Mesajı Okuyun
Old 11-05-2010, 08:55   #2
Av.Ufuk Bozoğlu

 
Varsayılan

T.C. YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

Esas: 2006/4-230
Karar: 2006/288
Karar Tarihi: 10.05.2006

Taraflar arasındaki <manevi tazminat> davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara On birinci Asliye Hukuk Mahkemesi'nce davanın kısmen kabulüne dair verilen 25.02.2004 gün ve 2002/963 E. 2004/60 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üze*rine, Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinin 19.10.2004 gün ve 2004/9987-11908 sayılı ilamı ile; (...Dava, kişilik haklarına saldın nedeniyle uğranılan zararın dava ve karşı dava ile ödettirilmesi istemine ilişkindir. Yerel mah*kemece verilen kararın Dairece bozulması üzerine bozmaya uyularak dava kısmen kabul edilmiş, karan davalı (karşı davacı) H.Y. temyiz etmiştir.

Bozma üzerine yapılan bilirkişi incelemesinde, dava konusu olan ve davacı tarafından yazılan <Annenin Kitabı> isimli eserin orijinali olduğu iddia edilen Benjamin Spock'un kitabındaki benzerliklerden bahsedildikten sonra bazı fotoğraflarda yer yer çeviriden yararlanmaya dayanan anlatım benzer*likleri olduğu belirtilmiştir. Ancak kitabın ilk baskısının <Bitirirken> başlıklı kısmında davacının asıl kitabın yazarı olan Benjamin Spock'dan söz ettiği, böylece bunun bir kaynak gösterme olduğu, bu haliyle de intihalden söz edilemeyeceği sonucuna varılarak, bu sonuç yerel mahkemece de kabul görmüş ve davalı (karşı davacı)nın 15.11.2000 tarihli Milliyet Gazetesinde <Önce Doğramacı'yı Kınamak Lazım> başlıklı yayınla davacı (karşı davalı)nın kişilik haklarına saldırının varlığı kabul edilmiştir.

Rapor bütünü ile incelendiğinde yer yer davacı (karşı davalının kitabının orijinalinden tercümeler yapılarak kaleme alındığı ve o bölümlerde kaynak gösterilmediği görülmektedir. Yukarıda belirtilen ve kaynak gösterme olarak belirtilen düşünce <Bitirirken> isimli bölümden de anlaşılacağı üzere bir kaynak gösterme olmayıp; kitabın yazılmasında izlenen yönteme ilişkin bir belirlemedir. Bir eserin yazılmasında, elbette kaynaklardan yararlanma olabilir. Hatta o eserin zenginleştirilmesi, karşılaştırma yapılması bakımından zorunlu ve yarar da sağlayabilir. Böyle bir yöntem izlenirken, alınan düşünce ve örneğin kime ve hangi eserine ait bulunduğuna yollama yapılması yerleşmiş ve zorunlu bir yazım kuralıdır. Aksi halde, başkasına ait düşünce ve üretimleri kendinize aitmiş gibi bir sonuç çıkarılmış olur ki, bilim ve yazım kuralları bunu hoşgörü ile karşılamaz. Hatta düşüncesinden yararlanılan esere yollama yapılmakla (basım tarihi, yeri ve sayfa numarası gösterilmekle) okuyucunun gerektiğinde o eserden daha geniş biçimde yararlanma olanağını da sağlamış olur. Bu yöntem, bilim çevrelerince tartışılmaz ve yerleşmiş bir kuramdır. Özellikle bilimsel bir eserin yazılmasında bu kurala uymak ve bunu izlemek hukukun vazgeçemeyeceği bir sonuçtur. Bu haliyle yöntemine uygun olarak davacı (karşı davalının kaynak gösterdiğinden söz edilemez. Kaldı ki kitabın sonraki basımlarında ve bu başlık altında bir bölüm ve Benjamin Spock'un ismine de yer verilmemiştir. Bu değerlendirmeler göz önünde tutulduğunda davalı (karşı davacı)nın, davacı (karşı davalı)ya yönelik olarak kitapta aşırma yapıldığı biçimindeki sözlerinin yukarıda açıklandığı üzere görünüm itibariyle hukuka aykırılık oluşturmadığı anlaşılmaktadır. O halde davalı (karşı davacının sözlerinin hukuka aykırılığından söz edilemeyeceğine göre, davanın redde*dilmesi gerekirken yazılı biçimde kısmen kabulü usul ve yasaya aykırı gö*rüldüğünden kararın bozulması gerekmiştir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Temyiz Eden: Davalı vekili

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görü*şüldü:

Dava; kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir.

Uyuşmazlık; davaya konu yayında hukuka aykırılık unsurunun gerçek*leşip gerçekleşmediği, dolayısıyla manevi tazminata hükmedilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

15.11.2000 tarihli Milliyet Gazetesinde yer alan dava konusu yayını Prof. Dr. H.Y. kaleme almıştır. Bu yayında aynen; <YÖK, doçent adaylarının bilim ahlakını denetleyecek bir <etik> komite kuruyor. Önce Doğramacı'yı kınamak lazım başlığı altında;

Bilim ahlakından sapmanın çok çeşidi var. Bunların en kaba ve ilkeli ise kuşkusuz başkalarının eserini kendisinin gibi sunmak. Osmanlıca'da bu ayıba <intihal> denmiş, <aşırmak> bence hem daha yalın, hem daha etkili... Aşırmaya Batı toplumlarında çok kötü gözle bakılıyor. Yapanın da toplum gözünde adi hırsızdan pek farkı yok. Ülkemizde ise başkasının eserini aşırmak, öyle pek ayıp değil.

<Aşırmak> ayıp mı? başlığı altında; ...veya yazdığını çalmak, toplum gözünde tüccarın malını çalmakla aynı tutuluyor olmuş. 19. yüzyıldan itibaren de <aşırmak> adi suç muamelesi görmeye başlamış...

Etik komitesi başlığı altında da; YÖK yeni bir karar almış, Doçent adaylarının yayınlarının bilim ahlakına uyup uymadığı bir <etik> komitesince incelenmiş... bir önerim var. YÖK doğrudan kurucusuna dönüp şöyle desin.

<Sayın İ.D., başkalarının eserlerini kendinin gibi göstermek artık bıktırıcı düzeylere geldi. Uğur Mumcu'dan bu yana dünya alem biliyor ki, siz bugüne dek yapılmış aşırmaların belki de en büyüğünü ve fütursuzunu yaptınız...

Doğramacı'nın aşırmaları başlığı altında ise; YÖK'ün gayretli yöne*ticilerini bilim ahlakını koruma yönündeki girişimleri için içten kutlarım. Ancak kendilerine hatırlatırım ki, Doğramacı'nın (Annenin Kitabı, 1968) Benjamin Spock'tan (Baby and Child Care, 1946) aşırması gibi adeta tüm bir ulusun bilim haysiyetine gölge düşüren vakaların üzerine gitmeden bilim ahlakımızı düzeltmek bence olanak dışıdır.

...<Tamam beni attınız ama benden yüz misli daha fazla aşıranların karşısında hala saygıyla eğilenler sizler değil misiniz> derse ne diyebiliriz?

Zamanaşımı başlığı altında ise, ...Hepsinden evvel ahlaktan sapmada zamanaşımı olamaz...
...(Tabiî son 2 yıl içinde yapılmış olanlar) <Üniversiteden uzaklaştırma> cezasını getiriyor. Bu hiç gerçekçi bir ceza değil. Bilimsel aşırmanın da hafifi ağırı vardır ve her suç gibi aşırma da nicelik ve niteliğine uyan yaptırım gerektirir.>
…………..

Denilmektedir.

Bu yayın üzerine davalı hakkında manevi tazminat davası açılmıştır.

