husus soyut ve genel olgular değil, şahsen ve somut olarak geç ödemeden dolayı zarar gördüğü keyfiyetidir. Örneğin, alacağını zamanında tahsil edememekten ötürü başkasına olan borcunu ödemek için daha yüksek oranda faizle borç aldığını; alacaklı olduğu parayı zamanında alsa idi, yabancı para ile ödemek durumunda olduğu borcunu, geçen süre içerisinde geçekleşen bu fark sebebiyle daha yüksek kurdan ödemek zorunda kaldığını; borçludan alacağını zamanında tahsil edeceğine güvenerek üçüncü kişilere karşı bir takım yükümlülükler altına girip, borçlunun borcunu geç ödemesi yüzünden bu (üçüncü kişilere karşı edimini yerine getiremediği için cezai şart ya da vergi cezası ödediğini, mallarının haczedildiğini veya yüksek faizli kredi almak zorunda kaldığını; kanıtlamak durumundadır. Yoksa soyut ve doğrudan davacının zararına ifade etmeyen, genel nitelikteki olgular Borçlar Kanununun 105. maddesinde sözü edilen munzam zararın tazminini gerektirmez.
Öte yandan, borçlunun borcunu ödemede temerrüde düşmesi durumunda, alacaklının başkaca bir hususu kanıtlamadan salt ortak olduğu şirketteki kurumlar vergisi matrahındaki artış oranı Borçlar Kanununun 105. maddesindeki munzam zararın kanıtı olarak gösterilip, bu oranda kazançtan mahrum kalındığı varsayılarak bunun doğurduğu olumsuzluk gerçek zarar olarak gösterilemez. Bunu kabul etmek hukuk tekniği bakımından da olanaklı değildir. Çünkü, alacaklının somut olarak herhangi bir zarara uğradığını kanıtlamaksızın salt kamulaştırma bedelinin şirkette değerlendirilmesi halinde vergi matrahındaki artış oranında ilave bir zarara uğradığını varsaymak, borcun zamanında ödenmemesi sebebiyle alacaklıların uğrayacağı varsayılan ve kanıtlanması gerekmeyen zarara karşılık teşkil eden kanuni faizin oranını yükseltmek anlamına gelir ki, bu yetki sadece kanun koyucuya aittir. Kaldı ki şirketlerde her zaman kar elde edilerek vergi oranının artacağı varsayımı da yanlıştır.
Yasa koyucu bütün ekonomik olumsuzlukları değerlendirip, bunların yaratacağı zarar dolayısıyla tazminat oranını Anayasadan aldığı kanun yapma yetkisine dayanarak- belirlemiş iken, bu kanuni düzenleme gözardı edilip, başka sebeplere dayanılarak kanıta gerek olmadan tazmin edilecek zararın -temerrüt faizinden- daha fazla olduğu kabul edilemez.
Bu halde Borçlar Kanununun 105. maddesinde karşılanması ön görülen faizi aşan-munzam zararın, davacının durumuna özgü somut olaylarla kanıtlanması gerekir. Bu konularda alacaklı, önemli bir kanıtlama külfeti altındadır. Kanıtlama yükünü yerine getirirken, kural olarak her hangi bir kanıtlama kolaylığından yararlanabilir. Örneğin enflasyon, somut olguların kanıtlanmasında özellikle zararın miktarının saptanmasında kolaylık sağlayabilir ise de, kanıtlama zorunluluğunu ortadan kaldırmaz. Zararın varlığı ileri sürülerek somut olgular ile kanıtlandıktan sonra miktarının belirlenmesinde zamanında ödeme yapılmadığı için alınmak zorunda kalınan borca ödenen yüksek faiz oranının, malvarlığında oluşan azalmanın veya dövize ödenen yüksek kurun ve ülkede geçerli sair ekonomik göstergelerin dikkate alınacağı doğaldır.
Davacı ileri sürdüğü munzam zararını somut olgularla kanıtlamadıkça zarar miktarının saptanması gerçekçi olmayacak, bir bakıma varsayıma dayanacaktır.
Yukarda ayrıntılı şekilde açıklandığı üzere; davada somut olaylara dayanılarak -geçmiş günler faizini aşan- bir zararın gerçekleştiği ileri sürülüp, yöntemince kanıtlanmış bulunmadığı cihetle, Borçlar Kanununun 105. maddesi gereğince tazminata hükmedilemeyeceği gözetilmeden, yazılı gerekçe ile davanın kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiştir.
Bu itibarla yukarda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı biçimde hüküm tesisi isabetsizdir. ..) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici sebeplere göre, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve kanuna aykırıdır. Bu sebeple direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen sebeplerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istem halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine 10.12.2003 gününde, oyçokluğu ile karar verildi.
Kaynak: Corpus
[Copyright © Ced Dağıtım Medya Yazılım - Corpus Mevzuat ve İçtihat Programı]



