Mesajı Okuyun
Old 28-02-2009, 11:41   #15
Kilimanjaro

 
Varsayılan

Öncelikle geçmiş olsun. Şayet temyiz çabalarınız sonuçsuz kalırsa ve bu durum müvekkilinizin haklarını kısmen veya tamamen ortadan kaldırırsa, yani somut bir zarara sebep olursa, bu durumda siz de bunun sıkıntısını yaşayabilirsiniz:

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2007/13-751
K. 2007/756
T. 24.10.2007
• VEKALET AKTİNE AYKIRILIK ( Davalının Her Halükarda Sonucun Değişmeyeceği Savunması Üzerinde Durularak Temyiz Süresini Kaçırmak Şeklinde Gerçekleşen Kusurlu Eyleminden Dolayı Davacı Yönünden Bir Zarar Oluşup Oluşmadığını Belirlemek Gerektiği )
• ÖZEN VE SADAKAT BORCU ( Avukat Olan Davalının Temyiz Süresini Kaçırmak Şeklinde Gerçekleşen Kusurlu Eyleminden Dolayı Davacı Yönünden Bir Zarar Oluşup Oluşmadığını Belirlemek Gerektiği )
• TEMYİZ SÜRESİNİ KAÇIRAN AVUKAT ( Davalının Her Halükarda Sonucun Değişmeyeceği Savunması Üzerinde Durularak Kusurlu Eyleminden Dolayı Davacı Yönünden Bir Zarar Oluşup Oluşmadığını Belirlemek Gerektiği - Tazminat Davası )
• AVUKATIN TEMYİZ SÜRESİNİ KAÇIRMASI ( Tazminat Davası - Davalının Her Halükarda Sonucun Değişmeyeceği Savunması Üzerinde Durularak Kusurlu Eyleminden Dolayı Davacı Yönünden Bir Zarar Oluşup Oluşmadığını Belirlemek Gerektiği )
• TAZMİNAT DAVASI ( Avukat Olan Davalının Özen ve Sadakat Borcuna Aykırı Davranmak Suretiyle Doğan Zarar - Davalının Her Halükarda Sonucun Değişmeyeceği Savunması Üzerinde Durularak Kusurlu Eyleminden Dolayı Bir Zarar Oluşup Oluşmadığını Belirlemek Gerektiği )
818/m.101/1,388, 389, 390
1136/m. 34
ÖZET : Dava, avukat olan davalının özen ve sadakat borcuna aykırı davranmak suretiyle müvekkili davacıya zarar verdiği iddiasına dayalı tazminat istemine ilişkindir. Somut olayda, davalı taraf, aşamalarda, mevcut delil durumu itibariyle, söz konusu İş Mahkemesi kararının süresinde temyiz edilmiş olması halinde dahi sonucun değişmeyeceğini, davacı aleyhine karara bağlanan aynı mahiyette başka davalar da bulunduğunu, bunlardan birinin Yargıtay denetiminden geçerek kesinleştiğini bildirmiş, karar örneğini sunmuştur.

Davalının anılan savunması üzerinde durulup, direnme kararının davalı tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olması halinde, davacının mahkum edildiği tutarı ödemekten kısmen de olsa kurtulmasını sağlayacak bir sonuca ulaşılmasının mümkün olup, olmayacağı hususu tartışılıp, değerlendirilmek; böylece, davalının temyiz süresini kaçırmak şeklinde gerçekleşen kusurlu eyleminden dolayı davacı yönünden bir zarar oluşup, oluşmadığı belirlenmek; bir zararın doğduğunun anlaşılması halinde ise, eylem ile zarar arasında uygun nedensellik bağı bulunup, bulunmadığı ayrıca saptanmak suretiyle, ortaya çıkacak uygun sonuç çerçevesinde bir karar vermektir.

DAVA : Taraflar arasındaki alacak ( tazminat ) davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara Asliye 10. Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 11.04.2006 gün ve 2005/478-2006/122 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 13.Hukuk Dairesinin 1.12.2006 gün ve 2006/9137-15858 sayılı ilamı ile;

( ... Davacı, davalının davacı kurum avukatı iken aleyhlerine açılan bir davada verilen kararı süresinde temyiz etmeyerek kararırı kesinleşmesi nedeniyle 16.2.2005 tarihinde 6.691.25 YTL ödemek zorunda kaldıklarını bildirip bu miktarın davalıdan tahsilini talep etmiştir.