Dosyaya Türkiye Bilimler Akademisi, Doğramacıyla İlgili Bilim Ahla*kından Sapma İddiası ve Konu Hakkında Bilim Ahlakı Komitesi Raporu, 9 Ocak 1998 Tarihli Rapora Ek, 12 Ocak 1998, Türkiye Bilimler Akademisi Konsey Başkanlığına başlıklı rapor; Prof. H.Y. (Başkan), Prof. A.D. (Üye), Prof. İ.H.D. (Üye) hazırlanmış ve kısaca; ...Aynı kişinin yıllardır ve fütursuzca bu bilimsel aşırmada ısrar edebilmesi ülkemiz bilim ve yüksek öğreniminin şimdisi için utanç, geleceği için de bu kişiye bilim çevrelerince gerekli tepki gösterilmemeye devam edilirse son derece endişe vericidir.

……….

Türkiye Milli Pediatri Derneği Genel Kurulu aldığı 18 Kasım 2000 gün ve 2000/18 sayılı kararında;

<İ.D. hocamıza bu yazıyla yapılmış saldırıyı kınıyoruz.> denilmiştir.

Boğaziçi Üniversitesi Batı Dilleri ve Edebiyatlar Bölümü İngiliz Edebiyatı ve Karşılaştırmalı Edebiyat Profesörü Porf. Dr. J.P.'nin 5 Şubat 2001 tarihli noter tasdikli raporunda özetle; "Prof. Dr. İ.D.'nin yazdığı <Annenin Kitabı>nda Dr. Benjamin Spock'un yazdığı "Baby and Child Care"den büyük oranda aşırma yapıldığı belirlenmiştir.> denilmektedir.

Kısaca açıklanan bu raporlar, taraflarca dosyaya ibraz edilen delillerdir.

Muhakeme sırasında, mahalli mahkemece, dosya belirlenen bilirkişi heyetine sunulmuş, Ü.S., Prof. Dr. T.T.T. ve Av. M.S.G.'den oluşan bilirkişi heyeti; ...netice olarak, <Annenin Kitabı'nın> halk sağlığı ve çocuk sağlığı ile ilgili toplum yararına ilişkin bilgiler içerdiğini, aynı konuyu ele alan diğer kitaplarla benzerlik gösterdiğinin doğru olduğunu, davalının basında çıkan beyanının, davacının kişilik haklarını zedeleyici, kamuoyunda küçük düşürücü ağır tecavüz ve hakaret mahiyetinde olduğunu, karşılık davanın ise yersiz olduğunu raporlarında ifade etmişlerdir. Ancak daha önceki bölümlerde; ...Çocuk bakımı ve sağlığı ile ilgili doğru bilgi ve görüşlerin hemen hemen her ülkede ortak ve evrensel olduğunu, bu doğru bilgi ve görüşlerin herhangi bir kişinin orijinal görüş ve fikirleri olmadığını... kısaca bunların ANONİM (aleni) bilgiler olduğunu, bunların Dünya Sağlık Örgütü ve UNİCEF başta olmak üzere uluslararası pek çok örgüt tarafından yayınlanması istenilen bilgiler olduğunu, ...el kitabı niteliğindeki bu kitaplardaki (Dr. Spock'un <Baby and Child Care> adlı kitap) bilgilerin bir kişinin orijinal buluşu olmadığını, ...aşırmanın ola*bilmesi için bir başkasının fikrini veya eserini kendisine mal etmesi gerektiğini, halka mal olmuş orijinal yönü bulunmayan bilgilerin kullanılmasının kesinlikle aşırma olamayacağını, ...vurgulamışlardır.

Bu raporda, dosyaya katıldıktan sonra, mahalli mahkeme kısaca şu gerekçe ile aşağıdaki kararını vermiştir. <...Yukarda açıklandığı üzere haberin gerçek olmadığı bilirkişiler kurulu ile açıklanmış ve güncel bulunmadığı da keza bizzat davalılar tanıkları beyanıyla da saptanılmış bulunmakla, kamuoyunu bilgilendirmeyle ilgili savunmaya itibar edilmemiştir. ...Davalı tarafça, şu ya da bu sebeple ve hatta sanki duyulan bir husumete dayalı hareket edildiği yolunda mahkemeye tam bir kanaat hasıl olmuştur.

………….

Denildikten sonra davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Bu kararı taraf vekilleri temyiz etmiştir.

Özel Daire; ...gerçekten alıntı bulunup bulunmadığının bu konuda uzman olan bilirkişi incelemesi ile belirlenmesi gerekir.

...Usulüne uygun biçimde yeniden bilirkişi incelemesi yapılmalı ve davacının eserinin kaynak gösterilmeden alıntı yapılıp yapılmadığı belirtildikten sonra olay yeniden değerlendirilerek varılacak uygun sonuca göre karar verilmelidir.

Gerekçesiyle mahalli mahkeme kararını bozmuştur. Davacı vekilinin karar düzeltme istemi reddedilmiştir.

Mahalli mahkeme bu bozma kararına uymuştur. İstenilen şekilde bilirkişi heyeti oluşturulmuş ve rapor alınmıştır. Bu raporda kısaca; ...her iki kitabın ne şekil, ne kurgu, ne de içerik açısından birbirinin aynı olmadığını, her iki kitabın da çocuk bakımı konusunda halk eğitimi için yazıldığını, bu nedenle birtakım bilgilerin benzerlik taşımasının doğal olduğunu, bu bilgilerin birçok araştır*macının çalışmaları ile ortaya çıkmış anonim bilgiler ve kabul görmüş gerçekler olduğunu... herkes tarafından yazılan bilgiler olduğu, bu bilgilerin Dr. Spock'a ait özel bilgiler olmadığını, bu nedenle de herhangi bir aşırmadan söz etmenin mümkün olmadığını, davacının belirtilen kitaptan aşırma, çalma veya intihal ile kitabını yazdığına dair herhangi bir kanıt bulunmadığını,

Bildirmişlerdir.

Bu rapora davalı tarafın itiraz etmesi üzerine, mahalli mahkeme yeniden ve bozma kararında bildirilen şekilde bilirkişi heyeti oluşturarak yeni bir rapor almıştır.

Bu raporda bozmadan sonra alınan ilk rapor gibi; ...Doktor Benjamin Spock'un eserinden yararlandığını ve ona atıflarda bulunulduğunu, ...kitabın birçok yerlerinde anlatılan konuların Doktor Benjamin’in kitabında yer alma*dığını, bu hali ile davacının yazdığı eserin tamamen kendi emeği ürünü olduğunu, kitabın yazıldığı dönemlerde, bu tip kitapların hazırlanmasında atıf yapmanın etik kurallara aykırı olmadığını,

Açıklamışlardır.

Mahalli mahkeme bu raporlan aldıktan sonra, ikinci kararını vermiştir. İlk kararında olduğu gibi; ...bu yazıda davacının kişilik haklarına ve bilimsel kariyerine hukuka aykırı biçimde saldırıda bulunulduğunun sabit olduğu, nitekim; yazıda geçen sözcüklerin kişilik haklarına saldırı niteliğinde olma*yacağının Yargıtay kararında da belirtilmediği, Yargıtay kararında gerçekten bir intihal var ise o zaman davalının yazdıklarının doğru olması nedeniyle kendisinin hakarette bulunduğunun kabul edilemeyeceği, bunun da her iki kitabın bu konuda uzman bilim adamlarına incelettirilerek tespit ettirilmesi gerektiği yönünde olduğu, ...böylece davacının kişilik haklarına ve bilimsel kariyerine, hukuka aykırı biçimde saldırıda bulunulduğunun sübuta erdiği...

Açıklanarak aynı kararı vermiştir.