Vergi Ziyaı Cezasının Kaldırılması İstemi Dilekçesi

NÖBETÇİ VERGİ MAHKEMESİ BAŞKANLIĞINA
ANKARA

DAVACI : Adı ve Soyadı, T.C. Kimlik No:
Adres
DAVALI : ..... Vergi Dairesi Müdürlüğü
Adres

DAVA KONUSU VERGİ
VE CEZANIN


- NEV’İ : KDV Vergi Ziyaı Cezası
- MİKTARI : ..... .....
- DÖNEMİ : ..... .....

DAVA KONUSU
İHBARNAMENİN


- TARİHİ : .../.../...
- NO.SU : .....
- T.TARİHİ : .../.../...

MÜKELLEFİN VERGİ
NUMARASI :.....


TALEP KONUSU : ..... Vergi Dairesi Müdürlüğü’nce tarafıma gönderilen ve vergi/ceza ihbarnamelerinde bulunan KDV, Vergi Ziyaı Cezalarının kaldırılmasından ibarettir.

DAVA VE YASAL
DAYANAKLAR :


Ankara Büyükşehir Belediyesi denetiminde şehir içi yolcu nakli işi ile iştigal etmekteyim. Belediye ile yapılan sözleşme gereği belediye tarafından basılarak ve işletmelere %10 komisyon karşılığında satışa sunulan biletler ile hizmet vermekteyiz. Bağlı bulunduğum Vergi Dairesi Müdürlüğü tarafından yapılan 2002-2003 yıllarına ilişkin denetim neticesinde Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanlığından ilgili dönemlere ilişkin alınan bilet miktarlarının listesi istenmiş ve alınan bu liste ile hasılat tespiti yapılarak, vermiş olduğumuz beyannameler ile karşılaştırılmak suretiyle farklılık olup olmadığı kontrol edilmek istemiştir. Söz konusu biletler belediyenin EGO Genel Müdürlüğü tarafından tanzim edilen ve alınan bilet adetlerinin ödenen komisyon miktarının belirtildiği para alındı makbuzu mukabilinde tarafımıza teslim edilmektedir.
Bilet teslimleri ilgili dönemlerde herhangi bir kimlik veya araç ruhsatı istenmeden imza karşılığı olmadan isteyene istediği plaka adına bilet teslimi yapılabiliyordu. Ancak bu olaylardan sonra bilet teslimleri ya araç çalışma izni veya kimlik sorularak yapılıyor. Bunun neticesinde adıma başkaları tarafından bilet alımları yapılmıştır. Örneğin 2003 yılı Haziran ayında tarafıma 10 bin tam 8 bin öğrenci bilet yazılmıştır. Kesinlikle böyle bir kazanç söz konusu değildir. Aracımı yürütmekte bile zorlanırken bu biletleri kazanç olarak tarafıma bilet yazılması son derece yersizdir. Aracımın eski olması ve her gün arıza yapması nedeniyle de ilgili dönemlerde sık olarak EGO genel müdürlüğü tarafından izin alarak çalışamadım.
Yapılan incelemeler neticesinde beyanlarımızda eksiklikler olduğu eksik dönemler için ek beyan talebinde bulunulduğunu diğer arkadaşlardan öğrendim.
Vergi Dairesine gittiğimde ise artık zamanın dolduğunu olayın takdir komisyonuna intikal ettiğini söylediler. Bu süre ne kadardır. Tarafıma neden tebliği edilmedi? Benden neden yazılı bir izahat istenmedi?
