Mesajı Okuyun
Old 12-07-2011, 10:25   #3
Av. İbrahim YİĞİT

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan tiryakim
Merhabalar Değerli Meslektaşlarım;

Benzer mahiyette yeni tarihli yargıtay İlamı Arıyorum.



İlgilenen değerli Meslektaşlarıma Şimdiden Teşekkür Ederim...


T.C.

YARGITAY

21. HUKUK DAİRESİ

E. 2009/12855

K. 2010/9338

T. 04.10.2010

DAVA : Davacı, kesilen yetim aylığının kesildiği tarihten itibaren yeniden bağlanıp ödenmesine ve bağlanacak aylığa faiz yürütülmesine, Kurum'a borçlu olmadığının tesbitine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kısmen kabulüne karar vermiştir.

Hükmün taraf vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi Mehmet Beleç tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.

KARAR : Dava, davacının kesilen yetim aylığının kesildiği tarihten itibaren yeniden bağlanıp ödemesi ve bağlanacak aylığa faiz yürütülmesi gerektiğinin, davacının ödenen yetim aylığı nedeniyle davalı Kuruma borçlu olmadığının tespiti istemine ilişkindir.

Mahkemece davacıya davalı Kurumca bağlanan aylığın iptaline, ancak davacının ödenen yetim aylığı nedeniyle, davalı Kuruma borçlu olmadığının tespitine karar verilmiştir.

Dosyadaki kayıt ve belgelerden Kurum tarafından; yaşamını yitiren sigortalı babası üzerinden, 23.06.1996 tarihinden itibaren 506 sayılı Kanun hükümleri gereğince kendisine ölüm aylığı bağlanan hak sahibi kız çocuğu konumundaki davacıya, anılan Kanun kapsamında gerçekleşen, 01.01.1979–31.12.1979 tarihleri arasındaki 360 günlük zorunlu, 20.04.1982-01.04.1983 tarihleri arasındaki 1479 sayılı Yasa kapsamında 11 ay 10 gün Esnaf Bağ-Kur sigortalılığı ve 01.04.1983- 30.04.2001 tarihleri arasında 18 yıl 29 gün 1479 sayılı Yasa kapsamında isteğe bağlı Bağ-Kur sigortalılık süreleri toplamı üzerinden bu kez yaşlılık sigortası hükümlerine göre 01.05.2001 tarihi itibarıyla Bağ-Kur tarafından 20 yıl sigortalılık nedeni ile 1479 sayılı Yasanın geçici 10 maddesine göre tam yaşlılık aylığı bağlandığı, söz konusu olguyu sonradan saptayan Kurumca 25.11.2006 tarihinde tesis edilen işlemle yetim aylığının kesilip 23.05.2001–25.11.2006 tarihleri arasında yersiz ödendiği ileri sürülen ölüm aylıkları ve faiz toplamı 19.215,31 TL nin davacıdan istendiği anlaşılmaktadır.