Davalı, kararı süresinde temyiz ettiğini, önce süre tutumuna ilişkin verdiği dilekçesinin temyiz defterine kayıt edilmemesinde ve harcın geç yatırılmasında kendisinin değil mahkeme kaleminin kusurlu olduğunu, kaldı ki kararın süresinde temyiz edilmesi halinde de sonucun değişmeyeceğini bildirip, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş; hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir.

1- Dava hukuksal nitelikçe vekilin özen borcunun gereği gibi ifa edilmemesinden kaynaklanan tazminat talebine ilişkindir. Yasal dayanağı BK. 388, 389 ve 390 maddeleridir. Bu madde hükümlerinde, vekaletin, vekilin kabullendiği işin yapılması için, icap eden tasarrufları ifa salahiyetini kapsadığı, vekilin, müvekkilinin sarih olan talimatına aykırı hareket edemeyeceği, vekilin, mesuliyetinin genel olarak işçinin mesuliyetine ait hükümlere tabi olduğu, vekilin, vekaleti iyi bir surette ifa zorunda olduğu belirtilmiştir. Vekilin işin başarılı olması için mesleki bilgi ve deneyimleri ile hayat deneyimlerine ve işlerin normal oluşuna göre gerekli girişim ve davranışlarda bulunması, başarılı sonucu engelleyecek davranışlardan kaçınıp, basiretli olarak hareket etmesi, özen borcunun konusunu teşkil eder.

Bir avukatın yasa ile öngörülen süre içinde yapılması gereken işleri yapmaması, süresinde dava açmaması, temyiz süresini ihtiyatsızca hareket ederek kaçırması, özen borcunun gereği gibi ifa edilmediğini ve kusurlu olduğunu gösterir. Avukatın kusurlu bir davranışından dolayı sorumlu tutulabilmesi için kusurunun varlığından ayrı olarak, bu nedenle müvekkilinin bir zararının da meydana gelmesi şarttır. Kusurlu davranışından dolayı müvekkili zarara uğramış ise avukat zararı karşılamak zorundadır.

Somut olayımızda, davalı avukat davacı kurumun vekili olarak Ankara 10. İş Mahkemesinin 2003/1633 esas ve 2004/263 karar sayılı dosyasını takip etmiştir. Mahkemece kurum aleyhine verilen kararın temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 9. Hukuk Dairesince 23.6.2003 tarihinde "ihtilafın idari yargıda çözümlenmesi gerektiği, adli yargının davaya bakmaya görevli olmadığı" gerekçesi ile bozulduğu, ancak mahalli mahkemenin eski kararında ısrar ettiği, ısrar kararının da davalı avukat tarafından temyiz edildiği, ancak Hukuk Genel Kurulunca temyiz dilekçesinin süre geçirilerek verildiğinden talebin reddine karar verildiği, karar düzeltme talebinin de reddedildiği, davacının kesinleşen ısrar kararına göre yapılan icra takibi sonucu karşı tarafa 4.3.2005 tarihinde 6.191,25 YTL. ödediği, davalı avukatın süresinde temyiz etmemekle vekil olarak özen borcunu yerine getirmediği, davacının hakkını halele uğrattığı tüm dosya kapsamından anlaşılmaktadır.

Taraflar arasındaki ihtilafın çözümü, davalının ısrar kararını süresinde temyiz etseydi, ısrar kararının Hukuk Genel Kurulunca onanıp onanmayacağı veya daire kararı doğrultusunda bozulması ve davanın idari yargıda görülmesi halinde davacı müvekkil yararına bir sonuç alınıp alınamayacağının incelenmesi gerekir. Çünkü, tazminat hukukunda sadece eylemin yasaya ve sözleşmeye aykırı olması yetmez, ayrıca bu eylem sonucu bir zararın doğmuş olması ve zararla eylem arasında da uygun illiyet bağı bulunmalıdır. Davalı avukatın vekillik görevini ihmal ettiği, kusurlu davrandığı anlaşılmakta ise de, bu kusurlu davranışın sonunda ve sırf bu kusurlu davranıştan dolayı davacının bir zararının doğmuş olup, olmadığının araştırılması zorunludur. Bu nedenle, ısrar kararının süresinde temyiz edilmesi halinde Hukuk Genel Kurulunca onanıp, onanmayacağı veya daire kararı doğrultusunda bozulması ve davanın idari yargıda görülmesi halinde, davacı yararına bir sonuç alınıp alınmayacağının belirlenmesi gerekir. Bu belirlenmenin yapılması hukuki bir mesele olup, mahkemece dosya içerisindeki deliller, bu hususta tarafların gösterecekleri diğer deliller toplanarak değerlendirilmeli, gerektiğinde davacının uğradığı zararın miktarı konusunda uzman bilirkişilerden açıklamalı, gerekçeli, denetime elverişli rapor alınarak belirlenip sonucuna uygun karar verilmesi gerekir.