Davalı - karşı davacının temyiz etmesi üzerine;

Özel Daire; ...Rapor bütünü ile incelendiğinde yer yer davacı (karşı davalının kitabının orijinalinden tercümeler yapılarak kaleme alındığı ve o bölümlerde kaynak gösterilmediği görülmektedir. Yukarda belirtilen ve kaynak gösterme olarak belirtilen düşünce <Bitirirken> isimli bölümden de anlaşılacağı üzere bir kaynak gösterme olmayıp, kitabın yazılmasında izlenen yönteme ilişkin bir belirlemedir... Aksi halde başkasına ait düşünce ve üretimleri kendinize aitmiş gibi bir sonuç çıkarılmış olur ki, bilim ve yazım kuralları bunu hoşgörü ile karşılamaz... Özellikle bilimsel bir eserin yazılmasında bu kurala uymak ve bunu izlemek hukukun vazgeçemeyeceği bir sonuçtur. Bu haliyle yöntemine uygun olarak davacı (karşı davalının kaynak gösterdiğinden söz edilemez. Kaldı ki kitabın sonraki basımlarında ve bu başlık altında bir bölüm ve Benjamin Spock'un ismine de yer verilmemiştir. Bu değerlendirmeler göz önünde tutulduğunda davalı (karşı davacı)nın, davacı (karşı davalı)ya yönelik olarak kitapta aşırma yapıldığı biçimindeki sözlerinin yukarıda açıklandığı üzere görünüm itibariyle hukuka aykırılık oluşturmadığı, anlaşılmaktadır... davanın reddedilmesi gerekir.

Denilerek verilen karar bozulmuştur.

Yerel Mahkeme bu bozmaya karşı direnme kararı vermiştir.

Bu kararda özetle; ...Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinin istediği nitelikte bilirkişiler seçilmiştir.

Bilirkişiler kitabın bilimsel bir eser olmayıp, anonim bilgiler içeren bir başucu kitabı olduğunu belirtmekte ve bu tür yayınlarda herkese ait fikirler olması nedeni ile dünyadaki uygulamalarda olduğu gibi atıf yapılmasına gerek olmadığını belirtmekte, esasen kitapta yer alan görüşlerin Benjamin Spock'un kendisine ait kişisel ve orijinal görüşleri olmadığı belirtilmektedir.

Aşırma olabilmesi için belirtilen görüşlerin o şahsın orijinal görüşleri olması gerekir.

Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi ...konunun uzmanı olan bilirkişilerin görüşlerinin aksine, doğrudan doğruya aşırma olduğu sonucuna varılarak davanın reddine karar verilmesi gerektiği şeklinde hüküm kurması Dairenin önceki ve sonraki kararları arasında çelişki oluşturmaktadır.

Aşırma ve aşırmak kelimelerinin dava konusu yazıda ifadesini bulan ve davalının gerçek amacını ifade eden anlamı, Prof. Dr. İ.D.'nin bilimsel hırsızlık yaptığıdır.

……..

Davalı da yazıları ile davacının bilim hırsızlığı yaptığını iddia etmektedir.

………..

Davalının yazısı nedeni ile, davacının kişilik hakları zedelenmiş, kamu*oyunda küçük düşürülmüş ve kişilik haklarına ağır bir tecavüzde bulu*nulmuştur.

...Aynı miktara karar verilmesi gerekmiştir.

Denilmek suretiyle direnme kararı vermiş ve aynı hükmü kurmuştur. Kararı davalı - karşı davacı vekili temyiz etmiştir.

Olayın gelişimine kısaltılarak yer verilmiştir. Ancak, gerek mahkeme kararlarına, gerek bilirkişi raporlarına ve gerekse Özel Daire kararlarına sadık kalınılmıştır.

Yukarıdan beri açıklanan bilgilerin irdelenmesinde;

Baştan beri alınan bilirkişi raporlarında; her iki kitabın da el kitabı olduğu, anonim bulunduğu, orijinal fikirler taşımadığı, yazarların geliştirdikleri fikirler olmadığı ve o nedenle kaynak gösterilmesine gerek bulunmadığı ısrarla vurgulanmıştır.

Davalı, bilirkişilerin raporlarına aykırı olarak; 1998 tarihinden bu tarafa davacının bu durumunu dile getirmekte ve ağır bir şekilde eleştirmekte ve zaman zaman da (somut olayda olduğu gibi) kişilik haklarına haksız olarak saldırıda bulunmaktadır. Bu defa davalı YÖK'ün doçent adaylarının bilim ahlakını denetleyecek bir <etik> komitesi kuruluyor olmasını değerlendireceği yerde davacıya hakaret etmiş ve kişilik haklarına saldırıda bulunmuştur. Böyle bir etik komitenin kurulması ile davacı arasında en küçük bir ilişki bulunmamaktadır. Yani olay güncel değildir. Aynı zamanda davacıya yer verilmesinin de izahı yoktur. Olayın hem gerçek olmadığı bilirkişi raporları ile belirlenmiş, hem de güncel bulunmadığı yukarıdaki açıklamalardan anla*şılmıştır.

Özel Daire, birinci bozmasında, konunun özelliği itibariyle, gerçekten alıntı bulunup bulunmadığının tespiti bakımından bu hususta uzman olan bilirkişi kurulundan rapor alınmasını istemekte ve alınacak rapora göre bir karar ver demektedir. Bu durumda, eğer alıntı yok denilirse; davalının kaleme aldığı yazı güncel olmadığından ayrıca davacının kişilik haklarına da saldırı oluşturduğundan, hukuka aykırı olduğundan uygun bir tazminata hükmedilmesi gerekmektedir.

Dairenin bu tespiti sonucu verilen uyma kararı ile; davacı yönünden usuli kazanılmış hak oluşmuştur. Nitekim uzman bilirkişiler yukarıda açıklandığı gibi intihal (aşırma) olmadığını saptamışlardır. Müzakereler sırasında da bu duruma bazı üyelerce değinilerek, Özel Dairenin zaten kişilik haklarına saldırıyı kabul ettiğini ve bu hususun davacı yararına usuli kazanılmış hak oluş*turduğunu vurgulamışlardır.

Özel Daire; İkinci bozmasında anlatılanları bir kenara bırakmıştır. Bilirkişilerin görüşlerinin aksine kitaptan bilimsel eser olarak kabul etmiştir. Neticesinde de, davanın reddinin gerekeceğini vurgulamıştır. Hakimler, uz*manlık isteyen konularda, bilirkişi yerine geçerek kendi kişisel düşünce ve görüşlerine dayanarak hüküm veremezler. Bu kural tüm yargı birimlerini bağlar. Dolayısı ile mahkeme bilirkişi düşüncesini benimsememesi durumunda kendisini bilirkişi yerine koyamayacaktır (YHGK'nın 13.09.1961 gün ve 1961/1-95 E., 37 K. sayılı). Bu durum yerel mahkeme için geçerli olduğu gibi Yargıtay için de geçerlidir. Aksi halde usuli kazanılmış hak kuralı yukarıda açıklandığı gibi ihlal edilmiş olur.

Basın yolu ile kişilik haklarına saldırıdan dolayı manevi tazminat işlenebilmesi için hukuka aykırılık, kusur, zarar ve uygun neden-sonuç bağı koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekir. Yayımlanan bir haber ya da yapılan bir eleştirinin hukuka aykırı sayılması için ise, gerçeklik, güncellik, kamu yararı, toplumsal ilgi ve konu ile ifade arasında düşünsel bağlılık koşullarından birine aykırılık bulunması gerekir.

Somut olayda; Milliyet Gazetesinde yayımlanan yazının, bilirkişi raporları içeriğine göre, gerçek ve güncel olmadığı, yazının eleştiri sınırlarını aşarak, hakarete vardığı, bu nedenlerle hukuka aykırı bulunduğu belirlenmiştir.

Ayrıca, Özel Dairenin yukarıda açıklanan değerlendirmesi, Yargıtay'ca benimsenen bilirkişi raporlarının değerlendirilmesi ile ilgili ilkeye de aykırı olduğu saptanmıştır.

Yukarıdan beri açıklanan nedenlerle;

Yerel Mahkemenin direnme kararının dosya kapsamına uygun olduğu belirlenmiştir.