Davanın yasal dayanağı, 506 sayılı Kanunun ölüm sigortası hükümlerinin düzenlendiği bölümü içerisinde yer alan ve “Eş ve çocuklara aylık bağlanması” başlığını taşıyan 68’inci maddesi olup, hak sahibi kız çocukları yönünden maddenin (I) numaralı bendinde aylık bağlama koşulları, (VI) numaralı bendinde aylık kesme nedenleri açıklanmıştır. Buna göre, ölüm aylığı tahsisi için kız çocuklarının Sosyal Sigortaya, Emekli Sandıklarına tabi bir işte çalışmamaları, buralardan gelir veya aylık almamaları zorunlu olduğu gibi, gerekli koşulları taşıyanlara bağlanan aylıkların kendilerinin Sosyal Sigortaya, Emekli Sandıklarına tabi işlerde çalışmaya başlamaları durumunda kesilmesi gerektiği de açıktır. Hemen belirtilmelidir ki, maddede yazılı “Sosyal Sigorta” sözcüğünün Bağ-Kur Genel Müdürlüğü’nü de içine alacak şekilde anlaşılması zorunludur. Anlaşılacağı üzere, (I) numaralı bentte aylık bağlamaya ilişkin olarak “Sosyal Sigortaya, Emekli Sandıklarına tabi bir işte çalışmama, buralardan gelir veya aylık almama” koşullarına yer verilmiş olup, 1996 yılındaki tahsis tarihi itibarıyla bu şartlar davalı yönünden gerçekleştiğinden kendisine aylık bağlanmasında yasaya aykırılık bulunmadığı gibi, anılan tarih itibarıyla yürürlükte bulunan düzenlemeye göre maddenin (VI) numaralı bendinde aylık kesme nedenleri açıklanırken “Sosyal Sigortadan, Emekli Sandıklarından gelir veya aylık alma” olgusuna yer verilmemiştir. Her ne kadar; aylık bağlanmasına engel bir neden olarak maddede açıklanan olgunun varlığının, doğal olarak aylığın kesilmesi sonucunu da doğurması gerektiği yönünde yaklaşım gösterilebilir ise de, maddede sayma yöntemi ile sınırlı sayıda belirtilen aylık kesme nedenleri arasında anılan olguya yer verilmemiş olması karşısında yorum yolu ile kanun koyucunun iradesi aşılarak farklı bir sonuca ulaşılamaz. Diğer taraftan; söz konusu (VI) numaralı bende 4958 sayılı Kanunun 06.08.2003 tarihi itibarıyla yürürlüğe giren 35’inci maddesiyle “buralardan gelir veya aylık almaya” ibaresi eklenerek böylelikle “Sosyal Sigortadan, Emekli Sandıklarından aylık veya gelir almaya başlama” olgusu, hak sahibi kız çocuklarına bağlanan aylığın kesilme nedeni olarak benimsenmiş ise de, Kurumca ölüm aylığının 1996, yaşlılık aylığının 2001 yılında bağlanmış ve değişikliğin 06.08.2003 tarihinde yürürlüğe girmiş olması karşısında, “sonradan yürürlüğe giren yasal düzenlemelerin önceki kanun ile oluşan kazanılmış hakları ortadan kaldıramayacağı” yönündeki temel hukuk kuralının gereği olarak, anılan bende yapılan bu eklemenin davalı hakkında 06.08.2003 tarihi öncesi yönünden uygulanabilirliği bulunmamaktadır.

Bununla birlikte; hak sahibi kız çocuklarına bağlanan gelir ve aylıklar yönünden kanun koyucu tarafından 506 sayılı Kanuna, 09.07.2005 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5386 sayılı Kanunun 2’nci maddesiyle geçici 91’inci madde eklenerek farklı bir düzenleme yapılmıştır. Anılan maddenin ilk fıkrasında; 06.08.2003 tarihinden önce hak sahibi kız çocuklarına bağlanan gelir ve aylıkların; bunların evlenmeleri, Sosyal Sigortaya, Emekli Sandıklarına tabi çalışmaları veya kendi çalışmalarından dolayı buralardan gelir veya aylık almaları hariç olmak üzere geri alınmayacağı belirtilmiş, ikinci fıkrasında ise; bunlardan, yukarıda belirtilen haller haricindeki nedenlerle gelir veya aylıkları kesilen veya durdurulan kız çocuklarının gelir ve aylıklarının, kesme veya durdurma tarihi itibarıyla istek koşulu aranmaksızın yeniden başlatılacağı açıklanmıştır. Buna göre, hak sahibi kız çocuklarına bağlanan gelir veya aylıkların kesilme nedenleri; evlenme, Sosyal Sigortaya ve/veya Emekli Sandıklarına tabi çalışma, kendi çalışmalarından dolayı buralardan gelir veya aylık alma halleri ile sınırlandırılmıştır. Madde hükmünün uygulanmasında, kuşkusuz “kendi çalışmalarından dolayı gelir veya aylık alma” kavramının yorumu ve anılan ibareye yüklenmesi gereken anlam önem arzetmektedir. Hak sahibi kız çocuğuna tümüyle zorunlu sigortalılığı üzerinden değerlendirme yapılarak gelir veya aylık bağlanması durumunda “kendi çalışmalarından dolayı gelir veya aylık alma” olgusunun gerçekleştiği belirgin olduğu gibi, tamamen isteğe bağlı sigortalılık süreleri gözetilerek gelir veya aylık bağlandığı takdirde ise madde hükmünün kapsamı dışına çıkıldığı, bir başka anlatımla bu gibi durumda ölüm aylığının kesilemeyeceği açıktır. Kız çocuğuna bağlanan gelir veya aylığın hem zorunlu, hem isteğe bağlı sigortalılık süreleri toplamına dayanması durumunda ise; ancak, ilgilinin isteğe bağlı sigortalılığının tek başına gelir veya aylık bağlanmasına yeterli gelmesi koşuluna bağlı olarak “kendi çalışmaları” kavramının varlığından söz edilemez. Eş söyleyişle; zorunlu sigortalılık süresinin dışlanması gelir veya aylık bağlanması koşulları üzerinde etkili değilse, kız çocuğuna tümüyle isteğe bağlı sigortalılık süreleri gözetilerek gelir veya aylık bağlanmış gibi kabul edilerek Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı tarafından hak sahibi sıfatıyla kendisine tahsis edilen yetim aylığı kesilemez.