Mahkemece bu hususlar araştırılmadan eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

2- Dava konusu alacağın ödeme tarihinden itibaren faiziyle davalıdan tahsiline karar verilmiştir. Borçlar Kanununun 101/1 maddesi hükmüne göre "muaccel bir borcun borçlusu, alacaklının ihtarı ile mütemerrit olur." Davacının davalıya gönderdiği 8.6.2005 tarihli yazının tebliğ tarihi araştırılıp, verilen 10 günlük sürenin ilavesiyle davalının temerrüde düştüğü tarih belirlenerek, temerrüt tarihinden itibaren, şayet yazı davalıya tebliğ edilmemiş ise dava tarihinden itibaren faize hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi kabul şekli bakımından usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir... ),

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, avukat olan davalının özen ve sadakat borcuna aykırı davranmak suretiyle müvekkili davacıya zarar verdiği iddiasına dayalı tazminat istemine ilişkindir.

Davacı Sümer Holding A.Ş. Genel Müdürlüğü vekili, davalının sözleşmeli avukat olarak davacı bünyesinde çalıştığı dönemde, kıdem tazminatı istemiyle davacı aleyhine açılıp kabul ile sonuçlanan Ankara 10.İş Mahkemesinin 2003/1633 esas sayılı davasındaki mahkeme kararını süresi geçtikten sonra temyiz ettiğini, o nedenle temyiz dilekçesinin süre yönünden reddedildiğini, davalının kararı temyiz etmemek suretiyle davacıyı zarara uğrattığını, davacının anılan ilama bağlı olarak o davanın davacısına 16.2.2005 tarihinde 6.691,25 YTL. ödemek zorunda kaldığını; davalının davadan önce gönderilen yazıya rağmen bu miktarı davacıya ödemediğini ileri sürerek, 6.691,25 YTL.'nin 15.3.2005 tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı Selma Karahan, Ankara 10.İş Mahkemesinin 2003/1633 esas sayılı direnme kararının kendisine 11.5.2004 tarihinde tefhim edildiğini, süresi içerisinde verdiği 18.5.2004 havale tarihli süre tutum dilekçesi ile hükmü temyiz ettiğini, gerekçeli temyiz dilekçesinin kararın tebliğinden sonra verileceği hususunu dilekçede açıkladığını, dilekçeyi havale gününde dosyaya konulmak üzere mahkeme kalemine teslim ettiğini, ancak, mahkeme kaleminin, temyiz dilekçesi olduğu açıkça belli bulunmasına rağmen, o tarihte temyiz harcının yatırılmasını temin etmek amacıyla herhangi bir işlem yapmadığını, dilekçeyi temyiz defterine kaydetmediği gibi, dosyaya da koymadığını, 2.6.2004 tarihinde dilekçenin bir temyiz dilekçesi olduğunun anlaşılması üzerine kalemce kendisine haber verildiğini, aynı gün harcın yatırıldığını, hal böyle olmasına rağmen Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun süre geçtiği gerekçesiyle temyiz istemini reddettiğini; harcın geç yatırılmasında ve dilekçenin temyiz defterine geç kaydedilmesinde kendisinin bir kusuru bulunmadığını, esasen, kararın temyiz edilmemesinden dolayı davacının bir zarara da uğramadığını, mevcut delil durumuna göre, süresinde temyiz edilmiş olması halinde dahi sonucun değişmeyeceğini, aynı mahiyette olan davalara ilişkin karar örneklerini dosyaya ibraz etme hakkını saklı tuttuğunu ve davanın reddine karar verilmesini cevaben bildirmiştir.