Bununla birlikte mahkemece hükmedilen manevi tazminat miktarına yönelik davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Dairesine gönderilmesi gerekir.

Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle yerel mahkemenin direnme kararı doğru olmakla birlikte hükmedilen tazminat miktarına yönelik davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın DÖRDÜNCÜ HUKUK DAİRESİNE gönderilmesine, 10.05.2006 gününde oyçokluğu ile karar ve*rildi.

KARŞI OY

Dava, basın yoluyla kişilik haklarına saldırı iddiasına dayanan manevi tazminat istemine ilişkindir.

Dava konusu edilen yazı; davalı tarafından yazılmış olup, Milliyet Gazetesi'nin 15 Kasım 2000 tarihli sayısında yer almıştır. Davalı, <Önce Doğramacı’yı Kınamak Lazım> başlıklı yazısında YÖK'ün; "Doçent adaylarının bilim ahlakını denetleyecek etik komite kurmasını çok yerinde bulduğunu, çünkü bilim alanında aşırmanın çok yaygın olduğunu, konunun bu nedenle önem taşıdığını belirttikten sonra, Sayın İ.D.'nin başkalarının eserlerini kendisinin gibi göstermesi artık bıktırıcı düzeylere geldi. Siz bugüne dek yapılmış aşırmaların belki de en büyüğünü ve fütursuzunu yaptınız. Uğur Mumcu'nun ortaya koyduklarından sonra Spock aşırmasını 13. baskıya kadar getir*diniz... Bir genç doçent adayının aşırma yaptığı kanıtlanıp, yükseltilmesi durdu*rulduğunda, üniversiteden ilişkisi kesildiğinde, -benden yüz misli daha fazla aşıranların karşısında hala saygıyla eğilenler sizler değil misiniz derse ne diyebiliriz? Aşırma, ahlaki bir sapmadır. Zamanaşımı olmamalıdır. Oysa 2 yıllık zamanaşımı süresi kabul edilmiş... Acaba eski ve büyük aşırmaları örtbas etmek için mi konmuş? Yürürlükte olan kurallara göre,-tüm aşırmalar -büyük, küçük demeden- üniversiteden uzaklaştırma cezası getiriyor... Aşırma, ahlaktan sapma olduğuna göre, aşırmada zamanaşımı olmamalıdır. Ahlaki ve dürüstlüğe yönelik olan bu konuda üniversite ve bilim adamlarımıza büyük sorumluluklar düşmektedir>, biçiminde eleştiri ve değerlendirmelerde bulunmuştur.

Davacı, yazıda kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu iddia ederek, manevi tazminat isteminde bulunmuştur.

Davalı, TÜBA (Türkiye Bilimler Akademisi) Konseyi'nde bilimsel aşırma konu*sunda etik komisyonlar oluşturulduğunu, incelenen eserler arasında İ.D.'nin <Annenin Kitabı> adlı eserinin de bulunduğunu, komisyonca anılan kitapla, Benjamin Spock'un aynı isimli (Baby and Child Care-1946) kitabının karşılaştırıldığını, bilimsel aşırma olduğunun belirlenerek TÜBA Konseyi'ne bildirildiğini, dava konusu edilen yazının YÖK tarafından oluşturulan etik komitelerle ilgili olduğunu, bu yüzden davacı ve kitabından söz edildiğini, davacının kişilik haklarına saldırının söz konusu olmadığını savunup davanın reddini istemiştir).

Tarafların delillerini sunmalarından sonra, mahkemece bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır.Biri hukukçu diğeri Prof. Dr. olan iki kişilik bilirkişi kurulunca düzenlenen raporda; <...davacıya ait kitabın aynı konuda yazılmış diğer kitap ile benzerlik gösterdiğinin doğru olduğu, ancak dava konusu yazıdaki sözlerin davacıya yönelik saldırı oluşturduğu> bildirilmiştir. Mahkemece bilirkişi raporu esas alınarak davanın kısmen kabulü ile 10 milyar TL manevi tazminatın davalıdan alınmasına karar veril*miştir.

Kararın davalı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesince, <Hukuki vasıflandırma ve değerlendirmeyi hakimin kendisi yapacağından, bilirkişi kuruluna hukukçu bilirkişi almaya gerek olmadan konusunda uzman (Dr. ve İngilizce bilen) bilirkişi kurulundan, davacıya ait eser ile alıntı yapıldığı iddia edilen eserin dosyadaki orijinalleri karşılaştırılarak; konu, düzen, anlatım biçimi ve diğer tüm özellikleri değerlendirilmek suretiyle bilimsel aşırma yapılıp yapılmadığını belirleyen rapor alınarak,> sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiği belirtilerek mahkeme kararı bozulmuştur.

Mahkemece, bozmaya uyularak oluşturulan bilirkişi kurulundan rapor alınmış, bilirkişiler raporlarında; davacıya ait kitap ile B. Spock'a ait kitabın konusunun aynı olduğu için benzerlik göstermesinin doğal olduğunu, çünkü kitaplardaki bilgi ve değerlendirmelerin anonim bilgiler olduğunu bildirmişlerdir. Rapora itiraz edilmesi üzerine hem itirazların değerlendirilmesi, hem de benzerlik konusunun denetlenmesi için yeniden oluşturulan bilirkişi kurulu raporunda; <a- Davacının kitabında B. Spock'un eserinden yararlanıldığı, konuların büyük bölümünün aynı olduğu, ancak bazı bölüm*lerin davacının kendi emeği ürünü olduğu, b- Kitabın yazıldığı dönemlerde (1950-60larda) bu tip kitapların hazırlanmasında bilimsel aşırma yapmanın etik kurallara aykırılık oluşturmadığı> belirtilmiştir. (Her iki bilirkişi kurulu raporunda da; konuların karşılaştırması, hangi sayfada benzerlik ve alıntı olduğu, hangi cümle ve değerlen*dirmelerin aynı olduğu konularına girilmeden genel bir değerlendirme ile yetinilmiştir.)

Mahkemece; bilirkişilerin bu raporları esas alınarak, yeniden davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesince, <...raporlar bütünüyle incelendiğinde, yer yer Spock'un kitabının ori*jinalinden tercümeler yapılarak kaleme alındığı ve o bölümlerde kaynak gösterilme*diği görülmektedir. Yukarıda belirtilen ve kaynak gösterme olarak belirtilen düşünce -Bitirirken- isimli bölümden de anlaşılacağı üzere bir kaynak gösterme olmayıp kitabın yazılmasında izlenen yönteme ilişkin bir belirlemedir. Bir eserin yazılmasında elbette kaynaklardan yararlanma olabilir. Böyle bir yöntem izlenirken, alınan düşünce ve örneğin kime ve hangi eserine ait bulunduğuna yollama yapılması, yerleşmiş ve zorunlu bir yazım kuralıdır. Aksi halde başkasına ait düşünce ve üretimleri kendinize aitmiş gibi bir sonuç çıkarılmış olur ki, bilim ve yazım kuralları bunu hoşgörü ile karşılamaz. Hatta düşüncesinden yararlanılan esere yollama yapmakla (basım tarihi, yeri ve sayfa numarası gösterilmekle) okuyucunun gerektiğinde o eserden daha geniş biçimde yararlanma olanağı da sağlanmış olur. Bu yöntem, bilim çevrelerince tar*tışılmaz ve yerleşmiş bir kuraldır. Özellikle bilimsel bir eserin yazılmasında bu kurala uymak ve bunu izlemek hukukun vazgeçemeyeceği bir sonuçtur. Bu haliyle yöntemine uygun olarak davacı (karşı davalının kaynak gösterdiğinden söz edilemez. Kaldı ki kitabın sonraki basımında B. Spock'un ismine de yer verilmemiştir. Bu değerlendirmeler göz önünde tutulduğunda davalının davacıya yönelik olarak kitaptan aşırma yapıldığı biçimindeki sözlerinin yukarıda açıklandığı üzere görünüm itibariyle hukuka aykırılık oluşturmadığı anlaşılmaktadır. O halde davalının sözlerinin hukuka aykırılığından söz edilemeyeceğine göre, davanın reddedilmesi gerekirken yazılı biçimde kısmen kabulü usul ve yasaya aykırı görüldüğünden kararın bozulması gerektiği>, belirtilerek kararın bozulması üzerine mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Dosyada bulunan delil ve belgeler şunlardır,

