Mesajı Okuyun
Old 05-11-2008, 18:39   #2
Av.Mehmet_Ali

 
Varsayılan

Eşcinsellik ile ilgili yargıtay kararı bulamadım. Sanırım zina kapsamında değerlendirmek gerek
YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 1983/2-1066

K. 1984/184

T. 2.3.1984

• MANEVİ TAZMİNAT ( Boşanma davasında kusursuz tarafın talebi )

• BOŞANMA DAVASINDA KUSURSUZ TARAFIN MANEVİ TAZMİNAT TALEBİ

• KADININ BOŞANIRKEN MANEVİ TAZMİNAT TALEBİ

• ZİNA ( Manevi tazminat )

743/m.143

ÖZET : Boşanmaya sebep olan olaylarda, tazminat talep hakkı kabahatsız karı veya kocaya aittir; bu sebeple şartları gerçekleşirse kabahatsiz kadının da Medeni Kanunun 143/2 maddesine dayanarak manevi tazminat istemeye hakkı vardır.
Manevi tazminat için öngörülen diğer bir şart da kabahatsiz tarafın ( şahsi menfaatlerinin ) ( ağır bir surette ) ihlal edilmiş olmasıdır.
( Şahsi menfaatler tabiri ( şahsi haklar ) şeklinde anlaşılmaktadır ve Medeni Kanunun 143/2 maddesinde sözü edilen şahsi menfaat kavramı ile aynı Kanunun 24. maddesinde yazılı şahsi menfaat kavramı eşdeğerde ve eş anlamlıdır.
3. Erkeğin zinasının; kadının haysiyet ve şerefini ihlal ettiğinin, onu çevresine karşı küçük düşürdüğünün kabulü zorunludur. Bu husus insan hakları eşitliğinin teyidi olmaktan başka, kocaların karılarına karşı sadakatten başka kocaların, karılarına karşı sadakat açısından davranışlarını ayarlamasına yardımcı olacak en isabetli yorum ve takdirdir.
DAVA VE KARAR : Taraflar arasındaki "şiddetli geçimsizlik nedeniyle boşanma ve manevi tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Yenimahalle Asliye 2. Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 27.11.1980 gün ve 1980/757874 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine,
( ...İstek, Almanya'ya çalışmaya giden davalı kocanın senelerden beri karısını aramaması, bakmaması ve oradan başka bir kadınla ilişki kurması, hatta o kadından bir de çocuğunun olması nedeniyle şiddetli geçimsizliğe dayanılarak açılmış boşanma ve manevi tazminat davasına ilişkindir.
Mahkemece, karar yerinde açıklandığı üzere, davacının iddiasının doğruluğu sabit görülerek tarafların boşanmalarına ve 9 yıla yakın bir süre kocasını sabırla ve arzu ile beklemiş olması büyük bir fedakarlığın ve üstün bir ahlak anlayışının tezahürü olarak belirlenen davacının manevi tazminat isteğinin ise reddine karar verilmiştir. Davalı, hükmü temyiz etmemiş, davacı ise hükmü manevi tazminat isteğinin reddedilmiş olması sebebiyle temyiz etmiştir. Bu durumda, davalının başka bir kadınla çocuk meydana getirecek derecede ilişkisinin bulunduğunda, bu sebebe dayanan boşanma hükmünü temyiz etmiyen taraflar ile mahkeme arasında, uyuşmazlık bulunmamaktadır. Uyuşmazlık, mahkemece de kabul edilen maddi olay karşısında, kadının kocasından Medeni Kanun’un 143/2. maddesine göre manevi tazminat isteyip isteyemeyeceğinde toplanmaktadır.
Medeni Kanun’un 143/2. maddesine göre, boşanmaya sebebiyet vermiş olan olaylar kabahatsiz karı ve kocanın şahsi menfaatlerini ağır bir surette haleldar etmiş ise hakim manevi tazminat namıyla muayyen bir meblağa hükmedebilir. Bu hükümden çıkan sonuca nazaran, evvelemirde boşanmaya sebep olan olaylardan manevi tazminat isteyecek tarafın kabahatsiz bulunması gerekmektedir. Davadaki olayda davalı kocanın kusurlu bulunduğu ve buna karşı davacının hiçbir kabahatinin olmadığı anlaşılmıştır. Kanun koyucu boşanmaya sebep olan olaylarda tazminat hakkının kabahatsiz karı, kocaya ait olduğuna işaret ederken bu hakkın gereğinde karı tarafından da kullanılabileceğini açık ve seçik olarak belirlemiştir. O halde, koşulları gerçekleştiğinde, karının da sözü edilen kanun hükmüne göre