Mesajı Okuyun
Old 24-06-2006, 21:35   #90
Merhaba

 
Varsayılan “Namus Zihniyeti Değişmeli”

“Namus Zihniyeti Değişmeli”


Üç ünlü kadın hakları savunucusu töre cinayetlerini tartıştı. Namus yüzünden kadınların intihara zorlandığını söyleyen avukatlar, “Türkiye namus kavramıyla hesaplaşmalı” diyor.


Yasemin Arpa
NTV-MSNBC
Güncelleme: 12:52 TSİ 16 Haziran 2006 Cuma


İSTANBUL - Töre cinayeti işleyenler bugüne kadar suçlarının cezasını uygulanan indirimlerle iki yıl çekip kurtuluyordu... Ama şimdi durum değişti. TCK’daki yeni düzenlemeye göre, töre cinayetinin cezası müebbet hapis. Ancak bu düzenleme umulanı veremedi. Töre cinayetleri görünürde ‘azaldı’ ama intiharlar arttı. Şimdi şu soru cevap bekliyor: Müebbet hapis korkusu yüzünden cinayet işleyemeyen babalar, dedeler, kızlarını, torunlarını intihara mı zorluyor? Sorunun yanıtını Türkiye’de kadın hareketinin önemli isimleri verdi

Türk Ceza Kanunu’nda “töre saikiyle adam öldürme”nin “ “nitelikli adam öldürme” kapsamına alınmasının ardından bir yıl geçti. Kadın hareketinin uzun uğraşları sonunda kabul ettirmeyi başardığı ve neredeyse bir devrim niteliğinde görülen değişikliğin kabul edilmesi sırasında yoğun tartışmalar yaşanmıştı.

Yeni TCK, son günlerde özellikle artış gösterdiği söylenen kadın intiharları nedeniyle yine tartışmanın odak noktası olacağa benziyor. İddia o ki, yeni düzenlemeyle töre saikiyle adam öldürmede eskiden olduğu gibi ağır tahrik indirimi uygulanmayacağı için kadınlar giderek daha çok intihara zorlanıyor.


Gerçekten de yeni düzenlemeden önce uygulanan indirimlerle 2 yıl yatarak cezadan kurtulanlar şimdi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla karşı karşıya kaldıklarından çareyi kadınları intihara zorlamakta mı buluyorlar? Yani yeni TCK’da ileri bir düzenleme olarak sevinçle karşılanan ve töre cinayetlerini azaltması umulan düzenleme ters mi tepti? Kadın intiharlarındaki artış, yasadaki düzenlemeye bir tepki olarak mı geliştirildi? Bu soruların yanıtlarını ve yeni yasa hazırlıklarında aileiçi şiddetin yeniden şikayete bağlı suç olarak düzenlenmek istenmesi, uzlaşma formülleri gibi arayışları, Türkiye’de kadın hareketinin önemli isimleriyle tartıştık.



CANAN ARIN: İNTİHARLAR ARAŞTIRILMIYOR BİLE


Kadınların intihara zorlandıkları, ailelerin cezadan kaçmak için “kanuna karşı hile”ye başvurulduğunu söyleyebilir miyiz?


Evet kanuna karşı hile evet, açıkça o. O zaman ne yapmak gerekiyor? İntihar eden kızın veya genç kadının neden intihar ettiğinin nedenlerinin araştırılması yani çok daha derinlemesine bir araştırma yapmak gerekiyor.

1980’den beri benim özellikle üzerinde ısrarla durduğum, kadın hareketinin de üzerinde durduğu namus cinayetlerinde özellikle kadına yönelik şiddetle meşgul olan, konusu bu olan bağımsız kadın kuruluşlarının ceza davalarında müdahil sıfatıyla yer alması gerekiyor. Böylece araştırma, soruşturma, inceleme genişletilebilsin ve daha sağlıklı sonuçlara varılabilsin.