Yerel Mahkeme, davalı avukatın, müvekkili davacı aleyhine verilen kararı yasal süresi geçtikten sonra temyiz etmesi nedeniyle hükmün kesinleştiği, ilama dayalı olarak davacıdan 6.691.250.000 TL. tahsil edildiği, böylece avukat olan davalının, gerek Avukatlık Yasasından ve gerekse BK.nun vekalete ilişkin hükümlerinden kaynaklanan görevlerini gereği gibi yapmamak suretiyle, müvekkilinin zarara uğramasına sebep olduğu, zararın tamamından sorumlu bulunduğu gerekçesiyle, davanın kabulüne, 6.691,25 YTL'nin 15.03.2005 tarihinden itibaren faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar vermiş; Öze Daire, davalı vekilinin temyizi üzerine bu hükmü, yukarıdaki gerekçeyle bozmuştur.

Davalı avukatın, müvekkili aleyhine verilen, davanın kısmen kabulü yönündeki Yerel Mahkeme kararını süresinde temyiz etmemek suretiyle özen ve sadakat borcuna aykırı davrandığı hususu, hem Yerel Mahkemenin hem de Özel Dairenin kabulündedir.

Bozma ve direnme kararlarının içerik ve kapsamları itibariyle, Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalının bu eylemi ile davacının oluşan zararı arasında uygun nedensellik bağı bulunup bulunmadığının saptanması açısından, anılan hükmün süresi içerisinde temyiz edilmiş olması halinde, davacı yararına bir sonuç alınıp alınmayacağı konusunda Mahkemece araştırma ve değerlendirme yapılmasının gerekip, gerekmediği noktasındadır.

Özel Daire bozma ilamında da belirtildiği üzere, tazminat hukukunda sorumluluktan söz edilebilmesi için, sadece eylemin yasaya veya sözleşmeye aykırı olması yeterli değildir; eylem sonucunda bir zararın doğmuş olması ve zararla eylem arasında uygun nedensellik bağının bulunması da gerekir. Zarar ile eylem arasında uygun nedensellik bağının bulunup bulunmadığı hususu, her somut olayın kendine özgü yapısı içerisinde bir değerlendirmeye tabi tutulmalıdır.

Somut olayda, davalı taraf, aşamalarda, mevcut delil durumu itibariyle, söz konusu İş Mahkemesi kararının süresinde temyiz edilmiş olması halinde dahi sonucun değişmeyeceğini, davacı aleyhine karara bağlanan aynı mahiyette başka davalar da bulunduğunu, bunlardan birinin Yargıtay denetiminden geçerek kesinleştiğini bildirmiş, karar örneğini sunmuştur.

Belirtilmelidir ki; davalının savunmasında belirttiği gibi, eğer sözkonusu direnme kararı süresinde temyiz edilmiş olsaydı dahi sonuç değişmeyecek; yani, direnme kararının Hukuk Genel Kurulu'nca onanmasına veya bozulmasına bağlı olarak, adli veya idari yargıda devam edecek olan yargılama sonucunda, davacı şirket ilama bağlanan tutarı yine de ödemek zorunda kalacak idiyse; davacının bir zararının varlığından söz edilemeyecektir. Eş söyleyişle, böyle bir durumda, davalının kusurlu ve fakat davacıyı zarara uğratmayan bir davranışı sözkonusu olacak; ortada bir zarar bulunmadığı için de, uygun nedensellik bağının var olup olmadığı konusunda bir değerlendirme yapılmasına dahi gerek kalmayacaktır.

Açıklanan bu duruma göre Yerel Mahkemece yapılması gereken; davalının anılan savunması üzerinde durulup, tarafların konuya ilişkin delil ve karşı delilleri eksiksiz şekilde toplandıktan sonra; Ankara 10.İş Mahkemesinin 2003/1633 esas sayılı direnme kararının davalı tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olması halinde, davacının mahkum edildiği tutarı ödemekten kısmen de olsa kurtulmasını sağlayacak bir sonuca ulaşılmasının mümkün olup, olmayacağı hususu tartışılıp, değerlendirilmek; böylece, davalının temyiz süresini kaçırmak şeklinde gerçekleşen kusurlu eyleminden dolayı davacı yönünden bir zarar oluşup, oluşmadığı belirlenmek; bir zararın doğduğunun anlaşılması halinde ise, eylem ile zarar arasında uygun nedensellik bağı bulunup, bulunmadığı ayrıca saptanmak suretiyle, ortaya çıkacak uygun sonuç çerçevesinde bir karar vermektir.

