Mesajı Okuyun
Old 23-10-2011, 13:05   #7
magistra175

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan hukuk işçisi
Sayın meslektaşım.
Bu konuda size katılmıyorum şöle ki;
1-Taraflar gayelerini başkalarından gizlemek için inançlı temlik yaparlar.
2-Medeni Kanun gereği tapuda yapılan satış resmi şekle tabidir ve aksi ispatlanana kadar da geçerlidir.
3-Resmi şekle tabi işlemlerin aksinin ispatı ise resmi şekle tabi değildir.(resmi şekil kanunda sınırlı sayılıdır)
4-Zaten inanç sözleşmesinde resmi şekil aranırsa tarafların gizlilik gayesi, aleni olan tapu sicili ile mevta olur.



lex commisesorria yasağının amacı; aldığı borcu teminen taşınmazını rehin veren borçluyu korumaktır.Eğer vade gününde taşınmaz değerlenerek borcu geçmiş ise amaç doğrultusunda taşınmazın mülkiyeti yerine borç miktarının tahsili ile kalanı borçluya iade edilecektir.

Olayda var olan işlem ise kanundaki şekliyle yasağa konu rehin verilmesi değil satıcıya güvene dayalı inançlı bir işlem ile geri alım hakkının tanındığı, üzerinde anlaşılan gerçek bir satış işlemidir.Geri alım hakkı ise zaten kanunen verilmiş bir haktır.Kanunun bir hükmünün, başka bir hükmünün uygulanmasını engelleyici şekilde yorumlanamayacağını düşünüyorum.Yani kanuna karşı hile kanımca olayda yoktur.

Konu ile ilgili detaylı makalelerin linkleri:
http://kitaplar.ankara.edu.tr/dosyalar/pdf/442.pdf
acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/5427/6080.pdf
auhf.ankara.edu.tr/kitaplar/.../kanuna-karsi-hile-hamide-topcuoglu/


Görüşlerinize tamamen katılmıyorum. Şöyle ki; Muvazaa ile inançlı temlik farklı şeylerdir ve sizin bahsettiğiniz "Taraflar gayelerini başkalarından gizlemek için inançlı temlik yaparlar." ibaresi inançlı temlikin değil, muvazaanın bir özelliğidir. Ayrıca olay bakımdanda üçüncü kişilerden gayenin saklanaması gibi bir amaç değil, verilen ödünce karşılık bir teminat gayesi güdülmektedir. İnançlı temlikin muvazaadan farkını daha çok aydınlatmak gerekirse; İnançlı sözleşme muvazaadan farklı olarak göstermelik değildir. İnançlı sözleşmenin sonuçlarını doğurması taraflarca gerçekten istenir; fakat taraflardan biri böyle bir sözleşmenin kendisine sağladığı hukuki durumu, ancak belli bir amaçla kullanacağını ve bu amaç gerçekleştikten sonra terk edeceğini diğer tarafa taahhüt eder. Ayrıca inançlı temlikte üçüncü şahısları aldatmak iradesi yoktur. Bundan dolayıdır ki, mülkiyetin devrine esas olan temel ilişkinin gerçeğe aykırı olarak mesela bir bağışın satım sözleşmesi gibi gösterilmesi inançlı sözleşmede bahis konusu değildir. Kısaca inanç sözleşmesini muvazaadan ayıran tek ölçüt tarafların ortak iradesidir. İnançlı sözleşmede bu irade gizli sözlemenin dışarıya yansıyan hukuki durumla çelişmesini hedef almaz; sadece inanılan tarafın devraldığı hakka bağlı olan yetkilerin kısıtlanmasını amaçlar.
Ayrıca 2 ve 3 numaralarıyla belirttiğiniz görüşler için ise kuralı doğru belirlemekle beraber, çok açık bir yorum yanılgısına düştüğünüzü belirtmek isterim. Şöyle ki; MK'nın 706. maddesi "Taşınmaz mülkiyetinin devrini amaçlayan sözleşmelerin geçerli olması, resmi şekilde düzenlenmiş bulunmalarına bağlıdır." şeklindedir. Dikkat edilirse kanun ifadesinden "taşınmaz mülkiyetinin devrini amaçlayan sözleşme"den bahsedilmektedir. Bu sözleşmenin taşınmaz satış sözleşmesi, taşınmaz bağışlama sözleşmesi ve nitekim taşınmazın inançlı temlik sözleşmesiyle devri sözleşmesi olmaları bakımından bir fark gözetilmemektedir. BK'nın 11. maddesinde de açıkça ifade edildiği üzere kural olarak şekil serbestisi benimsenmekle beraber kanunun açıkça şekil şartı aradığı sözleşmeler bakımından aranan şekil şartı kural olarak geçerlilik şartı olmakla beraber, bu şekil şartına uyulmaması sözleşmenin kesin hükümsüz olması müeyyidesine bağlanmıştır. Dikkat edilirse inançlı sözleşme bakımından da aranan bir ispat şartı değil geçerlilik şartıdır. Tapuda ki devre sebep teşkil eden bir inançlı sözleşme değil satım sözleşmesi olmuştur. Dolayısıyla taraflar arasında her ne kadar sözlü olarak inançlı temlik sözleşmesi yapılsa da bunun MK m.706 gereğince bir anlamı olmayacaktır. 4 numarayla belirttiğiniz görüş için ise başta belirttiğim muvazaa-inançlı temlik farkına ilişkin yaptığım açıklamaya atıf yapmakla yetiniyorum. Son olarak yapılan işlemin Lex commissoria yasağına aykırılık teşkil etmeyeceğini belirtmişsiniz. Sizin de belirttiğini gibi söz konusu yasağın amacı zayıf olan borçluyu korumaktır. Acil paraya ihtiyacı olan borçlu, söz konusu olayda da olduğu gibi, borç verenin ortaya koyduğu bütün şartlara pervasızca evet demek durumundadır. Kanun koyucuda bu sebeple ortaya çıkabilecek ağır sonuçları engellemek adına söz konusu yasağı ihtiva etmektedir. Bu yasağa aykırı olarak kararlaştırılan sözleşme hükümlerinin de hükümsüz olacağı açıkça belirtilmiştir. Durum böyle olunca sözleşme tarafları söz konusu yasağı aşmak adına kanunun cevaz verdiği diğer bir hukuki yol olan taşınmaz satışına yönelmişlerdir. Ancak tarafların gerçek iradeleri, bir satım akdi kurmak değil, verilen ödünce karşılık bir teminat sağlamaktır. Hukukumuz bakımından ise konusu taşınmaz olan teminat rehindir. Taraflar taşınmaz üzerinde borç veren lehine rehin hakkı tesis etmek yerine, taşınmaz mülkiyetini kanunun açıkça yasak etmesine rağmen borç verene devretmeleri kanuna karşı hile değil de nedir üstadım? Bu konuda Yargıtayında verdiği çok isabetli kararlar vardır. Örneğin: Bankaların verdikleri kredi karşığı, borçlunun taşınmazına rehin koymak yerine, borçludan taşınmaz satış vaadi almaları çok isabetli olarak kanuna karşı hile sayılmış ve satış vaadi sözleşmesi hükümsüz sayılmıştır.