1- Benjamin Spock'a ait <Baby and Chlld Care> isimli 1946 basım tarihli İngilizce kitap ve davacı İ.D.ye ait ilk baskısı 1952 tarihli olan, 1968 tarihli, 1990 tarihli ve 1998 tarihli (14. baskı) <Annenin Kitabı> isimli kitaplar,

2- Uğur Mumcu' nun 29 Kasım 1981 tarihli <Dr. Spock ve Prof. Doğramacı> başlıklı yazısı (yazıda, İ.D.'nln, B. Spock'un kitabının 9, 28, 43, 197, 271, 272 ve 374. sahifelerinden aynen aldığı paragraflar, karşılaştırmalı olarak verilmiştir),

3- Davacının U.G. ile yaptığı söyleşi yazısı (davacıya yöneltilen B, Spock'un kitabından aşırma yaptığınız iddia ediliyor sorusuna davacı, -B. Spock ile birlikte çalıştık, dostumdur, biçiminde yanıt vermiştir),

4- Hepsi de Prof. Dr. olan bilim adamlarından oluşan <TÜBA Etik Kurulu> nca hazırlanmış (9 kabul, 1 çekimser oy ile kabul edilmiş olan) 09 Ocak 1998 tarihli rapor (raporda sayfa sayfa gösterilmek suretiyle, davacı İ.D.'ye ait Annenin Kitabı isimli eserde, B. Spock'un eserinden aşırma yapıldığı, 1960 tarihli basımının 55, 56, 252,261, 270, 276. sayfalarında, 1990 tarihli basımının 45, 252, 261, 271, 277, 279. sayfalarında aynen alınan paragraflar belirtilmiştir),

5- Prof. Dr. J.P.'nin, noter tasdikli 15 Kasım 2001 tarihli raporu (raporda İ.D.'nin Annenin Kitabı'nda B. Spock'un eserinden büyük oranda aşırma yapmıştır tespitinde bulunmuştur),

6- Mahkemece alınmış olan bilirkişiler raporlarında (her üç raporda da) davacıya ait kitap ile B. Spock'a ait kitap arasında konularına göre karşılaştırmalı bir inceleme yapılmamış olmasına karşın, davacı kitabının büyük oranda B. Spock'un kitabına benzediği ve alıntılar yapıldığı vurgulanmıştır.

Davacının yazısının konusu, YÖK tarafından kurulması tasarlanan <Etik Komitesi>dir. <Aşırma> teriminin karşılığı olarak dilimize girmiş Türkçe bir sözcük olmadığı için çoğu kez <aşırma>, <intihal> ve <bilimsel çalıntı> kelimeleri kullanıl*maktadır. (Türk Dil Kurumu'nun; Türkçe Sözlük -c. 1, Ankara 1998- eserinde, <aşırma; intihal, bir sınırı, bir geçiti aştırma, aşırma>, İngilizce-Türkçe Sözlük adlı eserinde, <aşırma; sirkat, çalmak, çalıntı> olarak açıklanmıştır.) FSEK'nın 35/son fıkrasında, <İntihal, caiz olmayan aktarma> biçiminde tanımlanmıştır.

FSEK'nın 34/son fıkrasında <caiz olan alıntılarda eser ve eser sahibinin adı mutad şekilde zikredilmek icap eder> denmiştir.

Dava konusu edilen yazıda davalı, <bilimsel çalıntı> konusunu açıklarken <aşırma> ve <bilim hırsızlığı> sözcüklerini kullanmıştır. Bu sözcükleri kullanmadan konuyu açıklaması olanağı olmadığı açıktır.
Davacıya ait kitabın, sadece 1952 tarihli 1. baskının sonuna eklenen <Bitirirken> başlıklı yazıda, kitabın yazılmasında izlenen yönteme ilişkin olarak, B. Spock'un adına yer verilmiş olup, sonraki baskılarda bu açıklama yapılmamış ve B. Spock adına yer verilmemiştir. Bir kitap yazılırken, hangi eserlerden yararlanıldığı, yazarın adı-soyadı, eserin adı, basıldığı yer ve tarihi, kaçıncı baskı olduğu ile sahife numarasının gösterilmesi bilimsel ve etik kuralların gereğidir.

Kişilik haklarına saldırının koşul ve kapsamı, MY'nin 24. maddesinde belir*tilmiştir. Borçlar Yasası'nın 49. maddesinde ise saldırının varlığı halinde yaptırımı düzenleme altına alınmıştır. Her iki maddenin temel öğesi hukuka aykırılıktır. Eylemin hukuka aykırılığının varlığı için öze ve biçime ilişkin koşulların irdelenmesi gerek*mektedir. Öze ilişkin koşullar; gerçeklik, güncellik ve kamu yararıdır. Kamu yararı öğesi, toplumsal ilgi olarak da tanımlanabilir. Biçime ilişkin koşul ise, anlatımda ve konunun sergilenişindeki ölçülülüktür. Üniversitelerdeki intihal (bilimsel aşırma) konu*su, toplumun gelişmişlik düzeyini gösteren güncel ve kamuyu ilgilendiren bir konu olduğu ve kitaplarla ilgili yukarıdaki belirlemelere göre; konumuzda gerçeklik, güncellik ve kamu yararı koşulları gerçekleşmiştir. Biçime ilişkin olarak ise dava konusu yazıda davacıya yönelik olarak kullanılmış olan, <Sayın İ.D., başkalarının eserlerini kendinin gibi göstermek artık bıktırıcı düzeylere geldi. Uğur Mumcu'dan bu yana dünya alem biliyor ki siz bugüne kadar yapılmış aşırmaların belki de en büyüğünü ve fütursuzca yaptınız. Mumcu'nun ortaya koyduklarından sonra Spock aşırmanızı 13. baskıya kadar getirdiniz... Cümle alemden özür dilemezseniz biz bu gençlere aşırmanın çok kötü bir şey olduğunu bir türlü anlatamayız> sözleri ile bu konunun 1981 yılından beri yazılıp ileri sürüle geldiği halde, davacının bu konuda sessiz kalarak kamuoyuna inandırıcı bir açıklama yapmamış olması dile getirilerek eleştirilerde bulunulmuştur.

Kaldı ki, kişilik hakkını düzenleyen MY'nin 24. maddesini, Anayasa'nın özgür*lüklere ilişkin genel hükümleriyle birlikte değerlendirdiğimizde; <kamu görevlilerinin ya da sade bir vatandaşın, özel ve gizli alanına girmeyen kamusal ya da kamuya açık alanındaki bir eyleminin, kamu yararı gözetilerek eleştirilmesi ve kamuya duyurulması hukuka aykırılık oluşturmaz.> Kişilerin Özel ve gizli (mahrem) alanına girmeyen, kamuya açık alandaki davranışları haber ve eleştiri konusu yapılabilir.

Davacı; Hacettepe ve Bilkent Üniversiteleri'ni kuran, YÖK'ün kurucularından olup, uzun yıllar başkanlığını yapan, <üniversite ve bilim> yaşamında büyük üne kavuşmuş, Türk kamuoyuna mal olmuş bir yönetici ve bilim adamıdır. Davacının birçok doktor ve bilim adamı yetiştirdiği doğrudur. Daha birçok meziyet ve özellikleri de sayılabilir. Söz konusu olan kitabının gelirlerini hayır işlerine verdiği de doğru olabilir. Ancak, tüm bu özellikleri davacının eleştirilmesine engel oluşturmaz. Çünkü eleştiri doğruyu bulmanın yoludur. <Eleştiri güzel bir şey değildir, ama gereklidir. Ağrı da aynı işi görür, vücutta bir aksaklık olduğunu haber verir> (William Churchill)

Davalı, dava konusu yazıda, üniversitelerde hazırlanan tez ve kitaplarda, yapılan intihal (bilimsel aşırma) ile ilgili görüş, düşünce ve kanaatlerini açıklamış, eleştirilerde bulunmuştur. Tarafların iddia ve savunmaları ile yukarıda açıklanan delil ve olgular birlikte değerlendirildiğinde; davalının davacıya yönelik olarak kullandığı sözlerin görü*nüm olarak hukuka aykırılık oluşturmadığı da açıktır.