Davacının yaşlılık aylığı bağlanmasına esas alınan sigortalılık süresi zorunlu sigortalılık ile isteğe bağlı sigortalılık süresinin birleşiminden oluşmaktadır. Bu durumun kendi çalışmalarından dolayı gelir veya aylık alma koşulu yönünden değerlendirilmesi yapıldığında; isteğe bağlı sigortalılık için gerekli tescil koşulunu oluşturan zorunlu sigortalılık hali ile isteğe bağlı sigortalılığın tek başına aylık bağlanmasına yeterli olduğu ve zorunlu sigortalılık süresinin dışlanmasının aylık veya gelir bağlanması koşulları üzerinde etkili olmadığı görülmektedir. İsteğe bağlı sigortalılık süresi tek başına 1479 sayılı Yasanın geçici 10 maddesinde düzenlenen 15 yıl prim ödeme ve 50 yaş koşulunun yerine getirilmiş olması nedeni ile davacıya kısmi yaşlılık aylığı bağlanmasına yeterlidir. Bu nedenle Kurum tarafından davacıya zorunlu sigortalılık ve isteğe bağlı sigortalılık süreleri dikkate alınarak 20 yıl prim ödeme üzerinden bağlanan yaşlılık aylığının iptali ile isteğe bağlı Bağ-Kur sigortalı olarak prim ödediği 18 yıl 29 gün sigortalılık süresine göre kısmi yaşlılık aylığı bağlanarak 23.05.2001-25.11.2006 tarihleri arasında ödenen fark aylıkların istenmesi yerine yetim aylığının tamamen iptal edilerek borç tahakkuk ettirilmesi doğru değildir.
Hak sahibi kız çocuğuna bağlanan ölüm aylığının kesilmesi koşulları ve yersiz ödeme olgusunun hangi durumlarda gerçekleştiği böylelikle ortaya konulduktan sonra, yapılan yersiz ödemelerin ilgililerden geri alınmasının hukuki dayanak ve ilkelerinin saptanması gerekmektedir. Konuya ilişkin 506 sayılı Kanunun “Sigorta yardımlarının haczedilemeyeceği, yanlış ve yersiz ödemelerin tahsili” başlığını taşıyan 121’inci maddesine 06.08.2003 günü yürürlüğe giren 4958 sayılı Kanunun 47’nci maddesi ile eklenen ikinci fıkrada; yanlış ve yersiz ödendiği anlaşılan her türlü gelir, aylık ve sigorta yardımlarının 84’üncü maddenin son fıkrası saklı kalmak kaydıyla, ilgililerin sonraki her çeşit istihkaklarından kesilmek suretiyle geri alınacağı, Kurumun genel hükümlere göre takip hakkının saklı bulunduğu açıklanmış olmasına karşın, yersiz ödeme durumunda geri verme yükümünün kapsamı belirlenmediği gibi, söz konusu Kanun içeriğinde bu konuda herhangi bir düzenlemeye de yer verilmemiştir. 01.10.2008 günü yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar Ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun “Yersiz ödemelerin geri alınması” başlıklı 96’ncı maddesinin birinci fıkrasında ise, “Kurumca işverenlere, sigortalılara, isteğe bağlı sigortalılara gelir veya aylık almakta olanlara ve bunların hak sahiplerine, genel sağlık sigortalılarına ve bunların bakmakla yükümlü olduğu kişilere, fazla veya yersiz olarak yapıldığı tespit edilen bu Kanun kapsamındaki her türlü ödemeler;