Yerel Mahkemece aynı yöndeki Özel Daire bozma ilamına uyulması gerekirken; yukarıda açıklanan şekilde bir araştırma ve değerlendirme yapılmaksızın, davalının ihmali davranışından dolayı davacının zarara uğradığının ve zararla eylem arasında nedensellik bağı bulunduğunun peşinen kabul edilmesi suretiyle, eksik incelemeye dayalı olarak kurulmuş önceki hükümde direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Direnme kararı bu nedenle bozulmalıdır.

SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 24.10.2007 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

yarx

Aşağıdaki karar da tefhimin hukuken taşıması gereken asgari niteliklere dair:

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2002/3-597
K. 2002/645
T. 25.9.2002
• KİRA TESPİTİ DAVASI ( Vakıflar Genel Müdürlüğü Tarafından Açılan Kira Tespiti İstemi )
• HÜKÜM ( Bu Kısımda Gerekçeye Ait Herhangi Bir Söz Tekrar Edilmeksizin İsteklerin Her Biri Hakkında Verilen Hükümle Taraflara Yüklenen Borç ve Tanınan Hakların Gösterilmesi )
• KARARIN TEFHİMİ ( En Az Hüküm Sonucunun Duruşma Tutanağına Geçirilerek Okunması Suretiyle Olması )
• YARGIDA AÇIKLIK VE NETLİK PRENSİBİ ( Kararın Tefhiminin En Az Hüküm Sonucunun Duruşma Tutanağına Geçirilerek Okunması Suretiyle Olması )
• BOZULAN KARAR ( Bu Kararın Geçerliliğini ve Yerine Getirilme Yeteneğini Yitirdiğinden Önceki Hükümde Direnilmesine Denilmekle Atıf Suretiyle Hüküm Kurulamaması )
• DİRENME KARARI ( Yerel Mahkemelerin Direnme Kararlarının Bir Davayı Sona Erdiren Temyizi Mümkün Olan Son Kararlardan Olması )
• USULİ KAZANILMIŞ HAK ( Mahkemece Usule Aykırı Biçimde Verilen Daire Bozmasına Uyulması Kararının Davacı Taraf Yönünden Usuli Kazanılmış Hak Doğurmaması )
4532/m.Geç.6
6570/m.Geç.6
1086/m.381,385,388,389,429
1412/m.261,268
2797/m.45
ÖZET : Hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait her hangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra numarası altında birer birer açık şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir. Kararın tefhimi en az 388. maddede belirtilen hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçilerek okunması suretiyle olur. Bu biçim yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Yerel Mahkemelerin direnme kararları ( HUMK.nun md.429/11 ) bir davayı sona erdiren ( Nihai ) temyizi mümkün olan son kararlardandır. T.C. Anayasası yargılamanın aleniyeti ilkesini benimsemiştir. Bunun anlamı yargılama açık olacak, yargılamanın sonunda mahkemece verilen karar da açıkça belirtilecektir. Sonradan yazılan gerekçeli kararın da bu kısa karara uygun olması gerekir. Aksi halde, yargılamanın aleniyeti ilkesi zedelenmiş ve mahkeme kararlarına güven sarsılmış olacaktır. Bu hukuki esasın doğal sonucu gerekçeli karar kısa karara uygun değilse kararın bozulması icabedecektir.

DAVA : Taraflar arasındaki kira tespiti davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Edirne 1.Sulh Hukuk Mahkemesince davanın REDDİNE dair verilen 19.6.2001 gün ve 2000/791-2001/357 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 3.Hukuk Dairesinin 12.9.2001 gün ve 7059-7317 sayılı ilamı ile; ( ...Taraflar arasında kira ilişkisi bulunduğu hususunda herhangi bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Davalı kiracıya 4331 sayılı yasa gereğince gönderilen ( yeni şartlarla yapılması önerilen kira sözleşmesine ) dair tebligat örneği ekindeki özel şartların 5. maddesine göre kira bedelinin nasıl saptanacağı açıklanmıştır. Kaldı ki davalı taraf, yargılamanın hiçbir aşamasında kiralananı tahliye edeceğini ileri sürmediği gibi, kararın temyiz aşamasındaki süreçte dahi mecuru kullanmaya devam ettiği anlaşılmaktadır. Öte yandan, 4532 sayılı yasanın geçici 6. maddesine göre 2000 yılında vakıf taşınmazların kira bedelinin hangi oranda arttırılması gerektiği hususu açıklanmış bulunmaktadır.

Mahkemece işin esasına girilerek varılacak uygun sonuç dairesinde bir karar vermek gerekirken yazılı gerekçelerle davanın reddi cihetine gidilmesi doğru görülmemiş ve kararın bozulması gerekmiştir... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından açılan kira tespiti istemine ilişkindir.

