Mesajı Okuyun
Old 05-02-2008, 16:55   #4
Av.Nilay TOPRAK

 
Varsayılan

T.C. YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
Esas: 1996/8-206
Karar: 1996/215
Karar Tarihi: 12.11.1996
ÖZET: Yasal metinde" sahiplenme"den söz edilmemektedir. O nedenle Failde ayrıca sahiplenme bilinç ve iradesi aramak, metne olmayan bir davranışı eklemek olur. Bu ise olanaksızdır. Dahası böyle bir sözcük metinde olsaydı bile sonuç yine değişmezdi. Zira, burada seçenekli davranışlı bir suç söz konusudur ve davranışlardan bir tanesinin bilinç ve iradeyle işlenmesi, suçun oluşması için yeterlidir. Fail silahı incelemek üzere alıp hemen geri verseydi, bu iradenin bulunmayacağı muhakkaktı. Olayda böyle bir durum söz konusu değildir. Suç genel kasıtla işlenen bir cürümdür.
(6136 S. K. m. 13)
Dava: 6136 say
ılı Yasaya aykırı davranışta bulunmak suçundan sanık Ahmet Karcı'nın, aynı Yasanın 13/1. maddesi uyarınca 1 yıl 2 ay hapis ve 160.000 lira ağır para cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin Ankara 11. Asliye Ceza Mahkemesince 30.9.1994 gün ve 1421/991 sayı ile verilen kararın, sanık tarafından temyizi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 8. Ceza Dairesince 7.6.1995 gün ve 7796/8434 sayı ile:
(Sanığın, bir iş nedeniyle bulundukları yerden çıkıp giden arkadaşının, bir süre muhafaza etmek üzere kendisine bıraktığı tabancayı, çok kısa bir süre üzerinde tutmaktan ibaret eyleminde, yasak silah taşıma kastı bulunmadığı gözetilmeden, yazılı şekilde karar verilmesi) isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel Mahkeme ise 17.10.1995 gün ve 575/843 sayı ile; sanık arkadaşına ait tabancayı benimseyerek taşımıştır. Geçici bir süre de olsa yasak tabancanın taşınması, suçun oluşması için yeterlidir. Açıklamasıyla direnme kararı vermiştir.
Bu karar da, sanık tarafından süresinde temyiz edildiğinden Yargıtay C. Başsavcılığının "bozma" istekli 30.9.1996 gün ve 3/113250 sayılı tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:
Karar: İncelenen dosyaya göre:
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık, sanıkta ruhsatsız tabanca taşıma kastının bulunup bulunmadığı hususundadır.
Sanığın, arkadaşı Halil Barış Karataş ile birlikte olayın olduğu Kardelen Pastanesine geldikleri, bir çay içtikten sonra Halil Barış Karataş'ın nüfus dairesine gideceğini söyleyerek, gelinceye dek sende kalsın diyerek, suça konu tabancayı sanığa verdiği, sanığın da beşeri bir yaklaşımla, arkadaşının tabancasını alıp, beline takdığı, bu sırada pastanede bulunan komiser yardımcısı Ertan Gönül'ün mudahalesi ile yakalandığı savunma, tanık anlatımları ve tüm dosya kapsamından anlaşılmaktadır.
Sanık, suça konu tabancayı, geçici ve kısa bir süre ile muhafaza etmek üzere, beşeri duygularla kabul edip, çok kısa bir süre üzerinde tutmuştur. Sanıkta sahiplenmek (temellük) ve taşıma kastı bulunmadığından üzerine yüklenen suç oluşmamıştır. Direnme kararının bozulmasına karar verilmelidir.
Kurul Üyelerinden 4. Cez Dairesi Başkanı S.Selçuk: "son çözümlemede, zekayı (bilinç/düşünce) ve iradeyi içeren bileşik yapısıyla kasıt her cürüm için, o suç kalıbında tanımlanan ya da belirlenen davranışla bu davranışın sonucunu bilmek ve karar verip irade etmek olduğuna göre, kastın kapsam ve içeriği o suç kalıbının incelenmesinden anlaşılacak ve kuşkusuz suçtan suça değişecektir."
"Görülüyor ki, kasıt kavramnın yapısında bilinç ve iradeden başka öğe yoktur. İtalyan Yargıtayı, birçok kararlarında kastın özellikle maddi eylemin bilinç ve iradesini içerdiğini belirtmiştir."