a) Kasıtlı veya kusurlu davranışlarından doğmuşsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla on yıllık sürede yapılan ödemeler, bu ödemelerin yapıldığı tarihlerden,

b) Kurumun hatalı işlemlerinden kaynaklanmışsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla beş yıllık sürede yapılan ödemeler toplamı, ilgiliye tebliğ edildiği tarihten itibaren üç ay içinde yapılacak ödemelerde faizsiz, üç aylık sürenin dolduğu tarihten sonra yapılacak ödemelerde ise bu süre sonundan, itibaren hesaplanacak olan kanuni faizi ile birlikte, ilgililerin Kurumdan alacağı varsa bu alacaklarından mahsup edilir, alacakları yoksa genel hükümlere göre geri alınır.” hükmü öngörülmüştür. Anılan Kanunun geçici maddelerinde, yersiz ödemelerin tahsili konusunda önceki hükümlerin uygulanması gereğine işaret eden herhangi bir kural da bulunmadığından, sonuç olarak söz konusu 96’ncı madde düzenlemesinin, Kurumun yersiz ödemeden kaynaklanan alacaklarına ilişkin süregelen uyuşmazlıklara uygulanması zorunlu olduğu gibi, bu konuda 818 sayılı Borçlar Kanununun, geri verilmesi gereken tutarın belirlenmesinde genel hüküm niteliğinde bulunan 63’üncü maddesinin de göz önünde tutulması gerekmektedir. Bilindiği üzere, iyi niyetli zenginleşen, sebepsiz zenginleşme konusunun kendisinden istendiği tarihten önce elinden çıktığını iddia ve ispat ettiği miktar oranında ret ve geri vermeyle yükümlü olmayacaktır.

Buna karşın; zenginleşen, zenginleşme anında veya sonrasında mal varlığındaki artışın geçerli bir hukuki sebebe dayanmadığını biliyor veya bilmesi gerekiyor ise, kötü niyetli sayılacağında kuşku bulunmamaktadır. Ayrıca belirtilmelidir ki; 5510 sayılı Kanunun 96’ncı maddesi, sebepsiz zenginleşmede geri verme konusuna ilişkin özel bir düzenleme niteliğinde olup, zamanaşımı hükmü olarak tanım ve yorumlanması olanaksızdır. Maddede genel hükümlere yollamada bulunulması ve Kanunun 97’nci ve diğer maddelerinde fazla veya yersiz ödemeden kaynaklanan Kurum alacağı yönünden düzenlemeye yer verilmemiş olması, fazla ve yersiz ödemeden kaynaklanan Kurum alacağına ilişkin zamanaşımı konusunun genel hükümlerden hareketle çözümünü zorunlu kılmaktadır.

Kabule göre de; Davacıya babası nedeni ile bağlanan ölüm aylıklarının iptaline karar verildiği halde 23.05.2001-25.11.2006 tarihleri arası aylık ödenmesi nedeni ile Kuruma borçlu bulunmadığının tespitine karar verilmesi hatalıdır.

Yapılacak iş; davacıya 01.04.1983-30.04.2001 tarihleri arasında isteğe bağlı Bağ-Kur sigortalı olarak yaptığı prim ödemeleri nedeni ile 1479 sayılı Yasanın geçici 10 maddesinde düzenlenen 15 tam yıl prim ödeme ve 50 yaş koşulunu tamamlandığı tarihi takip eden ay başından itibaren kısmi yaşlılık aylığı bağlanarak, 20 yıl prim ödeme nedeni ile 01.05.2001 tarihinden itibaren bağlanan aylıklar arasındaki fark aylık miktarının kurum tarafından 5510 sayılı Yasanın 96. maddesi gözetilerek istenebileceğine ve davacıya babasının ölümü nedeni ile 20.06.1995 tarihinde bağlanan yetim aylıklarının ödenmeye devam edilmesi davacının ölüm aylığı nedeniyle davalı Kuruma borçlu olmadığının, ödenmeyen ölüm aylıklarının davalı Kurumca faiziyle birlikte ödenmesi gerektiğinin tespitine karar vermektir.

Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın, eksik inceleme ve araştırma sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

O halde, tarafların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ : Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, 04.10.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.




T.C.

YARGITAY

10. HUKUK DAİRESİ

E. 2009/2366

K. 2010/7568

T. 27.5.2010

DAVA : Davacı SGK Başkanlığı vekili, yersiz ödemelere dayalı istirdat isteminde bulunmuştur.

Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.

Hükmün, davalı tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi Tolga Özmen tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.

KARAR : 1-) Dosyadaki yazılara, toplanan delillere ve hükmün dayandığı gerektirici sebeplere göre, davalının sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.

2-) Davacı Kurum tarafından; 1964 yılında babasını yitiren davalıya, 1976 yılında eşinin de ölümü üzerine sigortalı babası üzerinden 506 sayılı Kanun hükümleri gereğince hak sahibi kız çocuğu sıfatıyla ölüm aylığı bağlandığı, sonrasında, anılan Kanun kapsamında gerçekleşen 1318 günlük zorunlu, 1260 günlük isteğe bağlı sigortalılık süreleri ile 1479 sayılı Kanuna tabi 1896 günlük zorunlu sigortalılığına dayalı olarak bu kez yaşlılık sigortası hükümlerine göre 01.07.1987 tarihi itibarıyla aylık bağlandığı, söz konusu olguyu sonradan saptayan Kurumca 2006 yılının Eylül ayında tesis edilen işlemle ölüm aylığı başlangıç günü itibarıyla iptal edilip 01.07.1987 - 24.10.2006 döneminde yersiz ödendiği ileri sürülen aylıkların yasal faiziyle birlikte geri alınması için işbu davanın açıldığı, mahkemece yürütülen yargılama aşamasında ilk oturumdan önce davalı tarafından zamanaşımı definde bulunulduğu anlaşılmaktadır.

Davanın yasal dayanaklarından biri, 506 sayılı Kanunun ölüm sigortası hükümlerinin düzenlendiği bölümü içerisinde yer alan ve “Eş ve çocuklara aylık bağlanması” başlığını taşıyan 68’inci maddesi olup; hak sahibi kız çocukları yönünden; aylık bağlama koşullarının düzenlendiği (I) numaralı bentte, ölüm aylığı tahsisi için kız çocuklarının Sosyal Sigortaya, Emekli Sandıklarına tabi bir işte çalışmamaları, buralardan gelir veya aylık almamaları gerektiği belirtilmiş; aylık kesme nedenlerinin açıklandığı (VI) numaralı bentte ise, gerekli koşulları taşıyanlara bağlanan aylıkların kendilerinin Sosyal Sigortaya, Emekli Sandıklarına tabi işlerde çalışmaya başlamaları durumunda kesileceği bildirilmiş ve nedenler arasında “Sosyal Sigortadan, Emekli Sandıklarından gelir veya aylık alma” olgusuna yer verilmemiştir. Her ne kadar; aylık bağlanmasına engel bir sebep olarak maddede açıklanan olgunun varlığının, doğal olarak aylığın kesilmesi sonucunu da doğurması gerektiği yönünde yaklaşım gösterilebilir ise de, maddede sayma yöntemi ile sınırlı sayıda belirtilen aylık kesme nedenleri arasında anılan olguya yer verilmemiş olması karşısında yorum yolu ile kanun koyucunun iradesi aşılarak farklı bir sonuca ulaşılamaz. Diğer taraftan; söz konusu (VI) numaralı bende 4958 sayılı Kanunun 06.08.2003 tarihi itibarıyla yürürlüğe giren 35’inci maddesiyle “buralardan gelir veya aylık almaya” ibaresi eklenerek böylelikle “Sosyal Sigortadan, Emekli Sandıklarından aylık veya gelir almaya başlama” olgusu, hak sahibi kız çocuklarına bağlanan aylığın kesilme nedeni olarak benimsenmiş ise de, bu değişikliğin 06.08.2003 tarihinde yürürlüğe girmiş olması karşısında, “sonradan yürürlüğe giren yasal düzenlemelerin önceki kanun ile oluşan kazanılmış hakları ortadan kaldıramayacağı” yönündeki temel hukuk kuralının gereği olarak, anılan bende yapılan bu eklemenin davalı hakkında 06.08.2003 tarihi öncesi yönünden uygulanabilirliği bulunmamaktadır. Bu arada önemle vurgulanmalıdır ki, düzenlemelerdeki “Sosyal Sigorta” sözcüklerinin Bağ - Kur Genel Müdürlüğü’nü de içine alacak şekilde anlaşılması zorunludur.