Davacı idare vekili, 4331 sayılı yasa uyarınca idarelerince belirlenen Mayıs 1998 kira bedelini davalı kiracı ödediğinden aralarındaki kira ilişkisinin devam ettiğini, aralarındaki davalar nedeniyle 1999 yılında kira bedelinde bir artış yapılamadığını, idarelerinin genelgeleri gereği 1999 yılında % 40 artış yapılacağını ve kira bedelinin 40 milyon TL. olacağını, 1/1/2000 tarihinde başlayan yeni dönemde ise, bir önceki yılın kira bedelinin ( 4532 sayılı Yasanın geçici 6.maddesine göre ) % 25 arttırılacağının öngördüğünü belirterek, 1/1/2000 tarihinden itibaren aylık kira bedelinin 50 milyon olarak tespitini istemiştir.

Davalı vekili, Mayıs 1998 kirasını 4331 sayılı yasa nedeniyle ihtirazi kayıtla yatırdıklarını, 1999 ve 2000 yıllarında bir ihtarın yapılmadığını, bu nedenle davanın süre yönünden reddine karar verilmesini istemiştir.

Yerel mahkeme, 1999 ve 2000 yıllarında çekilmiş bir ihtarname bulunmaması ve 4532 sayılı yasanın 18/2/2000 tarihinde yürürlüğe girmesi nedeniyle bu dava da uygulama yeri bulunmadığından süresinde açılmayan davanın reddine karar vermiş, Özel Daire yukarıda açıklanan nedenlerle kararı bozmuştur.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; 6570 sayılı Gayrimenkul Kiraları Hakkındaki Yasaya 4532 sayılı yasa ile eklenen geçici 6. maddesindeki "2000 yılı kira bedelinin, bir önceki yılın kira bedelinin % 25 arttırılarak saptanacağını" yönündeki hükmün uygulanabilmesi için, bir önceki dönemde usulünce ihtar keşide ve tebliğ edilmesinin koşul olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Burada öncelikle üzerinde durulması gereken konu; mahkemenin ilk verdiği direnme kararının, hüküm fıkrası oluşturulurken HUMK.nun 381 ve 388. maddelerine aykırılıktan dolayı bozulmasından sonra, mahkemece 12/3/2002 günlü oturumda "Yargıtay 3.Hukuk Dairesinin 12/9/2001 günlü bozma ilamı ile daha sonraki Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 23/1/2002 günlü bozma ilamlarına uyulmasına" karar vermekle, davacı lehine usulü kazanılmış hak doğup doğmadığıdır.

Mahkeme 13/11/2001 günlü oturumda "mahkememizin daha önceki kararında ısrar edilmesine dair ekli karar okundu" biçiminde kısa kararı tefhim etmiştir.

Gerekçeli kararında ise "Mahkememizin vermiş olduğu 19/6/2001 tarih ve 2000/791 esas, 2001/257 karar sayılı kararında direnilmesine, dava süresinde açılmadığından reddine" denilmekle yetinilmiştir.

Davacı vekilinin direnme kararının temyizi üzerine, Hukuk Genel kurulunun 21/3/2001 gün ve 2002/3-59 Esas, 2002/12 Karar sayılı ilamı ile; Mahkeme kararlarında nelerin yazılacağı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 388. maddesinde belirtilmiştir. Hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait her hangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra numarası altında birer birer açık şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir.

Aynı kural HUMK.nun 389. maddesinde de tekrarlanmıştır. Keza HUMK.nun 381. maddesi ( kararın tefhimi en az 388. maddede belirtilen hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçilerek okunması suretiyle olur. ) Bu biçim yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Aksi hal, yeni tereddüt ve ihtilaflar yaratır. Hatta giderek denebilir ki, dava içinden davalar doğar, Hükmün hedefine ulaşılmasını engeller, Kamu düzeni ve barış oluşturulamaz. Ayrıca bozma kararı ile ilk hüküm hayatiyetini yitirdiğinden ona atıf suretiyle hüküm tesisinin yukarıda açıklanan kurallara uygun düşmeyeceği de aşikardır.