manevi tazminat istemeye hakkı vardır. Manevi tazminata hükmedilebilmek için Kanun Koyucu’nun öngördüğü diğer bir koşul da kabahatsiz tarafın ( şahsi menfaatlerinin ) ( ağır bir surette ) ihlal edilmiş olmasıdır. Burada şahsi menfaat kavramının kapsamı önem kazanmaktadır. Başka bir deyimle hangi olayların bu kavram kapsamına girdiğinin takdiri ve yorumu önemli bulunmaktadır. Medeni Kanunun 143/2. maddesinde söz konusu olan şahsi menfaat doktrinde yerleşmiş bir görüşe göre, şahsi haklardan ibarettir. Şahsi haklar ise niteliği bakımından subjektif haklardandır. Şahsi haklar bazen maddi bir amaca yönelik olabileceği gibi manevi bir gaye de takip edebilrler. İkincisine örnek olarak kendilerine sahtekar veya hırsız dedirtmeden şerefli yaşamak hakkı gösterilebilir. Ve bu örnekleri namus, sağlık hakkı diye çoğaltmak da mümkündür. Esasen Medeni Kanunun 143/2. maddesinde sözü edilen şahsi menfaat kavramının aynı Kanun’un 24. maddesinde yazılı şahsi menfaat ibaresi ile eş değerde olduğu, şahsiyet, şeref, namus ve sağlık gibi şahsa bağlı hakları kapsadığı Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin başka davaları nedeni ile verdiği kararlarda ifade edilmiş bulunmaktadır. Olayda, eşlerden birinin zinası veya 3. kişiyle cinsel ilişkisi söz konusudur. Medeni Kanun’un 151/son maddesine göre eşler yekdiğerine karşı sadakate sorumlu olmasına rağmen, olayda, davalının karısına sadakat göstermediği anlaşılmaktadır. Böylece, davalının sadakatsiz tutumu nedeniyle davacının kadınlık haysiyet ve şerefinin ihlal edildiği ve onun çevresinde küçük düşürüldüğü ve hatta bu yönden ruhsal bunalıma sürüklendiği ve bu suretle boşanmaya sebep olan olaylar nedeniyle şahsi menfaatlerinin ihlal olunduğu tartışılmayacak biçimde gerçekleşmiştir. Türk toplumunda, geleneksel olarak, kadının zinası ve iffetsiz davranışları bir erkeğin haysiyet ve şerefine en ağır biçimde yapılmış tecavüz teşkil eder. Bu açık değer yargısının tartışmaya dahi tahammülü yoktur. Ancak, kadın haklarının erkeklerle eşit düzeye getirildiği Cumhuriyet dönemine kadar erkeklerin sadakatsiz tutumları veya 3. kişilerle olan cinsel ilişkileri karıları tarafından hoşgörüyle karşılanmakta iken bugün için, kırsal bölgeler dahil, haklarının bilincine varan Türk kadınları, kocalarının bu olumsuz davranışlarından ciddi surette sarsıntı geçirir düzeye erişmiş bulunmaktadır. Bu itibarla, toplum içinde ortada hiçbir sebep yok iken ve hiçbir kusuru bulunmazken hayatını kendisine verdiği ve bağladığı kocasının başkalarıyla çocuk meydana getirecek derecede senelerce devam eden ilişkisinden dolayı davacının, çevresinde, kadınlık gururunun ve haysiyetinin ağır bir şekilde tecavüze uğradığının kabulü gerekir. Hatta bundan dolayı aynı oranda ruhsal bunalıma düştüğü ve düşeceğinin de kabulü zorunludur. Kaldı ki, bu olayın davacıyı ağır biçimde etkilemediği veya etkileyemeyeceği iddia ve ispatlanmamıştır. Ayrıca, yukarıda açıklanan görüşün, insan hakları eşitliğinin teyidi olmaktan başka, kocaların, karılarına karşı sadakat açısından davranışlarını ayarlamasına yardımcı olacak en isabetli yorum ve takdir olduğuna kuşku yoktur.
Bu itibarla, mahkemece, gerekçe gösterilmeden erkeğin zina eyleminin veya cinsel ilişkisinin kadının şahsi menfaat ve hakkına karış tecavüz teşkil eylemediğinin kabulü ile davacının manevi tazminat davasının reddine karar verilmiş olması Usul ve Kanun’a aykırıdır... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi Usul ve Yasa’ya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı ( BOZULMALIDIR ).
SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı ( BOZULMASINA ), oyçokluğuyla karar verildi.