Bununla birlikte; hak sahibi kız çocuklarına bağlanan gelir ve aylıklar yönünden kanun koyucu tarafından 506 sayılı Kanuna, 09.07.2005 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5386 sayılı Kanunun 2’nci maddesiyle geçici 91’inci madde eklenerek farklı bir düzenleme yapılmıştır. Anılan maddenin ilk fıkrasında; 06.08.2003 tarihinden önce hak sahibi kız çocuklarına bağlanan gelir ve aylıkların; bunların evlenmeleri, Sosyal Sigortaya, Emekli Sandıklarına tabi çalışmaları veya kendi çalışmalarından dolayı buralardan gelir veya aylık almaları hariç olmak üzere geri alınmayacağı belirtilmiş, ikinci fıkrasında ise; bunlardan, yukarıda belirtilen haller haricindeki nedenlerle gelir veya aylıkları kesilen veya durdurulan kız çocuklarının gelir ve aylıklarının, kesme veya durdurma tarihi itibarıyla istek koşulu aranmaksızın yeniden başlatılacağı açıklanmıştır. Buna göre, hak sahibi kız çocuklarına bağlanan gelir veya aylıkların kesilme nedenleri; evlenme, Sosyal Sigortaya ve/veya Emekli Sandıklarına tabi çalışma, kendi çalışmalarından dolayı buralardan gelir veya aylık alma halleri ile sınırlandırılmıştır. Madde hükmünün uygulanmasında, kuşkusuz “kendi çalışmalarından dolayı gelir veya aylık alma” kavramının yorumu ve anılan ibareye yüklenmesi gereken anlam önem arz etmektedir.
Hak sahibi kız çocuğuna tümüyle zorunlu sigortalılığı üzerinden değerlendirme yapılarak gelir veya aylık bağlanması durumunda “kendi çalışmalarından dolayı gelir veya aylık alma” olgusunun gerçekleştiği belirgin olduğu gibi, tamamen isteğe bağlı sigortalılık süreleri gözetilerek gelir veya aylık bağlandığı takdirde ise madde hükmünün kapsamı dışına çıkıldığı, bir başka anlatımla bu gibi durumda ölüm aylığının kesilemeyeceği açıktır. Kız çocuğuna bağlanan gelir veya aylığın hem zorunlu, hem isteğe bağlı sigortalılık süreleri toplamına dayanması durumunda ise; ancak, ilgilinin isteğe bağlı sigortalılığının tek başına gelir veya aylık bağlanmasına yeterli gelmesi koşuluna bağlı olarak “kendi çalışmaları” kavramının varlığından söz edilemez. Eş söyleyişle; zorunlu sigortalılık süresinin dışlanması gelir veya aylık bağlanması koşulları üzerinde etkili değilse, kız çocuğuna tümüyle isteğe bağlı sigortalılık süreleri gözetilerek gelir veya aylık bağlanmış gibi kabul edilerek Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı tarafından hak sahibi sıfatıyla kendisine tahsis edilen ölüm aylığı kesilemez.