Öte yandan Yargıtay'ın yerleşmiş görüşü de bu yöndedir. ( Hukuk Genel Kurulu'nun 19.6.1991 gün 323/391 sayılı ve 10.9.1991 gün 281-415 sayılı ve 25.9.1991 gün 355-440 sayılı kararları )

Ceza Genel Kurulu'nca da CUMK.nun benzer hükümleri taşıyan 261 ve 268 maddelerinin uygulanmasında bozulan kararın geçerliliğini ve yerine getirilme yeteneğini yitirdiğinden "önceki hükümde direnilmesine" denilmekle yetinilerek ve atıf suretiyle hüküm kurulamayacağı kabul edilmiştir ( Ceza Genel Kurulu'nun 2.2.1976 gün 22-25 sayılı kararı )

Somut olayda da aslolan kısa kararda, hüküm fıkrası oluşturulmamış; yalnızca "önceki kararda direnilmesine" denilmekle yetinilmiştir.

O itibarla mahkemece HUMK.nun 388. maddesinin açık hükmü gözetilmeksizin yazılı biçimde karar verilmesi doğru değildir. Direnme kararı bu nedenle bozulmalıdır gerekçesi ile hükmü USUL YÖNÜNDEN bozmuş, bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına karar vermiştir.

Mahkemece 12/3/2002 günlü oturumda hem Daire bozmasına hem de Hukuk Genel Kurulunun bozmasına uyulmasına karar verilmiştir.

Az yukarıda açıklanan yargılama aşamalarında görüldüğü üzere, "usul hukuku" ile ilgili ortaya çıkan sorunun çözümü için yerel mahkemenin "önceki kararda direnilmesine" şeklinde oluşturduğu kısa kararın Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca, usulün 381 ve 388 maddelerine aykırı görüp bozmasından sonra, mahkemece bozma doğrultusunda hüküm oluşturulması gerekirken yeniden topladığı kanıt ve araştırmalara dayanarak, direnme kararında kabul ve tefhim ettiği hukuki sonucun aksine bir karar vermesinin hukuken mümkün olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir. Öncelikle belirtelim ki, yerel mahkemelerin direnme kararları ( HUMK.nun md.429/11 ) bir davayı sona erdiren ( Nihai ) temyizi mümkün olan son kararlardandır. Direnme kararı ile mahkeme davadan elini çeker ve davayı sona erdirmiş olur. Bu aşamada yapılması zorunlu olan iş, gerekçeli kararı direnme doğrultusunda mahkemece yazılmasından ibarettir. Bu bakımdan direnme kararından dönme ( Rücu ) mümkün değildir. Esasen ilamın tefhim edilen karara uygun yazılması kamu düzeni ile doğrudan ilgili temel kurallardandır. Nitekim bu kurala Yasa koyucu HUMK.md.381 ve 385. maddeleriyle hayatiyet kazandırmıştır.

Gerçekten de, HUMK.nun 381 ve 385. maddeleri emredici hükümlerden olup Kamu düzeni amacı ile vaz edilmişlerdir. Bu maddeler hükmünce" kararların alenen tefhim edilmesi gerekir. Davanın tamamen reddine veya kabulüne dair karar tefhim edildikten sonra bundan dönülerek yeni bir hüküm kurulamaz. Aksinin kabulü mahkemelere güveni sarsacağı için hiçbir suretle üstün görülemez.

Burada Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 1991/7 E; ve 1992/4 K. sayılı ve

10/4/1992 günlü İçtihadı Birleştirme kararının olaya uygulanıp uygulanamayacağı üzerinde durulmasında yarar vardır.

Bu bağlamda hemen belirtelim ki, anılan Tevhidi İçtihat Usulün 381 ve 388. maddelerindeki emredici hükümlerinin ihmalini önerir bir sonucu kabul etmemiş, tersine aynen "T.C. Anayasası yargılamanın aleniyeti ilkesini benimsemiştir. Bunun anlamı yargılama açık olacak, yargılamanın sonunda mahkemece verilen karar da açıkça belirtilecektir. Sonradan yazılan gerekçeli kararın da bu kısa karara uygun olması gerekir. Aksi halde, yargılamanın aleniyeti ilkesi zedelenmiş ve mahkeme kararlarına güven sarsılmış olacaktır. Bu hukuki esasın doğal sonucu gerekçeli karar kısa karara uygun değilse kararın bozulması icabedecektir." gerekçesini getirerek anılan yasa maddelerinin vazgeçilmez önemini oybirliği ile kabul etmiştir.