Bu nedenlerle yerel mahkemenin direnme kararı usul, yasa ve uygulamalara aykırı olduğu için bozulması görüşünde olduğumuzdan, sayın çoğunluğun onama kararına katılamıyoruz.(¤¤)
Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programları

T.C. YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

Esas: 2003/4-47
Karar: 2003/37
Karar Tarihi: 29.01.2003

Taraflar arasındaki "manevi tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara Asliye 28.Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 12.9.2001 gün ve 2001/36-522 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 24.1.2002 gün ve 2002/190-800 sayılı ilamı ile, (...Dava, haksız eylem sonucu uğranılan zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Davacı, davalının Ankara Üniversitesi Rektörlüğü ile Yükseköğretim Kuruluna dilekçe vererek asılsız şikayette bulunduğunu, ayrıca Radikal gazetesinde yayımlanan haberi gönderdiğini ileri sürerek kişilik haklarına saldırıdan. dolayı manevi tazminat isteminde bulunmuştur. Yerel mahkemece istemin bir bölümü kabul edilmiştir. Kararı davalı temyiz etmiştir.

Kural olarak suçların kovuşturulması maksadı ile yetkili makamlara yapılacak şikayetler hukuka aykırı sayılmazlar. Ancak Anayasa teminatı altında bulunan her hak ve özgürlük gibi, hak arama özgürlüğü de sınırsız değildir. Şikayet hakkının kişilerin aleyhine ve kötüye kullanılamayacağı Anayasanın 36. madde; herkesin meşru vasıta ve yollardan yararlanmak suretiyle hak arama hürriyetini kullanabileceği ifade olunarak açıklanmıştır. Bu durumda, davalının hak arama özgürlüğü ile davacının çatışan kişilik haklarının sının Medeni Yasanın 1. maddesindeki ana kurallar uyarınca hakim tarafından büyük bir özenle çizilmelidir. Çünkü kişilik haklarına saldırıda bulunan kimse, eğer üstün çıkarları korumak için davranmışsa, davacının saldırıya uğrayan kişilik hakkı korumadan yararlanamayacaktır. Şikayet hakkının hukuka aykırı olarak kullanıldığından söz edilebilmesi için, şikayeti haklı gösterecek olguların bulunmaması veya şikayet hakkının kasten kötüye kullanılmış olması gerekir. Elinde şikayet veya başvuruyu destekleyen bazı emare (belirti) bulunan kişinin eyleminin hukuka aykırılığından söz edilemez ve şikayette bulunan kişi Borçlar Yasasının 49. maddesi gereğince manevi tazminatla sorumlu tutulamaz.

Davaya konu edilen olayda, davalı tarafından Ankara Üniversitesi Rektörlüğüne verilen dilekçede, davacının 1996 yılında hazırladığı "Sanata Duyulan İlgi Düzeyi ile Okuduğunu Anlama Becerisi Arasındaki İlişki" konulu çalışmanın, kendisi tarafından 1994 yılında hazırlanan "Sanata Duyulan İlgi Düzeyi ile Demokratik Tutum Arasındaki İlişki" konulu tez çalışmasının bir değişkeni, yöntemi ve biçimi ile aynı olduğu belirtilerek "kısmi intihal" (çalıntı, aşırma) nedeniyle davacı hakkında soruşturma yapılması istenerek dilekçe ekinde de şikayet konusunun örneklerle açıklandığı görülmektedir.

Davacı hakkında başlatılan idari soruşturmada; ortak bir değişkenin ve araştırmaların yapısal özelliklerinden kaynaklanan ve farklı amaçlar için kullanılan ortak terminolojinin dışında göze batan benzerliğe rastlanmadığı belirtilerek "kısmi intihal" yapılmadığı ve disiplin soruşturması yapılmasına gerek bulunmadığı sonucuna varılmış; yerel mahkemece alınan bilirkişi kurulu raporunda da, iki araştırmanın planında bazı benzerlikler bulunduğu, içeriklerinin farklı olduğu ve özgün ifadelerle kaleme alındığı, bazı başlıkların benzer olmasının bu tür çalışmalarda izlenen ortak yöntem olması nedeniyle birbiriyle aynılık iddiasını haklı çıkarmayacağı ve planda bunun dışında intihal izlenimi bırakacak benzerlik bulunmadığı, öğrencilere sorulan sorular farklı olduğundan elde edilen verilerin ve varılan sonucun farklı olduğu ve ölçme noktasındaki farklılığın intihal olasılığını ortan kaldıracak nitelikte bulunduğu, bibliyografyaların farklılık taşıdığı ve davalının eserinin kaynakçada gösterildiği, 8.sayfadaki yanıltıcı aktarma işleminin asıl kaynak sözlükten ileri geldiği, verilerin çözümlenmesinde izlenen yöntemler arasında intihal iddiasını doğrulayacak kanıtlar bulunmadığı, öğrencilerin öğrenim sırasında almış oldukları sanatla ilgili zorunlu ve seçimlik derslere dayanan açıklamalarının intihal olarak tanımlanmasının doğru bulunmadığı sonucuna varıldığı açıklanmıştır. Somut olayda, davalının eserinden kısmi intihal yapıldığı, yolundaki şikayetini doğrulayacak bir emarelerin bulunduğu idari soruşturma sonucundan ve mahkemece alınan bilirkişi kurulu raporunda anlaşılmaktadır. Bundan başka, bir gazetede davacı hakkında yer alan haberin yayımlanmasında davalının katkısı bulunduğu da kanıtlanmamıştır. Bu durumda, dava konusu olayın gelişimi ile yukarıda anılan ilkeler birlikte değerlendirildiğinde davalının yasal şikayet hakkını kullandığı benimsenerek davanın reddedilmesi gerekirken, yerine bulunmayan yazılı gerekçeyle manevi tazminata karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle/yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN: Davalı vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, kişilik haklarına saldırı iddiasına dayalı manevi tazminat istemine ilişkindir..