Hak sahibi kız çocuğuna bağlanan ölüm aylığının kesilmesi koşulları ve yersiz ödeme olgusunun hangi durumlarda gerçekleştiği böylelikle ortaya konulduktan sonra, yapılan yersiz ödemelerin ilgililerden geri alınmasının hukuki dayanak ve ilkelerinin saptanması gerekmektedir. Konuya ilişkin 506 sayılı Kanunun “Sigorta yardımlarının haczedilemeyeceği, yanlış ve yersiz ödemelerin tahsili” başlığını taşıyan 121’inci maddesine 06.08.2003 günü yürürlüğe giren 4958 sayılı Kanunun 47’nci maddesi ile eklenen ikinci fıkrada; yanlış ve yersiz ödendiği anlaşılan her türlü gelir, aylık ve sigorta yardımlarının 84’üncü maddenin son fıkrası saklı kalmak kaydıyla, ilgililerin sonraki her çeşit istihkaklarından kesilmek suretiyle geri alınacağı, Kurumun genel hükümlere göre takip hakkının saklı bulunduğu açıklanmış olmasına karşın, yersiz ödeme durumunda geri verme yükümünün kapsamı belirlenmediği gibi, söz konusu Kanun içeriğinde bu konuda herhangi bir düzenlemeye de yer verilmemiştir. 01.10.2008 günü yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar Ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun “Yersiz ödemelerin geri alınması” başlıklı 96’ncı maddesinin birinci fıkrasında ise, “Kurumca işverenlere, sigortalılara, isteğe bağlı sigortalılara gelir veya aylık almakta olanlara ve bunların hak sahiplerine, genel sağlık sigortalılarına ve bunların bakmakla yükümlü olduğu kişilere, fazla veya yersiz olarak yapıldığı tespit edilen bu Kanun kapsamındaki her türlü ödemeler;

a) Kasıtlı veya kusurlu davranışlarından doğmuşsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla on yıllık sürede yapılan ödemeler, bu ödemelerin yapıldığı tarihlerden,

b) Kurumun hatalı işlemlerinden kaynaklanmışsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla beş yıllık sürede yapılan ödemeler toplamı, ilgiliye tebliğ edildiği tarihten itibaren üç ay içinde yapılacak ödemelerde faizsiz, üç aylık sürenin dolduğu tarihten sonra yapılacak ödemelerde ise bu süre sonundan, itibaren hesaplanacak olan kanuni faizi ile birlikte, ilgililerin Kurumdan alacağı varsa bu alacaklarından mahsup edilir, alacakları yoksa genel hükümlere göre geri alınır.” hükmü öngörülmüştür. Anılan Kanunun geçici maddelerinde, yersiz ödemelerin tahsili konusunda önceki hükümlerin uygulanması gereğine işaret eden herhangi bir kural da bulunmadığından, sonuç olarak söz konusu 96’ncı madde düzenlemesinin, Kurumun yersiz ödemeden kaynaklanan alacaklarına ilişkin süregelen uyuşmazlıklara uygulanması zorunlu olduğu gibi, bu konuda 818 sayılı Borçlar Kanununun, geri verilmesi gereken tutarın belirlenmesinde genel hüküm niteliğinde bulunan 63’üncü maddesinin de göz önünde tutulması gerekmektedir. Bilindiği üzere, iyi niyetli zenginleşen, sebepsiz zenginleşme konusunun kendisinden istendiği tarihten önce elinden çıktığını iddia ve ispat ettiği miktar oranında ret ve geri vermeyle yükümlü olmayacaktır. Buna karşın; zenginleşen, zenginleşme anında veya sonrasında mal varlığındaki artışın geçerli bir hukuki sebebe dayanmadığını biliyor veya bilmesi gerekiyor ise, kötü niyetli sayılacağında kuşku bulunmamaktadır. Ayrıca belirtilmelidir ki; 5510 sayılı Kanunun 96’ncı maddesi, sebepsiz zenginleşmede geri verme konusuna ilişkin özel bir düzenleme niteliğinde olup, zamanaşımı hükmü olarak tanım ve yorumlanması olanaksızdır. Maddede genel hükümlere yollamada bulunulması ve Kanunun 97’nci ve diğer maddelerinde fazla veya yersiz ödemeden kaynaklanan Kurum alacağı yönünden düzenlemeye yer verilmemiş olması, fazla ve yersiz ödemeden kaynaklanan Kurum alacağına ilişkin zamanaşımı konusunun genel hükümlerden hareketle çözümünü zorunlu kılmaktadır.