"Florian'ın dediği gibi, geçen yüzyılda kötüniyetle kasıt bir birlerine karıştırılmıştır. Oysa iyiniyet kastı kaldırmadığı gibi, kötüniyetin de ksıtla hiçbir ilgisi yoktur."
"Öte yandan, 1935'te Vidal ve Magnol, ortaklaşa yazdıkları yapıtlarında, yalnızca jürilerin değil, mahkemelerin bile kimileyin kasıtta amaç (maksat) ve güdüyü (saiki) birbirlerine karıştırdıklarından yakınmaktadırlar."
"Kasıt kavramı, günümüzde iyiden iyiye saydamlaşmış, güdü saik amaç (maksat) ve erek (gaye) kavramlarından ayrılmıştır. Güdü, faile fiili işleme kararını verdiren etkendir, iradenin oluşumu aşamasını ilgilendirir ve kimileyin yasal tanımın ve sonucun ötesinde bir çıkara yönelen erekle birleşebilir. Amaç, failin suçu işlerken gerçekleştirmek istediği ve hukuksal anlamda tipe uygun olan sonuçtur. Güdü, aynı suçta bile olaydan olaya ve kişiden kişiye değişebilmektedir: o yüzden suç kalıbında önceden belirlenmesi olanaksızdır. Bencillik, hırs, cimrilik gibi utanç verici: düello suçunda görüldüğü üzere onura saygı: politik suçlarda yaşandığı gibi kamu iyiliği türünden yüceltici de olabilir. Görülüyor ki, kasıt, bir yasal hükmün iradi çiğnenmesi olanak entelektüel bir süreç: güdü ise bu iradi davranışın nedenini açıklayan ruhsal nitelikteki geri planıdır. Güdünün küçültücü ya da onur verici ve yüksek duyguları yansıtır nitelikte olması, kastı etkilemez. Son bir İtalyan Yargıtay kararında belirtildiği üzere, güdü, davranışın ruhsal nedenidir ve bireyi davranışa iten etkendir. O kadar. Bu nedenle de suçun kurucu öğesi olan kasıttan ayrıdır, (Rivista Penale, 1994, n.11, s.1194). Bununla birlikte, güdünün, suç kalıbında öngörüldüğü durumlarda, o suçun benzerlerinden ayrıldığı ya da o suçun ağırlaştırılmış ya da hafifletilmiş biçiminin ortaya çıktığı görülmektedir. Özetle, suç kalıbında öngörülmediği zaman güdü, suçlunun ahlaksal yapısını sergilemede ve cezanın bireyselleştirilmesinde gözetilebilirse de, kastın varlığını etkilemez.
"Amaç (maksat, intenzione, intention), failin suçu işlerken gerçekleştirmeye yöneldiği sonuç, erek (gaye, fin, fine) ise bunun da ötesinde yer alan uzak amaçtır. Ranileri (Manuale dil diritto penale, 1968. S.306) tarafından verilip öğreti tarafından benimsenen örneklerle bu ayrımlar artık saydamlaşmıştır. (Kavramlar, Yargıtay Dergisi, 1993, s.413-424)."