1996 yılıydı yanılmıyorsam, ilk defa Mor Çatı adına Şanlıurfa da bir namus cinayetine müdahil olmak talebiyle gittiğim zaman reddedildi. Orada olayı gören pek çok insan vardır ama hiçbiri “biz gördük” demediler. Tam kızın boğazının kesildiği sırada -çünkü meydanda yapılmış bu iş- o meydanı çevreleyen esnaf arasında manav var, kasap var, bakkal var, fırın var yani bir esnaf var. Onların ifadeleri “tam o sırada başka yere bakıyordum” yönünde. Hiç sesleri çıkmadı. Sadece bir saka olayın nasıl olduğunu görmüştü, onu da mahkemeye çağırmadılar. Çünkü davada kızın babası müdahil olmuştu. Kızın öldürülmesi kararını verenlerden biriydi. Yani timsahın gözyaşlarıydı. İki celsede davayı kapattılar. En fazla işte 2 yıl yatıp çıktı o çocuk cezaevinden. Bu kadar kolay, insan hayatı bu kadar ucuz hale gelmişti.



KADINA KARŞI ŞİDDETE ÖZEL KANUN

En son Ankara’da bakire çıkmadığı iddiasıyla öldürülen Yasemin var. Bu haberler hiç bitmeyeceğe benziyor. Kadın hareketinin daha önde olması gerekiyor sanırım.


Evet ama bu hareketin içinde yer alan kadınların sayısı çok belirli ve Türkiye çok büyük bir ülke. Hükümetlerin bu konuda bir siyasi iradesi yok. Amerika’da veya İngiltere’de kadına yönelik şiddete karşı özel kanunlar düzenleniyor. Bu işi önlemek için bütçeden çok ciddi paylar ayrılıyor. Yakında Alman Parlamentosu’nda bir konuşma yapacağım. Öncesinde Almanlar, Türkiye’de zorla ve küçük yaşta evlendirilen, sonra da Almanya’ya gönderilen Türk kızları hakkında istatistiksel bilgi istiyordu. Biz Türkiye’dekini bilmiyoruz ki Almanya’ya gönderilenlerin sayısı üzerinde duralım! Devlet İstatistik Enstitüsü’nün bu tür araştırmaları yapması gerekiyor.


Kadına yönelik şiddetle mücadelede kararlılık önce sayıları tespit etmekle başlayacak diyebilir miyiz?


Önce konuyu tespit edeceksiniz, gayet tabii. Mesela Türkiye’de ensest meselesini hiç konuşamazsınız. Bir iki defa konuşulmaya çalışıldı, üstü örtüldü hemen. Ama bilinen, ensestin Türkiye’de çok yaygın olduğu.

SORUN NASIL ÇÖZÜLÜR?


Kadına yönelik şiddetle en az 5-10 yıl mücadele eden Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı gibi kadın kuruluşları davalarda müdahil olarak yer almalı. Bu uygulamayı Fransa yapıyor. Yalnız aileden izin istiyor ama namus cinayetinde aileden izin isteyemezsiniz. Çünkü zaten cinayeti işlenmesine karar veren aile.




VİLDAN YİRMİBEŞOĞLU: KATİLLERİN SIRTLARI SIVAZLANIYOR



Uzun yıllardan beri namus cinayetleri üzerinde çalışan biri olarak kadın intiharlarındaki artışı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yakın bir zamanda jandarma ve emniyet görevlilerine verdiğim eğitimde, tek tepkiyi namus cinayetleriyle ilgili konuda aldım. Çok büyük bir çoğunluğun namus cinayeti işleyenlere mağdur gözüyle baktıklarını gördüm. Bir jandarma karakol komutanı, “Benim kızım birisiyle birlikte ise kızımı öldürmem ama onun ilişkiye girdiği kişiyle derhal evlenmesini isterim. Eğer kızımı almazsa karşı tarafın ailesini katletme hakkım doğar” dedi.


İnsanlar namus cinayetini haklı gerekçelere mi dayandırıyor?


Evet, namus cinayetleriyle ilgili soruşturma yapacakların yanlış olduğunu, namus cinayeti işleyenlere hak verdiğini görüyoruz.