Ayrıca belirtilmelidir ki; 5510 sayılı Kanunun 96’ncı maddesi, sebepsiz zenginleşmede geri verme konusuna ilişkin özel bir düzenleme niteliğinde olup, zamanaşımı hükmü olarak tanımı ve yorumlanması olanaksızdır. Maddede genel hükümlere yollamada bulunulması ve Kanunun “Zamanaşımı, hakkın düşmesi ve avans” başlığını taşıyan 97’nci ve diğer maddelerinde fazla veya yersiz ödemeden kaynaklanan Kurum alacağı yönünden düzenlemeye yer verilmemiş olması, fazla ve yersiz ödemeden kaynaklanan Kurum alacağına ilişkin zamanaşımı konusunun genel hükümlerden hareketle çözümünü zorunlu kılmaktadır. Bilindiği gibi zamanaşımı defi, borcu ortadan kaldırmamakla birlikte, bunu ileri süren tarafa, borcu yerine getirmekten kaçınma yetkisi vermektedir.
Bu bağlamda Borçlar Kanununun 66’ncı maddesine göre; nedensiz mal ediniminden dolayı açılacak dava, zarar gören tarafın verdiğini geri almaya hakkı olduğunu öğrendiği tarihten itibaren bir yıl ve herhalde bu hakkın doğduğu günden itibaren on yıl geçmekle zamanaşımına uğramaktadır. Anılan Kanunun 132’nci maddesinde, zamanaşımının işlemesine engel olan ve onu durduran sebepler sıralandığı gibi, 133’üncü maddesinde de zamanaşımını kesen olgular açıklanmıştır. Sebepsiz zenginleşme hukuksal temeline dayalı bu tür davalarda öngörülen bir yıllık zamanaşımı süresinin başlangıcı ise kamu kurum ve kuruluşları açısından, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 16.09.1987 gün ve 1987/9-68 Esas, 1987/618 Karar numaralı ilamında da vurgulandığı gibi, o kurum ve kuruluşların dava açma konusunda yetkili kılınan kişi veya organlarının verdiğini geri almaya (istirdada) hakkı olduğunu öğrendiği tarihtir.
Yukarıdaki açıklamalar ışığı altında inceleme konusu dava değerlendirildiğinde; davalıya yaşlılık aylığı bağlanmasına esas alınan sigortalılık süresi zorunlu ve isteğe bağı sigortalılığının birleşiminden oluşmaktadır ve isteğe bağlı sigortalılık süresi tek başına aylık tahsisine yeterli olmadığı gibi, yaşlılık aylığı tahsis başvurusunda bulunurken ölüm aylığı aldığını Kuruma bildirmeyen davalının kötü niyetli olduğu da belirgindir. Buna göre ve sonuç olarak; 01.07.1987 - 06.08.2003 tarihleri arasındaki süre yönünden Kurumca ölüm aylıklarının yersiz ödenmediği ve dolayısıyla istirdat hakkının da bulunmadığı kabul edilmeli, 06.08.2003 tarihinden sonraki dönem için ise aylık kesme işleminin yerindeliği belirgin bulunmakla, anılan tarihten itibaren yersiz ödeme olgusunun gerçekleştiği benimsenmelidir. Bu bakımdan; öncelikle davalı tarafından yasal süresinde ileri sürülen zamanaşımı defi gözetilip irdeleme yapılmalı, gerekli tüm belge ve yazışmalar getirtilmeli, özellikle, Kurum yönünden zamanaşımı süresinin, dava açmaya yetkili kişi ya da organının öğrenme tarihi itibarıyla işlemeye başladığı göz önünde bulundurulup söz konusu kişi/organ yöntemince belirlendikten sonra öğrenme günü açıklığa kavuşturulmalı, zamanaşımının gerçekleşmediği saptandığında uyuşmazlığın çözümünde uygulanması gereken 5510 sayılı Kanunun 96’ncı maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında değerlendirme yapılarak elde edilecek sonuca göre karar verilmelidir.

Bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulmaksızın, mahkemece eksik inceleme ve araştırma sonucu istemin aynen hüküm altına alınması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

O halde, davalının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ : Temyiz edilen hükmün, yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının isteği durumunda davalıya geri verilmesine, 27.05.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.