Öte yandan Mahkemeler ve Yargıtay ancak, İçtihadı Birleştirme Kararından sonra el koydukları benzer işlerde ( Hukuki Konularda ) İçtihadı Birleştirme Kararı ile bağlıdır ( Yargıtay Kanunu md.45 ).

10/4/1992 günlü tevhidi içtihat; münhasıran kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki bulunması, kısa karara aykırı düşen gerekçeli kararın yazılması konusu ile bağlı ve sınırlı olarak kabul edilmiştir. Olayımızda ise, kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki bulunmamaktadır. Nitekim, kısa kararda, ilk karar doğrultusunda direnmeye karar verilmiş, gerekçeli kararda da direnme doğrultusunda aynı karar kurulmuş, böylece kısa karar ile gerekçeli karar arasında uygunluk bozulmayarak sürdürülmüştür. O nedenle Tevhidi İçtihadın konusunu oluşturan kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki bulunması haline ilişkin temel konu olayımızda bulunmadığı açıktır.

Bunlardan ayrı kıyaslama yoluyla Tevhidi İçtihadların uygulama alanını genişletmek hukuken mümkün değildir. Aksinin kabulü halinde, anılan Tevhidi İçtihatta 381 ve 388.maddelerinin yürürlüğünü koruyan ve önemini yineleyen oybirliği ile alınmış az yukarda açıklanan kabule aykırılık oluşturacağı gibi, belirtilen Yasa maddeleri işlemez hale getirilmiş olurki, yargı yetkisinin aşılmasına yol açan bu yön, kabul edilemez. Yine, usulün 381 ve 388.maddeleri emredici kurallardan olmalarına rağmen hükmün yokluğunu ortaya koyacak esaslı kaidelerden değillerdir. Bu maddelerin bir mahkemenin kararının geçersiz kıldığına dair usul hukukunda bir hüküm mevcut değildir. Bu durumda sadece temyiz sebeplerinin varlığından söz edilebilecektir. Hükmün yok sayılabilmesi için taraflara tebliğ edilen hükmün mahiyeti, son duruşma zaptında belirtilmemiş olmalıdır. Son duruşma tutanağına hükmün mahiyeti geçirilerek tefhim edilmişse artık ortada hukuken bağlayıcı bir hükmün varlığının kabulünde duraksama olmamalıdır. Buradan giderek mahkemece usule aykırı biçimde verilen Daire bozmasına uyma kararı davacı taraf yönünden usuli kazanılmış hak doğurmaz.

Bu nedenle mahkemece böyle bir usul bozmasından sonra yapılacak iş, Hukuk Genel Kurulunun bozması doğrultusunda işlem yaparak özellikle usulün 381 ve 388. maddelerine uygun karar yazmaktır.

Nitekim mahkemede son duruşmada bu usuli yanlışlık farkedilip, kısa kararda "Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 13/11/2001 tarihli bozma ilamı doğrultusunda, eski kararda direnilmesine, davanın süre yönünden reddine" karar vermiş, gerekçeli kararı da, buna uygun biçimde oluşturmuştur. Bu nedenle kararın oluşmasında bir usul hatası görülmemiştir. İşin esasına gelince; idarece davalıya 25 Mart 1998 tarihli olarak gönderilen ve 4331 sayılı yasaya göre belirlenen kiranın tebliğini içeren bildirim ile birlikte ek olarak özel şartları da bildirmiştir. Bu özel şartların 5. maddesi kira artış şartı" yer almaktadır. Davalıda davacının bu teklifini gerek belirlenen kirayı yatırarak, gerekse davacı idareye verdiği imzasını havi 5/5/1998 tarihli belge ile kabul etmiştir. Bu durumda artık mutlaka kira artırımı için ihtar yapılması zorunluluğu aranmaz.

Kaldı ki, 4532 sayılı yasa emredici bir hükümle 2000 yılında kira bedelinin bir önceki senenin kira bedelinin % 25 artırılması ile bulunacak rakam olacağını ifade etmiş olup, kanun bir ihtar koşulu aramamıştır.

Bu açıklamaların ışığında somut olaya baktığımızda açılan davanın süresinde olduğu kabul edilip, isin esasına gidilip varılacak uygun sonuç dairesinde bir hüküm kurulması gerekirken, mahkemece davanın süre yönünden red kararı verilmesi ve bu şekilde önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 25.9.2002 gününde, oybirliği ile karar verildi.

yarx

Bir avukatın başına gelebilecek en kötü şeylerden biri olan bu üzücü durumu aşabilmenizi temenni ediyorum.