Namus cinayeti işleyenler bunu yaparken kendilerine hak verenler olduğunu biliyorlardı. Yasaların da kendilerine indirim uygulayarak hak verdiğini biliyordu. Bir nevi sırtının sıvazladığını biliyordu. Şimdi yasalar değişti, indirim uygulamasının kalktığı sürekli söyleniyor. Cinayetlerin indirim sağlanacak şekilde işlendiğini görüyoruz. Bunun en önemli göstergesi de cinayeti isteyen kişinin küçük yaştaki yakınlarına bunu yaptırması ki daha az ceza çekilsin. Her zaman bu insanları bulamıyorlar tabii.


İntiharlar bu yüzden arttı diyorsunuz...

Cezai indirim uygulanmayınca bundan nasıl kaçabilecekleri üzerine bir senaryo hazırlamaya başladılar. Zaten geçmişte de cinayetlerin bir kısmı intihara azmettirme şeklindeydi, ama bunlar her zaman çok fazla ispatlanamıyordu. Mesela diyelim ki kızgın yağ üzerine dökülüyor veya benzin dökülüp yakılıyor, ondan sonra “haberimiz yok kendisini yakmış” diyorlardı. İntihara zorlamak; delil bırakmadan, kimse ceza almadan utanç kaynağı olan kadını ortadan kaldırma yöntemiydi.

SORUN NASIL ÇÖZÜLÜR?


Yasaların caydırıcılığının yanında - mutlaka yasaların bir caydırıcılığı var ki bu kadar senaryo yazıyorlar ve olayın şeklini değiştirmeye çalışıyorlar- en önemlisi uygulama sorunu. Hakim neyle karar verecek? Önüne getirilen dosyayla. Hazırlık soruşturmasını yapanlar kim: Kolluk. Polis ve jandarmanın eğitimi çok önemli. Onların yansız bir dosya hazırlayabilmesi için - hepsi böyledir demiyorum ama çok büyük bir çoğunluğu, çoğu yanlı bir bakışa sahip- eğitime önem vermek gerekiyor.




İntihar artışını namus cinayeti işleyemeyenlerin azmettirmesi olarak değerlendirebilir miyiz?

Kişisel olarak artıp artmadığını bilmiyorum. Çünkü bunu söyleyecek verilere sahip değiliz. Benim kendi kişisel gözlemlerim de arttığını değil daha fazla görülebilir olduğunu gösteriyor. Bunlar hep vardı.

Trafik kazası süsü vermek, fare zehiri verip gıda zehirlenmesi süsü vermek, intihara zorlamak, cinayetlerde çocukların kullanılması bunlar zaten Türk Ceza Kanunu değişikliğinden önce de rastladığımız yöntemlerdi.


O yüzden azmettiricilikle ilgili maddede kadın hareketi olarak azmettirenlere ceza verilmesiyle ilgili maddenin ağırlaştırılmasını ve bütün namus cinayetlerde uygulanmasını, yani çocukları kullanan ailenin bir bütün olarak yargılanmasını ve ceza almasını istemiştik. O düzenlemeler yeni Türk Ceza Kanunu’nda ağırlaştı. Çünkü kamuoyunda bu tür cinayetlere yönelik tepki artıkça kanunun caydırıcılığı devreye girdi. İnsanlar da kaçış yollarını aradı.


Kanunda cezalar ağırlaştığı için insanlar bu yola sapmaya başladılar diye düşünüyorum. Bu yolları hep kullanıyorlardı.



Türkiye uluslararası alanda bu açıdan ciddi bir şekilde eleştiriliyor öyle değil mi?


Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler dahil olmak üzere eleştiriliyor. Çünkü resmi olarak yapılmış bir şiddet araştırması yok. Olmadığı için de şiddete karşı ne yapabiliyoruz, adım atabiliyor muyuz, alınan önlemler işe yarıyor mu, onun kontrolünü yapamıyoruz. Dolayısıyla sorunu doğru tanımlayamıyoruz. Namus cinayetlerine karşı, namus kavramıyla yüzleşmeden samimi bir mücadele yürütmek ve onu durdurmak mümkün olmayacak. Siz namus kavramını her gün yeniden üretirseniz bunun arkasından tabii ki “namussuzluk” diye tanımlanan her türlü davranışa karşı şiddet gelecektir ve meşru olacaktır.


Yanlışın propagandası mı yapılıyor?


Evet ve işin acı tarafı bu propaganda yapıldığı zaman “yanlışlarda eşitlik” kavramı ortaya çıktı. Şimdi kadınlar da erkekleri öldürüp ‘namusumu temizledim’ savunması yapmaya başladılar. Bu son derece acı bir sonuçtur. Ama ne farkı var ki erkeğin yaptığından? O yüzden bütün bir toplumun bir an önce namus kavramıyla yüzleşmesi ve kadınların namusu üzerinden kontrolünden vazgeçilmesi gerekiyor.

Bu olmadığı sürece istediğiniz kadar etkili kanunlar getirin, sorun çözülmez. Bu hesaplaşmayı Türkiye’nin yapması gerekiyor. Namus kavramını kullanarak kadınların hayatına müdahale edebilir miyiz, edemez miyiz?


Edemezler. Türkiye bu sorunu eninde sonunda çözmek zorunda.


Aile içi şiddetin şikayete bağlı suç haline getirilme girişimleri, aile içi şiddette ‘uzlaşma’ çözümleri tartışılıyor. Bütün bu tartışmaları TCK’da son yapılan düzenlemelerden geri adım atmak olarak mı yorumlanmalı?



Tamamen geri adım atmak. TCK’da kadına yönelik şiddetle ilgili düzenlemeler özellikle işkence bölümü içinde eziyet başlığıyla düzenlenmesi, Türkiye’nin bütün dünyaya karşı gururla savunacağı, çok önemli - bir adımdı, dünyanın çok az ülkesinde olan bulunan bir düzenlemeydi çünkü. bir zihniyet devrimini tetikleyecek bir adım. İnsanlığa karşı işlenmiş bir suç kategorisine alınmış oldu. Bütün dünya açısından çığır açacak bir düzenlemeydi. Ne yazık ki dünyada ve Türkiye’de her zaman kadınlarla ilgili olumlu bir düzenlemede ilk ona gösterilen tepki ilk fırsatta geri almaya çalışmak oluyor. Bu Medeni Kanun’da da böyle oldu. Kadınlar lehine yapılan, alınan herhangi bir kararda refleks olarak geri almaya çalışmak, uygulatmamak, kendi lehine kadın aleyhine uygulamak gibi tepkilerle karşılanıyor. Amerikalı bir feministin söylediği gibi “Eşitliği bize intikam gibi sunuyorlar”.



SORUN NASIL ÇÖZÜLÜR?


Kadına yönelik şiddet, kadını kontrol altında tutmanın bir aracı. Namus kontrolü ve şiddetle onu durdurma. O kontrolü elinden kaçırmak istemediği için sistemimizin derhal ilk yapmak istediği şeylerden biri bu tür geri alma, şikayete bağlı suç olarak düzenlemek, cezalandırılabilir olmasını ortadan kaldırmak demek. Kadın zaten o şiddetin baskısı ve tehdidi altında yaşıyor. Ondan şikayet etmesini istemek, daha çok şiddeti, hatta ölümü göze almasını istemek demek. Birçok olayda ölümü göze alması gerekiyor kadının şikayet edebilmesi için. Çok kadın şikayet edemiyor o yüzden zaten.

Yasaların caydırıcılığı , TCK sırasında da sıklıkla söylediğimiz gibi, kadın hareketinin bütün erkekleri hapse atalım diye bir derdi yok. Tam tersine kanunlar ne kadar etkili ve otomatik uygulanırsa, uygulanacağı bilinirse caydırıcı etkisi olacağı için bu kanunların değişmesini istiyoruz.