Davacı Sedat Sever vekili, davalının 1994 yılında "Sanata Duyulan İlgi Düzeyi ile Demokratik Tutum Arasında İlişki" adlı Yüksek Lisans Tez çalışması yaptığını, davacının da 1996 yılında "Sanat; Duyulan İlgi Düzeyi ile Okuduğunu Anlama Becerisi Arasındaki İlişki" adlı bir çalışma hazırladığını davalının, davacı tarafından hazırlanan bu çalışma ile kendisinin yüksek lisans tezinin aynı olduğu, aynı içerik ve cümleleri kapsadığı yolunda iddiada bulunması üzerine davacının, A.Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesi Dekanlığı' na başvurarak, davalının bu iddiasının bir komisyon aracılığıyla incelenmesini talep ettiğini, oluşturulan komisyonun, her iki araştırmanın tamamen birbirinden farklı olduğu yolunda görüş bildirdiğini; 18.12.1998 tarihinde davalının bu kez, davacının çalışması ile kendi tezi arasında "kısmi intihal" olduğu iddiası ile YÖK Başkanlığı'na ve Ankara Üniversitesi Rektörlüğü'ne suç duyurusunda bulunduğunu, bununla da yetinmeyip Radikal Gazetesinin 26.12.1998 tarihli sayısına "El Teziyle Doçentlik" başlıklı haberi göndererek, kendi master tezinin davacı tarafından doçentlik tezi olarak kullanıldığına dair iddiada bulunduğunu; iddiayı inceleyen Fakülte Yönetim Kurulu'nun ve oluşturulan komisyonun da, iki çalışmada ortak bir değişken ile araştırmaların yapısal özelliklerinden kaynaklanan ve farklı amaçlar için kullanılan ortak terminoloji dışında göze batan benzerliğin olmadığı şeklinde sonuca ulaştığını; davalının bu şekilde yersiz ve asılsız isnatlarla davacıyı üniversite camiası ve YÖK karşısında küçük düşürdüğünü, hakkında soruşturma açılmasına sebebiyet verdiğini, kişilik haklarına saldırdığını ileri sürerek, bir milyar TL. manevi tazminatın faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı Ruken Ö. vekili, tarafların çalışmaları arasında ilk bakışta dikkat çekecek bir isim benzerliği bulunduğunu, izlenen yöntemin aynı olduğunu, davalının tezindeki ölçme için hazırlanan anketin dahi büyük oranda aynı bulunduğunu; bu haksızlığı dile getiren davalıya davacının hakaret ettiğini, durumun Fakülte yetkililerine intikal ettirildiğini; davalının kısmi intihal olgusunu ortaya koyan raporunu YÖK ve A.Ü. Rektörlüğüne dilekçe ekinde sunduğunu, Radikal Gazetesi muhabirinin haber değeri taşıyan bu olayı kendi attığı başlık, kendi tercihi olan içerik ve üslupla kamuoyuna ilettiğini; akademik organ olmaması nedeniyle Fakülte Yönetim Kurulu kararının da değer taşımadığını savunarak davanın reddini istemiştir.

Yerel mahkemece verilen; tarafların çalışmaları arasında intihal bulunmadığı, davalının davacı aleyhine çeşitli makamlara yaptığı şikayetlerin ve davalının verdiği habere dayanılarak Radikal Gazetesinde yayımlanan haberdeki iddiaların doğru olmadığı, davalının bu şikayetler ve yayımlanan haberle davacının kişilik haklarına hukuka aykırı şekilde saldırıda bulunduğu gerekçesine dayalı davanın kısmen kabulüne, 750 milyon TL. manevi tazminatın davalıdan tahsiline dair karar, Yüksek Özel Dairece yukarıdaki gerekçeyle bozulmuştur.

Bu noktada öncelikle davadaki manevi tazminat isteminin dayandırıldığı maddi olgu üzerinde kısaca durulacaktır:

Davalının 1994 yılında A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü bünyesindeki yüksek lisans öğrenimi sonucunda "Sanata Duyulan İlgi Düzeyi İle Demokratik Tutum Arasındaki İlişki" adlı yüksek lisans tezini hazırladığı, o tarihte aynı zamanda A.Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesinde araştırma görevlisi olduğu; davacının ise aynı Fakültede Yardımcı Doçent Doktor unvanıyla 1996 yılında "Sanata Duyulan İlgi Düzeyi ile Okuduğunu Anlama Becerisi Arasındaki İlişki (A.Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesi Örneği)" isimli araştırmayı yaptığı; davalının intihal iddiaları üzerine, davacının 8.10.1996 tarihli dilekçeyle Eğitim Fakültesi Dekanlığına başvurarak iddiaların incelenmesini istediği; Dekanlık tarafından görevlendirilen Prof. Dr. Nizamettin Koç'un düzenlediği 21.10.1996 tarihli raporda yapılan ayrıntılı karşılaştırmalar sonucunda araştırmaların bir boyutu olarak belirli bir değişkeni (Sanata Duyulan İlgi) ikisinin de inceleme konusu yapmalarının dışında her iki araştırmanın tamamen birbirinden farklı olduğunun gözlendiğine, sonuç olarak, araştırma yöntem bilimine ve araştırma ettiğine aykırı düşebilecek hiçbir duruma rastlanmadığının dair görüş bildirildiği; davalının yaklaşık iki yıl sonra A. Ü. Rektörlüğüne ve YÖK Başkanlığına 18.12.1999 tarihli dilekçeleri vererek, davacının çalışmasının kendi tezinin bir değişkeni olduğunu, yaptığı anket; büyük bir kısmı ile de aynı bulunduğunu ileri sürmek suretiyle, her iki çalışmanın belirlenecek öğretim üyelerince bu yönden karşılaştırılmasını istediği ve davacı hakkında kısmi intihal nedeniyle suç duyurusunda bulunduğu; anılan dilekçeler üzerine A.Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesinde görevli 3 profesörden oluşturulan komisyonun düzenlediği 15.2.1999 günlü raporda, ortak bir değişkenin ve araştırmaların yapısal özelliklerinden kaynaklanan ve farklı amaçlar için kullanılan ortak terminolojini dışında, göze batan bir benzerliğe rastlanmadığına ve sonuç olarak davacının kısmi intihal yapmadığına disiplin soruşturmasına da gerek bulunmadığına dair kanaat beyan edildiği; davalının yukarıda sözü edilen 18.12.1998 tarihli dilekçeleri vermesinden kısa , bir süre sonra Radikal Gazetesi'nin 26.12.1998 tarihli nüshasında yayımlanan "El Teziyle Doçentlik" başlıklı haberde, "YÖK'e bilimsel eser hırsızlığında ilk suç duyurusu yapıldı. Ankara Üniversitesi araştırma görevlisi Ö., master tezinin Doç. Sedat Sever tarafından doçentlik tezi olarak kullanıldığını ileri sürdü. Ruken Ö., master tezini kendisiyle aynı anabilim dalında çalışan Sedat Sever'in çaldığını ve doçentlik tezi olarak kabul ettirdiğini ileri sürdü Ruken Ö., YOK'e yaptığı suç duyurusunda kendi teziyle birlikte Sedat Sever'in doçentlik çalışmasının karşılaştırmalı olarak sunarken "Tezimde yaptığım yanlışlar bile kopya edilmiş. dedi..." şeklinde ifadeler yer alan bir haberin yayımlandığı A.Ü. Eğitim Fakültesi Yönetim Kurulu'nun, bu haber üzerine davacı tarafından verilen 30.12.1998 tarihli dilekçeyi görüşmek amacıyla yaptığı 4.1.1999 tarihli toplantı sonucunda; yukarıda değinilen rapora da atıf yapmak suretiyle, sonuç olarak, haber içeriğinin doğru olmadığı ve durumun anılan Gazeteye bildirilmesi yolunda karar aldığı; kararın gazeteye tebliğinden sonra da, aynı Gazetenin 6.1.1999 günlü sayısında "Çalıntı Tez İddiası Çürütüldü" başlıklı başka bir haberin yayımlandığı, anılan karar metninden bir bölümün bu haberde aynen aktarıldığı anlaşılmaktadır.

Görülmekte olan davada davacı bu olgulara dayanarak, davalı tarafından kendi kişilik haklarına haksız şekilde saldırıldığını ileri sürmüş ve manevi tazminat isteminde bulunmuştur.

Hemen belirtilmelidir ki, davalının daha önceki tarihli çalışması ile, davacının sonraki tarihi taşıyan çalışmaları arasında intihal (çalıntı, aşırma) bulunmadığı; eş söyleyişle, davacının davalıdan intihal yapmadığı hususunda yerel mahkeme ile Yüksek Özel Daire arasında bir uyuşmazlık yoktur.

Bununla birlikte, uyuşmazlığın ve özellikle davalının yukarıda değinilen başvurularının haklı olup olmadığının tam olarak ortaya konulabilmesi açısından, intihal kavramına ilişkin kısa bir açıklama yapılmasında yarar görülmüştür:

İntihal sözlük anlamı itibariyle aşırma, başkasına ait bir eseri kendisininmiş gibi gösterme (Ferit Devellioğlu-Neval Kılıçkını: Osmanlıca-Türkçe Sözlük, Rafet Zaimler Kitabevi, İstanbul, 1983, s: 161) ; Kaynak göstermeksizin başkasının eserinden parça alma (Dr. Ejder Yılmaz: Hukuk Sözlüğü, Doruk Yayınları Ankara 1976, s:72) anlamında olup, hukuk düzenince de bu anlam yüklenmiş ve yasaklanmıştır. (Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu, madde 66 ve sonraki hükümler). intihal tam veya kısmi nitelikte olabilir.