Bu olaylardan ötürü ve zaten zarar ettiğim işletmeye daha fazla dayanamayarak 24.12.2004 tarihinde aracımı satmış mükellefiyetime son vermiş bulunmaktayım. Mükellefiyetim boyunca vermem gereken beyannamelerim zamanında verilmiştir. Vergi dairesine ise hiç borcum bulunmamaktadır.
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığından alınan bilgiler arşiv bilgileri özelliğinde olup bu bilgilere göre bir tutanak ve inceleme yapılması gerekirken tarafımdan yazılı bir izahat bile istenmemiştir.
Bilindiği gibi 213 Sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 30. maddesi gereğince “Re'sen vergi tarhı, vergi matrahının tamamen veya kısmen defter kayıt ve belgelere veya kanuni ölçülere dayanılarak tespitine imkan bulunmayan hallerde takdir komisyonları tarafından takdir edilen veya vergi incelemesi yapmaya yetkili olanlarca düzenlenmiş vergi inceleme raporlarında belirtilen matrah veya matrah farkı üzerinden vergi tarh olunmasıdır.” Denilmek suretiyle re'sen vergi tarhı tanımlanmıştır. Aynı kanunun 134. maddesinde vergi incelemesinden maksadın defter hesap ve kayıtlara dayanılarak ödenmesi lazım gelen vergilerin doğruluğunu araştırmak, tespit etmek ve sağlamak olduğu belirtilmiştir.
Ayrıca yine bilindiği gibi 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 31/8 maddesine göre, “Takdir komisyonu kararlarının gerekçeli olması ve takdir komisyonunca yapılacak inceleme ve araştırma ile saptanarak matrahın gerçeğe en yakın biçimde tespiti zorunludur.” Denilmiştir.
Katma değer vergisinde, vergiye tabi bir işlemin varlığından söz edilebilmesi için, bir emtianın satışının yapılması veya ticari amaçlarla yapılan bir hizmet karşılığında, bir gelirin elde edilmesi gerekmektedir. Vergi dairesince ve takdir komisyonunca ihtilaflı dönemlerde tarafıma katma değer vergisi kanunu nün 10. maddesinin (a) bendinde yer alan bir mal tesliminin veya hizmet ifasına ilişkin bir araştırma ve tespitin yapılmadığı dolayısıyla takdir edilen matrahın dayanağı yoktur.
Bu çerçevede yasal defter ve belgelerimin hiçbir incelemeye tabi tutulmadan takdir komisyonuna gönderilmesi ve takdir komisyonunun da adı geçen defter ve belgelerin incelemeden yaptığı bu takdir son derece yersizdir.
SONUÇ VE İSTEM : Gerek yukarıda açıklanan, gerekse davalı Vergi Dairesince tarafından her hangi bir incelemeye tabi tutulmadan, olayla ilgili tarafımdan yazılı bir izahat istenmeden yasal dayanaktan yoksun tüm takdir komisyonlarında bulunan ve alışıla gelmiş gerekçelere dayanan takdir komisyonu kararına karşın adıma salınan KDV ve Vergi Ziyaı Cezalarının kaldırılması, itiraz giderleri ve avukatlık ücretinin karşı taraf üzerine bırakılmasına,
karar verilmesini arz ve talep ederim. .../.../...

Adı ve Soyadı
İmza


Eki:
Vergi Ceza İhbarnamesi
Takdir Komisyonu Kararı

Tam karşılığı olmasa da yardımcı olabileceğini düşündüm.Saygılarımla