"Ne var ki Yüce Yargıtayın kararlarında, kasıt ile, güdü/amaç/ erek kavramları sık sık karıştırılmakta ve "yoğunlaşmış özel kasıt" gibi bilim dışı ve belirsiz kavramlara yer veren kararlar (CGK. 16.2.1981, 385/44) ağır eleştirilere uğradıkları (Yüce Ceza Hukuk Dersleri, 1982, s.336) halde, aynı terimlere / deyişlere bugün de yer verilmektedir. (CGK. 28.8.1989, 56/144, 13.9.1992, 197/238, 178/211 ve 8. Ceza Dairesi 28.10.1992 tarih ve 10889/12451 sayılı kararında "yoğunlaşmış ve tasarlanmış bilinçli özel kasıt" denilerek, suçun manevi öğesi kuramında bugüne değin hiç duyulmamış terimler kullanılabilmiştir. Oysa "bilinç" kastın kurucu öğelerinden biridir. Bilinçsiz kasıt elbette olmaz. ma "bilinçli kasıt"tan ne anlaşıldığı da belli değildir. Acaba "bilinçli (öngörülü) taksit" teriminin "bilinçli kasıt" bir versiyonumudur düşüncesi. İster istemez bilim dışı da olsa, akla gelmektedir. Bundan başka suç tipinde olmadığı halde yargıtayımızın yalan tanıklık cürmünde özel kasıt araması, yeni bir doktora tezinde de haklı eleştirilere uğramıştır. Karar şöyledir; "TCK.nun 486. maddesinde tanımlanan yalan tanıklık suçuun varlığının kabulü için kesin, inandırıcı kanıtlar elde edilmesi gerekir; unutkanlık, dalgınlık gibi nedenlerle tanık anlatımında meydana gelecek ayrıntılara ilişkin kısmi aykırılıklar; suç olarak yalan tanıklık suçuun oluşması için özel bir kastın bulunması lazımdır" (6.C.D. 16.3.1985 58/117). Eleştiri ise şudur: "Yargıtayın bu karardaki "özel kasıt" ibaresini karardaki diğer bazı yanlış anlamaya elverişli ifadeler gibi, teknik anlamıyla kullanmadığı kanaatindeyiz (Metin Fevzioğlu. Ceza Muhakemesi Hukukunda Tanıklık, Ankara, 1966, s. 44, dipnot, 580.)". Bu tutumları paylaşmak elbette olanaksızdır. Çünkü, yargıçların/uygulamacıların küresel kavramların içerik ve boyutlarını değiştirmeye, başkalaştırmaya elbette hakları yoktur. Zira, küresel kavramlar üzerinde kimsenin mülkiyet hakkı yoktur. Olamaz da. Yalnızca yararlanma (intifa) hakkı söz konusu olabilir. Kavramlar sağlam olmazsa, uygulama kültürel genlerinden kopmaya yargılıdır. Küresel kavramları adalet/hakkaniyet gibi yüce ve fakat belirsiz güdülerle örseleyen ve kırımlara uğratan bir dille sağlam bir hukuk yapısı kurulamaz."
"Daha önce yazdığım karşıoylarda ve yazılarda da, kasıt, güdü, amaç, erek arasındaki ayrılıklara ve Yargıtayımızdaki uygulamaya birçok kez değinmiştim (Kavramlar, Yargıtay Dergisi, 1988, 413-424)"
"Yüce Yargıtayın görüşü, olayımızda da değişmemiştir. Gerçekten Yüce Kurul suç kastıyla, amaç, güdü ve iyiniyeti birbirine karıştırmıştır. Yasak silah bulundurma/taşıma cürmünde kastın iki öğesi vardır.
a) Bilinç: Fail yasak silah taşıdığının bilincindedir. b)İrade: Fail yasak silahı iradi olarak almış ve üzerinde bulundurmuştur / taşımıştır. Böylece suç taşıma bilinç ve iradesiyle işlenerek tamamlanmıştır. Yasal metinde" sahiplenme"den söz edilmemektedir. O nedenle Failde ayrıca sahiplenme bilinç ve iradesi aramak, metne olmayan bir davranışı eklemek olur. Bu ise olanaksızdır. Dahası böyle bir sözcük metinde olsaydı bile sonuç yine değişmezdi. Zira, burada seçenekli davranışlı bir suç söz konusudur ve davranışlardan bir tanesinin bilinç ve iradeyle işlenmesi, suçun oluşması için yeterlidir. Fail silahı incelemek üzere alıp hemen geri verseydi, bu iradenin bulunmayacağı muhakkaktı. Olayda böyle bir durum söz konusu değildir. Suç genel kasıtla işlenen bir cürümdür. Güdünün önemi ve iyi/kötü olmasının etkisi yoktur. Nitekim Fransız Yargıtayının 15.6.1877'den bu yana kararı da bu yoldadır. Suç kastı gibi öğeleri ve içeriği belli bir kavramı, amaç, iyiniyet, kötüniyet gibi kavramlarla karıştıran ve 6136 sayılı Yasanın 13. maddesindeki metne karşın, suçta özet kasıt arayan çoğunluk görüşü, hukuka ve özellikle kasıt kavramına aykırıdır" diyerek,
Bir kısım kurul üyeleri de, direnme kararının haklı nedenlere dayandığını ileri sürerek karşı oy kullanmışlardır.
Sonuç: Açıklanan nedenlerle, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, direnme kararının istem gibi BOZULMSINA, 12.11.1996 tarihinde yasal oyçokluğu ile karar verildi.
Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programları
**************************************