Açıktır ki, ister tam, ister kısmi nitelikte olsun, intihalin (aşırmanın, çalıntının) varlığı halinde, buna maruz kalan eser sahibi, hukukun kendisine tanıdığı yasal yollara başvurma (şikayet) hakkına sahiptir.

Özel Daire bozma kararında da açıklandığı üzere, şikayet (başvuru) hakkını da içeren "Hak Arama Hürriyeti", Anayasa'nın 36. maddesinde düzenlenmiş ve herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle, bu hakkı kullanabileceği belirtilmiştir.

Anayasal bir hakkın kullanılmasının, o hakkı hukuka uygun şekilde (Anayasa'nın. deyimiyle meşru vasıta ve yollarla) kullanan yönünden herhangi bir sorumluluk doğurması düşünülemez. Buna karşılık, şikayet hakkı kötüye kullanılmış ya da şikayette bulunulmasını haklı gösterecek olgular mevcut değil ise, artık hukuka uygunluktan söz edilemez. "Şikayeti haklı gösterecek olgu" sözüyle, şikayet veya başvuruyu destekleyen "emarelerin" kastedildiği de, yine bozma kararında açıklanmıştır.

Somut olayda uyuşmazlığın üzerinde toplandığı nokta tam da budur: Yerel Mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık, kendi sübjektif durum ve konumu itibariyle, davalının davacıyı intihal ile suçlamakta haklı olduğunun kabulünü gerektirecek, iddiaları destekler nitelikte emarelerin somut olayda bulunup bulunmadığı noktasındadır. Bu noktada şu yönün hemen vurgulanması gerekmektedir: Herhangi bir olayda başvuru sahibinin bu başvurusunu destekleyen ve hakli gösteren emarelerin bulunup bulunmadığı hususu değerlendirilen, öncelikle, o somut olayın kendi özel yapısı ve özellikle başvuru sahibinin
sübjektif nitelikleri, konu hakkındaki bilgi, kavrama ve değerlendirme düzeyi göz önünde tutulmalıdır.

Somut olay bu çerçevede değerlendirildiğinde: Davalının intihal iddiasını ilk olarak ortaya attığı tarihte, üniversitede yüksek lisansını tamamlamış bir araştırma görevlisi olduğu; Üniversite Rektörlüğüne ve YÖK'e 15. 12.1998 günlü dilekçeyi verdiği tarihte ise .doktorasını tamamladığı anlaşılmaktadır. Eş söyleyişle, anılan dilekçeleri verdiği tarih itibariyle davalı, doktor unvanlı ve üstelik konuya hakim. bir akademisyen olarak, kendi eseri ile davacının eserini bilimsel yöntemler çerçevesinde sağlıklı bir şekilde karşılaştırma, intihal bulunup bulunmadığını doğru olarak saptama olanak ve yeteneğine sahiptir. O halde, intihal iddiasında bulunmadan önce, sahip olduğu bu kariyer ve bilgisini doğru olarak kullanıp, her iki eseri sağlıklı şekilde değerlendirmesi, intihalin mevcut olup olmadığı noktasında sağlıklı bir saptamada bulunması kendisinden beklenmelidir.

Yukarıda belirtildiği gibi, gerek davacının başvurusu üzerine bir öğretim üyesince düzenlenen 21.10.1996 tarihli raporda, gerek davalının Üniversiteye ve YÖK'e yaptığı başvuru nedeniyle ve gerekse görülmekte olan davada Mahkemece üniversite öğretim üyelerinden oluşturulan kurullarca düzenlenen raporlarda, tarafların eserleri arasında bir intihalin bulunmadığı açık ve kesin bir şekilde belirtilmiştir.

Anılan raporları düzenleyen akademisyenlerin yaptıkları inceleme, karşılaştırma ve değerlendirmeleri, kendisi de bir akademisyen olan davalının dahi yapabileceğinde kuşku olmamalıdır. Eş söyleyişle, davalı, sübjektif durumu itibariyle, bunu yapabilme olanak ve yeteneğine sahiptir.

Öte yandan, intihal gibi, muhatabını son derecede büyük bir zan altında bırakacak, bilim ettiğine aykırı bir eylemle herhangi bir kişiyi suçlamadan önce, gereken hassasiyeti gösterip, titiz bir araştırma ve değerlendirme yapması ve eğer bu değerlendirme sonucunda intihalin bulunduğu kanaatine varırsa böyle bir iddiada bulunması, herkesten ve özellikle, sübjektif durumu yukarıda açıklanan davalıdan beklenmesi gereken bir davranıştır.

Kişilik haklarına saldın iddiasının dayandırıldığı gazete haberine gelince: Gerek ilgili mevzuat uyarınca ve gerekse dosyaya sunulan belge örneklerindeki açıklamalardan, davalının başvurusu üzerine Üniversite ve YÖK tarafından olaya ilgili olarak yapılan idari soruşturmanın gizli olduğu anlaşılmaktadır.

Gizli yapılan ve böyle yapılmasında zorunlu olan bu soruşturma sırasında, davalı dilekçesinin ve dilekçe üzerine başlatılan soruşturma içeriğinin, bu soruşturmada herhangi bir rol veya görevi bulunan üçüncü kişilerce dışarıya sızdırıldığına ilişkin bir davalı savunması ve bu yolda sunulmuş bir kanıt yoktur. Buna rağmen, davalının verdiği dilekçelerin içeriğinin, verilmelerinden kısa bir süre sonra yayımlanan Radikal Gazetesinin 26.12.1998. günlü sayısında, tarafların 'adları açıkça belirtilerek ve üstelik, anılan dilekçelerdeki belirli pasajlara aynen yer verilerek haber konusu yapıldığı görülmektedir. Her ne kadar, yerel mahkemenin direnme kararındaki gerekçenin tersine, cevap dilekçesinde bu husus davalı tarafından açıkça kabul edilmiş değilse de, açıklanan somut durum karşısında, söz konusu haberin davalının bilgisi ve katkısı olmaksızın yapılmasına olanak bulunmadığının kabulü gerekir. Başka bir ifadeyle, anılan gazete haberinin, davalının bu yolda bir katkısı olmaksızın yapılması olanaklı değildir. Bozma ilamındaki aksine kabulde bu nedenle isabet görülmemiştir.

Hal böyle olunca, anılan eserler arasında intihal bulunup bulunmadığını doğru bir şekilde saptama olanak ve yetkisine sahip olan davalının, gerçekte intihal bulunmadığı halde, anılan dilekçeleri vererek ve üstelik günlük bir gazetede bu yönde haber yapılmasına şu veya bu şekilde vesile olarak, davalıyı, başkasının eserinden intihal yapan bir akademisyen durumuna düşürdüğünün, böylece kişilik haklarına , saldırdığının kabulü zorunludur. Dolayısıyla, somut olayda davacı yararına manevi tazminata hükmedilebilmesi için gerekli koşullar oluşmuştur.

Mahkemenin bu yönlere değinen direnme gerekçesi yerindedir. Davalının, hüküm altına alınan manevi tazminat miktarı yönünden temyiz itirazı da bulunmamaktadır. Bu durumda, direnme kararı onanmalıdır.

Sonuç: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçelerle ONANMASINA ve gerekli temyiz harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 29.01.2003 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

Birinci Başkanvekili 20.H.D.Bşk. 15.H.D.Bşk. 3.H.D.Bşk.
İhsan DEMİRKIRAN F.Atbaşoğlu Y.Akman N.Yavuz
Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programları